Edagül Türker
edagltrkr@gmail.com
Büşra Ersanlı’yı siyaset bilimiyle ilgilenen hemen herkes tanır. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde başlayan akademik hayatını siyaset biliminde sürdürmüş olan Büşra Hoca, halen Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim görevlisi. Bir yandan akademide siyaset bilimine giriş, modern siyasal ideolojiler, toplumsal cinsiyet ve politika gibi dersler vermeye devam ederken, diğer yandan da Türkiye’de Kürt sorunun adil ve kalıcı çözümü için mücadele veriyor. Yani sayısız makaleleri, bildirileri ve kitapları yanında O bir aktivist. Toplumsal cinsiyet eşitliğini çalışmalarında da aktif olarak yer alan Büşra Hocayla Ada’daki siyasal sorunun bir türlü çözülmeyişinin nedenlerini, neler yapılabileceği ve kadınların çözüm sürecindeki yeri üzerine bir söyleşi yaptık.
E.T: Türkiye’de Kürt sorunun adil ve kalıcı bir şekilde çözümü için uzun yıllardır mücadele veriyorsunuz. Halkların birlikteliği üzerinden çözümün gerçekleşebileceğini sürekli olarak vurguluyorsunuz. Kıbrıs’taki çözüm sürecini göz önüne aldığımızda özellikle feminist milletvekili Doğuş Derya’nın mecliste yaptığı konuşmadan sonra Derya’yı destekleyenlerin yanı sıra milliyetçi söylemlerin de öne çıktığını gördük. Bununla ilgili tespitlerinizi bize anlatabilir misiniz?
B.E: Milliyetçi şoven söylemde hakların yaşadığı acıların anlatımı çok problemlidir. Çünkü acılar daima tek tarafa yöneltilmiş olarak anlatılır. Tıpkı karı-koca kavgalarında tek tarafın haklı ya da haksız olduğunu ispat etmek için insanların nafile bir şekilde senelerce uğraştıkları gibi. Halklar arasında da buna benzer bir durum vardır. Dolayısıyla acıları karşılıklı olarak paylaşma ihtiyacı duymadan hiçbir zaman halkların birlikte gülmesi ve sevinmesi mümkün olamaz. Çünkü gelecekteki hayatın değerini ancak kötü günleri de paylaşarak anlayabiliriz. Kötülüğün sadece tek yönden geldiği üzerine yazılan Resmi Tarihler, Resmi Tezler insanları körleştirdiği için milliyetçi şoven takıntıları kırmak vicdanlı olan her insanın başlıca vazifesi olmalıdır.
Doğuş Derya’nın konuşmasını ele aldığımızda da herhangi bir aşırılık olmadığını söylemek istiyorum. Herhangi bir suçlama, parmak uzatarak Türk askerini ya da Rum askerini suçlayan bir söylem görmedim. Burada bir çatışma ortamının yarattığı karşılıklı hataların tahlilini görüyoruz. Doğuş Derya meclisteki konuşmasında soğukkanlı bir tahlil yapmıştır. Rum yapar, Türk yapmaz, Ermeni yapar, Türk yapmaz, Türk yapar, Ermeni yapmaz, Kürt yapar, Türk yapmaz, Türk yapar, Kürt yapmaz gibi söylemler gerçek dışıdır. O da yapıyor, diğeri de yapıyor. Şoven olan, önyargılı eğitim almış, önyargılı büyümüş herkes aynı hatayı yapıyor. Kalıcı ve adil bir çözüm için halkların acılarını dile getirmesi ve birbirlerini anlaması için geçmişteki hataların tahlili çok önemli bir yere sahiptir.
E.T: Kadınların siyasete katılımını hem meclis içinde hem de meclis dışında destekliyorsunuz. Peki, sizce halklar arası sorunların çözümünde kadınların ne gibi bir yeri ve önemi vardır? Kadınların barış algısı üzerine ne düşünüyorsunuz?
B.E: Bir kere şunu söylemeliyim ki, savaşları başlatan, bunun kararını veren daima erkekler oluyor. Birkaç ülkedeki az sayıda olan kadın askerler hariç, savaşanlar da erkekler oluyor. Savaşlara karar veren, başlatan erkekler olduğu halde, savaşlardan en çok zarar gören kadınlar oluyor. Tabi ki kadınların yanı sıra çocuklar ve yaşlılar da. Kadınlar savaşı daha çok hissediyor; hem çocuklardan hem de yaşlılardan sorumlu bir şekilde çatışma alanının ortasında kalıyorlar ve evlat acısını, eş acısını, ölümleri en çok onlar uzun süreli yaşıyorlar. Bunun yanı sıra kadınlar çatışma dönemlerinde hem ailelerinden hem de devletten baskı görüyorlar. Çatışmanın yükünü en ağır onlar yaşıyor.
Aynı zamanda kadınlar savaşlarda tecavüze uğruyor, adeta bir savaş stratejisi olarak kullanılıyorlar. Bosna, Yugoslavya bunun en canlı örneği. Dolayısıyla kadınların çözüm sürecinde aktif olarak yer alması çok önemli. Özellikle uzun süreli yaşanan sıcak çatışma ortamlarından çıkarken karşılıklı olarak halkların birbirini iyi anlaması, birbirlerinin çektikleri acıların aynı olduğunu bilmeleri gerek. Bu yüzleşme yaşanmadan barış olması mümkün değil. Bu yüzleşmede bütün dünyadaki örneklerde olduğu gibi kadınlar önemli bir yere sahiptir. Barış müzakerelerinde kadınların çok üstün bir rolü vardır. Bunu görmezden gelmek mümkün değil.
Bugün Türkiye’de Kürt siyasi muhalefetinde kadın hareketinin yükselişi nedeni de tam da bu sebeptendir. Dolayısıyla kadınların siyasete katılımı ve bu konuda aktif olmaları olağanüstü bir durum, bir siyasi strateji değildir. Keza İrlanda’da, Güney Afrika’da, Latin Amerika’da kadınların mücadelesiyle bazı görüşmeler, müzakereler ve reformlar oldu. Arjantin’de kadınların kayıp çocuklarını ve sevgililerini aramaları ya da Türkiye’deki Cumartesi Anneleri’ne ilham veren nedenler aynıdır. Yaşanan olaylar kadınları aktivizm noktasına itiyor. Kadınları, bu süreçte sürekli dışarıda tutmaya çalışan erkek zihniyet yaşanan acılar üzerinden devamlı bir düşmanlık güder ve bu düşmanlıkları kemikleştirir. Bütün erkekler böyle değildir. Fakat biz kadınlar siyasete daha fazla müdahil olmazsak, katılım yapmazsak bu erkek zihniyeti kırmamız mümkün olmaz. Bu sebeple de kalıcı bir barıştan söz edemeyiz. Doğuş Derya’nın attığı adım bu düşmanlığı kırma gayretidir. Konformist, kolaycı söylemi bir kenara bırakarak birlikte bu düşmanlıkları yenmek, yeniden üretmemek adına atılmış önemli bir adımdır. Çünkü sürekli savaş ve rekabet üreten bir erkek zihniyet var kırmamız gereken, dünya sistemi buna dayanıyor. Kadınların müdahil olmasıyla da bu adımın devamı gelecektir. Demek ki mecliste sadece 4 kadın milletvekili değil, 14 kadın, 24 kadın olması gerek.