Abdullah Korkmazhan
apokorkmazhan@hotmail.com
Kıbrıs’ın kuzeyindeki asker ağırlıklı militarist ve ayrılıkçı rejim uzun bir süredir ciddi bir kriz ve çöküş yaşamaktadır. Diğer bir ifade ile statüko sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır.
Toplumun büyük bir çoğunluğu, yolsuzluğu, yoksulluğu, eşitsizliği, sömürüyü, gericiliği, baskıyı, gelecek belirsizliğini ve çözümsüzlüğü derinleştiren rejime ve bu rejimi yeniden yapılandırmaya dönük siyasal önermelere inancını ve güvenini kaybetmiştir.
Kıbrıs sorununda bölünmüşlüğü kalıcılaştırmaya dönük politikaları her fırsatta ileriye taşıyan Ankara, diğer yandan Kıbrıs’ın kuzeyinde dini gericiliği, en ilkel biçimiyle ekonomik talanı, demografik, siyasi ve kültürel dayatmaları yoğunlaştırmakta, Kıbrıslı Türk toplumunun varlığını, kültürünü, kimliğini ve zenginliklerini yok etmeye çalışmaktadır.
Bu amaçlarla irradantist Ankara ve onun ülkemizdeki uzantıları krizle boğuşan ayrılıkçı rejimin restorasyonunu sağlamak, toplumun değişim ve federal Kıbrıs istencini berhava etmek için yeni nesil sağ ve gerici faşist aktörleri sahneye sürmektedir.
Türkiye’deki tek adam rejiminin, Kıbrıs’ın kuzeyini vilayetleştirme ve ilhak çabaları ile gerici politikalarına karşı çıkan emek, demokrasi ve barış güçleri, Türkiye’deki egemenlerin ülkemizdeki uzantıları olan gerici faşist ve paramiliter güçlerin saldırıları ile susturulmaya çalışılmaktadır.
Böl-Yönet politikası ile Kıbrıs’ın kuzeyindeki toplumlar, inanç grupları ve kültürler arasındaki farklılıklar körüklenmekte, emekçilerin ve ezilenlerin sınıfsal birliği ve bilinci dumura uğratılmakta, Sunnici Siyasal İslam ve tekci zihniyet hakîm kılınmaya çalışılmaktadır.
18 Ekim 2020 tarihinde gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Kıbrıslı Türk siyasi yaşamının en ağır ve açık müdahaleleri yaşanmıştır.
Tatar’ın seçim karargâhına dönüşen TC büyükelçiliği, her türlü müdahale ve baskıyı uygulamaktan geri durmamıştır. Türkiye’den gelen özel ekipler, istihbarat birimleri, milletvekilleri, yerli ve yabancı mafya odakları ev-ev gezerek, tehdit, baskı, şantaj ile Tatar lehine çalışmalar yürütmüşlerdir.
Sandıklarda ve oy sayım işleminde birçok usulsüzlük uygulanmıştır. Dağıtılan milyonlarca TL para ile seçimin kaderini değiştirecek oranda seçmen iradesi satın alınmıştır.
Seçim sonuçları toplumsal irade doğrultusunda değil Ankara’nın iradesi doğrultusunda sonuçlandırılmıştır. Ersin Tatar, kayyum olarak atanmış, ardından oluşturulan azınlık hükümeti ile Kıbrıs’ın kuzeyinde kayyum rejiminin temelleri atılmıştır.
18 Ekim 2020 tarihi ile birlikte oluşturulmaya çalışılan Kayyum rejimi ve önerilen politikalar ne Kıbrıslı Türk toplumu ne de dünya tarafından kabul görmüştür.
Atanmış kayyum Ersin Tatar’ın ortaya koyduğu politikaların baştan sona yalan olduğu bu 1 yıllık dönemde açıkça görülmüştür. Doğrudan ticaret ve uçuşlar gerçekleşemedi. Maraş açılamadı. “KKTC” tanıtılamadı. Herhangi bir ülke “KKTC”de temsilcilik açamadı. BM parametreleri ve federasyon dışında hiçbir resmi görüşme ve müzakere yapılamadı.
Atama azınlık hükümeti ve kayyum yapısı tüm uğraşlara ve müdahalelere rağmen sürdürülemedi. Ancak atama hükümet dönemi boyunca kayyum rejimi fütursuzca uygulandı. Halk iradesi ve muhalefetin itirazları görmezden gelindi, meclis göstermelik dahi olsa işletilmedi, işlevsizleştirildi. Ülke Kıbrıs sorunundan, ekonomiye, sağlıktan, eğitime tam anlamı ile bir çıkmaz içerisine hapsedildi.
Tüm bunlar bilinçli ve planlı bir politikanın ürünüdür. Türkiye ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki egemenlerin esas gündemi Kıbrıs sorununda çözümsüzlüğü kalıcı kılmak, hukuki olmasa bile fiziki olarak vilayetleşme ve ilhak-iltihak sürecini tamamlamak ve üstelik bunu olabildiğince toplumsal rıza oluşturarak tamamlamaktır.
Kıbrıslı Türklerin iradesini gasp ederek kayyum rejimi oluşturanların bir sonraki adımı büyük olasılıkla, mecliste yapılacak bir oylamada ilhak-iltihak yönünde istenilen sonucu alabilmek ve muhalefeti etkisizleştirmek için faşist sağ bir hükümet yapısı kurmaktır. Büyük olasılıkla UBP’yi tek başına iktidara getirmek, daha fazla nüfus aktarıp, daha fazla vatandaşlık dağıtarak, demografik yapıyı ve seçmen yapısını değiştirmektir.
Bütün mesele önümüzdeki siyasi süreçte, genel ve yerel seçimler de, muhalefetin, emek, demokrasi ve barış güçlerinin nasıl bir tavır takınacağıdır.
Geç kalınan ancak yapılması gereken, gasp edilen siyasi irademizi geri almak, kendi kendimizi yönetmek ve erken federal çözüme ulaşmak hedefi ile ortak bir muhalefet program oluşturmak ve en geniş demokratik birliği sağlayarak 2000’li yıllarda olduğu gibi toplumsal bir mücadeleye koyulmaktır.
Toplum olarak karşı karşıya olduğumuz tehditleri bertaraf etmenin ve bu ülkede var olmanın yolu budur.