Buse Savaşkan iyi ki varsın, başarılar dilerim…

Aslı Murat

1924’ten tam 100 yıl sonra, 2024’te yeniden Paris’te gerçekleştirilen Olimpiyat Oyunları, 26 Temmuz cuma akşamı büyük ve gösterişli bir tören ile başladı. Bolca tartışmaya neden olan ve stadyum yerine açık alanda, 6 bin 800 sporcunun tekneler üzerinde Seine Nehri’ni geçmesi ile gerçekleşen açılış, farklı anlara sahne oldu. Mesela Cezayirliler, Paris'te 1961'de ülkelerinin bağımsızlığı için düzenledikleri barışçıl protestolar esnasında nehre atılarak katledilen Cezayirliler anısına suya gül bıraktılar. Tıpkı Tokyo’dan sonra Paris’te sayıları 29’dan 37’ye çıkan, ülkelerindeki savaş ve zulümden kaçıp BM Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından kendilerine mülteci statüsü tanınan üst düzey sporcular, olimpiyat bayrağı altında geçit töreninde yerlerini aldılar.

Rusya ve Belarus, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) heyeti kararı ile Paris 2024 olimpiyatlarına ülke olarak katılamadı. Rus sporcular tarafsız statüde yarışıyorlar. Peki ya İsrail? En az 40,000 insanın öldürüldüğü ve öldürülmeye devam edildiği Gazze saldırıları sonrasında, Uluslararası Adalet Divanı’nda da yargılanan İsrail’e karşı niye böyle bir karar alın(a)madı? Sporcular değil, işledikleri suçlar sebebiyle devletler cezalandırılmalıdır ki bir daha aynı acıların yaşanması engellenebilsin.

Rusya hakkında alınan karara göre Ruslar özel statü altında tarafsız bir şekilde yarışabiliyorlar. İsrail için de, buna yönelik başvuru yapılmış olmasına rağmen benzer bir süreç işletilebilirdi ama tercih edilmedi. Bu ayrımcı tutum da tarihte yerini aldı. Gelecek nesiller bunun ne şekilde hesabını soracak bilmiyorum ama bugün Gazze’de yaşananlara ses çıkarmayanlar, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD Kongresi’ndeki konuşmasını alkışlar eşliğinde dinleyenler, yıllar sonra özür dilediklerinde çok geç kalmış olacaklar…

***

Genel siyasi saptamaları bir kenara bırakıp biraz da spordan bahsedeyim. Aslını isterseniz hayatım boyunca sporla aram iyi olmadı. Kendimi o alanda geliştiremedim, yeteneğim yoktu. Ama küçük yaştan itibaren birbirinden farklı dallardaki, farklı ülkelerden sporcuların mücadele ettiği müsabakalara her daim ilgi gösterdim. Mesela zamanında TRT’de yayınlanan artistik buz pateni yarışlarını büyülenmiş bir şekilde izlerdim. Spor ve sanatın muhteşem birlikteliğinin zihnimde yarattığı tadı, kelimelerle anlatmam mümkün değil.

Dediğim gibi çok fazla bilgi sahibi olmasam da olimpiyatları elimden geldiğince takip etmeye, öğrenmeye çalışıyorum. Haziran’da Roma’da gerçekleşen Avrupa Atletizm Şampiyonası’nı da vakit buldukça izlemiştim. Özellikle savaşın bu denli yakınımıza ulaştığı bir dönem ve coğrafyada, çok daha manalı geliyor bana bu gibi karşılaşmalar. Aslında spor; mücadelenin, kazanmanın, kaybetmenin, dayanışmanın ve dostluğun bir başka anlatım şekli. Savaşın, çatışmanın, şiddetin tam ters istikametinde yer alıyor. Çünkü yok etmiyor. Tıpkı bir futbol maçının 90+ dakikalarında olduğu gibi, her türlü zorluğa rağmen pes etmeyip dirayetli olunursa kazanılabileceğini öğretiyor insana.  Hafta sonu boyunca Paris’in ikonik yapılarının çevresinde oluşturulan spor alanlardaki müsabakaları izlerken, aklımda sürekli bu düşünceler dolandı.

Tabi ki romantizm yanında rasyonel tespitler de yapmaya çalıştım. Mesela ilk günlerde gerçekleşen spor branşlarında ABD, Fransa, Çin, Kore, Japonya, İngiltere gibi ülkelerin diğerlerine nazaran açık ara önde gitmesini, özellikle Çin’in gözle görülen başarısını not etmek gerekiyor. Tabi bu da ayrı bir güç dengesi yaratıyor.

***

Peki, bu heyecan ve hengamenin içinde biz ne yapıyoruz? Olimpiyatlara, Türkiye takımı içerisinde katılan biricik Kıbrıslı Türk Buse Savaşkan’ın yarışacağı günü bekliyoruz. Bayrak veya millete takılmıyorum ama gün geçtikçe ekonomik ve sosyal manada yok olan, bu yok oluş içinde en çok da gençleri bitap düşen bir topluma mensubiyet sinirlendiriyor beni. Üzülüyorum ve zaman zaman kızıyorum olup bitene. O kadar fazla yetenekli çocuk ve genç var ki bu var oluş mücadelesini veren. Başka bir coğrafyada dünyaya gelselerdi, tüm imkânlar ayaklarının altına serilecek olan çocuklar, gençler…

GMTMK’nın efsaneleşmiş voleybol takımları “Şampiyon Melekler”, bilardoda adı Avrupa’da yankılanan Mustafa Alnar, Alara Ghaffari ve Efe Özkutaylı, son günlerdeki başarılarıyla isimlerinden söz ettiren Azra Avcı, Erdinç İnçay, Kayla Uysal ve Kumsal Arsal, Doğukan Ulaç, Asım Aras Astan, Merve Çelebi, Emre Kaplan, Boran Bora, Erten Gazi ve bilmediğim, bilgisizlikten takip edemediğim daha niceleri.  Geçmişten bugüne ve geleceğe uzanan aşılması zor engebelerle baş etmeye çalışan Kıbrıslı Türk sporcular. Bu yolda hayatını kaybeden ve hepimizi yasa boğan güzel insanlar…

***

Son söz niyetine Buse’ye seslenmek istiyorum. Buse Savaşkan, iyi ki varsın ve iyi ki bu küçücük toplumun yüreğinde umut ışığını alevlendirdin. Keşke bizim adımıza, memleketimiz için yarışabilseydin. Olmadı ama bu kötülüğü yaratanlar utanacak, imkânsızlıklar imkâna dönecek biliyorum. Elbet bir gün hesap verecekler. En içten sevgi, dayanışma ve dostluk duygularımla başarılar dilerim…