2020 yılını tamamlamamıza yalnızca bir aylık bir süre kalmışken halen Cumhuriyet Meclisi’nden onaylanarak yürürlüğe giren bir bütçemiz yok. Bütçesizliği hükümetin kurulamamış olmasına bağlayanların sayısı ise öyle görünüyor ki az değil.
Açıkçası siyasette güven duygusunun sarsıldığı bir ortam içerisinde konuları yakından takip etmekten vazgeçenlerin, bütçenin geçmeyişinin hükümetin henüz kurulamamış olmasından kaynaklandığını düşünmesini yadırgamıyorum. Fakat bütçenin geçmemiş olmasının tek sorumlusu olan Cumhurbaşkanı Tatar’ın dahi bunu hükümetin kurulamayışıyla ilişkilendirilmesi ne tesadüftür ne de bilinçsizce ifade edilmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı beyhude bir çaba içerisinde kendini temize çıkarmaya çalışmaktadır.
Demeye çalıştığım Cumhurbaşkanının, Başbakanlıktan ayrılırken bütçenin geçmeyişi üzerinden bir strateji kurguladığı değil elbette. Hepimiz Cumhurbaşkanı Tatar’ı az çok tanıyoruz. Kendisi böyle karmaşık stratejiler kurgulayan ve bu stratejiler çerçevesinde adımlar atan birisi değil. Ancak kendi ifadelerinden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz ki; Tatar, aldığı sinyaller üzerinden duygu durumunu besleyen ve tüm samimiyetiyle açıklamalarda bulunan birisi. Örneğin, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında aldığı “sinyal” üzerine derhal Maraş’ın kıyı şeridinin ziyarete açılması kararı üretildiğini bizzat kendisi kamuoyuyla paylaşmıştır. Üstelik de seçim yasaklarını çiğneme pahasına Maraş’ın kıyı şeridinin ziyarete açılması töreninde hazır da bulunmuştur.
Dolayısıyla Sayın Tatar’ın, seçimlerin ardından Cumhurbaşkanlığına yürürken Başbakanlık için hiç kimseye vekâlet bırakmadan gidişinin altında başka hinlikler aramak kanımca yersizdir. Cumhurbaşkanı o aşamada almış olduğu sinyale dayanarak, çok kısa bir süre içerisinde UBP kurultayının tamamlanacağı ve hemen arkasından UBP-HP hükümetinin yeniden oluşturulacağını düşünmüş belli ki. Ancak işler öyle gelişmedi. Alınan sinyallerde bir karmaşa yaşandı ve hiçbir kabine üyesine Başbakanlık vekâleti bırakmadan Cumhurbaşkanlığı makamına yürüyen Tatar, uzayan hükümet kurma çalışmalarıyla birlikte bütçenin meclisten geçemiyor oluşunun yükünü omuzlarında hissetmeye başladı.
***
Yüksek Seçim Kurulu’nun Tatar’a mazbatasını verdikten sonra belli bir süre içerisinde Başbakanlığı mı yoksa Cumhurbaşkanlığını mı tercih ettiğini sorması üzerine Tatar, doğal olarak tercihini Cumhurbaşkanlığından yana kullandı. Bu aşamada Başbakanlıktan istifa etmiş birisi olarak, geriye dönüp bir kabine üyesine vekâlet verme şansını da yitirmiş olduğundan bu yükün ağırlığı altında açıklamalarda bulunmaya başlamıştır. Saf gerçeğin bu olduğu kanaatindeyim!
Seçimlerin hemen ardından Cumhurbaşkanlığına davet ettiği siyasi parti başkanlarına “acaba bu bütçeyi nasıl geçirebiliriz?” diye yoklama yapması tam da bu yüzdendir. Aynı şekilde Ersan Saner’in hükümeti kuramamasının ardından görevi iade etmesi sırasında Cumhurbaşkanı Tatar’ın hükümetin kurulamayışına çok üzülmüş olduğunu beyan etmesi de bu sebepledir. Bir bankanın genel merkezinin açılışında doğrudan doğruya Kudret Özersay’a hitap ederek “kurun artık bu hükümeti” mesajı paylaşmasının altında başka bir şey aranmamalıdır. Tufan Erhürman’ın hükümet kurmak için bir haftadan fazla zamana sahip olduğu ortadayken “Erhürman’ın hükümet kurma çalışmalarını üç gün daha uzatmasının bir anlamı yok” açıklaması da aynı çerçeveden okunmalıdır.
Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamaların tesadüfi olmadığı ve aynı zamanda bilinçsiz bir biçimde söylenmiyor oluşunu düşünmem bu sebepledir. Sayın Cumhurbaşkanı aldığı sinyallerle bu süreci kurgulamaya çalışmıştır. Oysa süreç içerisinde bir karmaşa yaşanmış ve bütçenin meclisten geçememesi gibi çok temel bir sorun sebebiyle bir alt üst oluş noktasına gelinmiştir.
Açıkçası sinyal alma üzerinden siyaset belirleme anlayışının çökmüş olması ve bunun yarattığı karmaşanın bugün bizleri sarıp sarmalıyor oluşu bana şaşırtıcı gelmiyor. Sonuçta her ne kadar bu ada yarısında hakkımız olan siyasal eşitliğimiz Kıbrıs Sorunu sebebiyle gerçek anlamıyla ete kemiğe bürünemiyor olsa da burada bir halk var. Bu sorunun ağırlığı altında tüm tarafların yok sayma girişimlerinin yeni örneklerine şahitlik ediyor olabiliriz fakat unutulmamalıdır ki; burada kendi demokratik kültürünü geliştirme becerisi gösteren onurlu bir toplum var. Bu açıdan sinyal alma üzerinden kurgulanmaya çalışılan senaryolar içerisinde zaman zaman bu tip karmaşalar yaşanabiliyor, önceden öngörülemeyen bazı aksaklıklar oluşabiliyor.
Benim esas merakım “devleti biz kurduk, onu yaşatacağız” iddiasıyla siyasal yaşamda yerini alan partiler başta Anayasa olmak üzere tüm demokratik hukuk devleti ilkelerinin çiğnenmesine karşı takındığı sessizlik halidir.
Halen UBP Genel Başkanı edasıyla süreçleri kurgulama çabasına girişen ve işleri iyice çıkmaza sokan Cumhurbaşkanının Kıbrıs Türk demokrasisine verdiği zarar nasıl ve ne zaman giderilebilecektir? Artık birisinin Sayın Cumhurbaşkanına bu görevi yürüteceği süre içerisinde takınması gereken tutumu daha net bir şekilde hatırlatması gerekmektedir kanısındayım. Bu sorumluluk yalnızca birkaç partinin üzerine bırakılacak bir sorumluluk değildir. Kıbrıs Türk Halkının en üst temsil makamı olan Cumhuriyet Meclisi’nde bu konu tartışılmalı ve ortak bir tavır geliştirilmelidir.