Kendimi bildim bileli, siyasi partiler şöyle bir süreç izlerler.
Milletvekili adayları ya “vekil” olur.
Eğer kazanırsa...
Yok eğer kazanamazsa...
Müdür ya da müsteşar.
- ki hak eden var, etmeyen var.-
Gerisi de yönetim kurullarına (!)
Kooperatif...
Sigorta...
Toprak Ürünleri...
Elektrik Kurumu...
Bu liste uzar gider.
* * *
Sonra ne mi olur?
“Gör beni göreyim seni” düzeni (!)
Bu düzen “ulusal” bir sos içerisinde tüm topluma yedirilir.
En idealistler dahi gün gelir bu sistemin bir yerine yapışırlar.
Çünkü herkes kendini “geçmiş dönemin mağduru” olarak hisseder.
“Vakti zamanında onlar üleşmişti, şimdi sıra bizdedir” arzusu köpürür.
Bu sistem içerisinde sessizce “sıra” beklenir.
* * *
Unutmadan, bir de “her dönemin avantacıları” vardır ki, onların “ustalığına” akıl sır ermez.
* * *
Sol siyaset kültürü genellikle “usulsüzlükleri” ortaya çıkartmakla meşhurdur.
Öyle de...
Sorunu yaratan sistemin kendisini değiştirmek yönünde nedense adım atılamaz.
* * *
Siyasi atamalarla kendilerine “konum” elde edenlerin yaşadığı “güç zehirlenmesi” gerçekten korkutucudur.
* * *
Yönetim kurulu üyelerinin en azından “akrabalarına” menfaat sunmalarını engelleyebilseydik.
Bunu olsun değiştirebilseydik.
Bir adım olurdu.
* * *
“Devlet”in kocaman bir “yalan” olduğu yerde, bazen alel acele “değişim” beklemek sanırım fazla iyimserliktir.