Efendim, bir yanda külliye inşaatı tam gaz ve tüm ihtişamı ile devam ederken, zavallılık göstergesi “kamyon kasasından sınıflarda” yeni ders yılına hazırlanan okullarımız var...
-*-*-
Devlet, Ticaret Odası, Müteahhitler Birliği ve Cyprfurvex’in adı, insan ticaretinde geçiyor!
2024 KKTC’sinde resmen kölelik!
-*-*-
Ersin Tatar’ın “İngiltere künyeli” gazetesi, beni ve Ali Kişmir’i kelimenin tam anlamıyla “tehdit” ediyor; ülkede polis başta kimsenin umurunda değiliz!
“Geberin pis hainler” dermiş gibi herkes!
-*-*-
Çok da tın yani!
-*-*-
Hafta sonu keyfime bakayım...
İki gün buralardayım ama aslında buralarda değilim gibi bir şey...
-*-*-
Kıbrıs’ın yani Ada’nın bütününün belki de en kaliteli beş restoranından biri Bellapais Gardens’dır...
Adından da anlaşılacağı gibi Bellapais’tedir...
Tarihi manastırın denize bakan duvarının hemen alt kısmında, yeşillikler içerisinde...
-*-*-
Olağanüstü...
Büyüleyici...
Yok böyle bir yer...
Zaten olamaz da...
-*-*-
En iyi beş restorandan biri dedim belki de birincisidir...
-*-*-
Ve tabii ki sadece restoran değildir, aynı zamanda oteldir... Ya da tatil köyüdür...
-*-*-
Restorana daha önce de gelmiştim...
Sevgili Selim Yeşilpınar şefimizi ve eşi Utku hanımı çocukluğumdan Omorfo’dan tanırım...
Utku hanım, hayattaki en yakın arkadaşlarımdan Umar’ın ablası, sevgili Ulus kaptanımızın da kız kardeşidir...
-*-*-
Otele ilk gelişim...
5 yıldız...
-*-*-
Manzara mı?
Misler gibi!
-*-*-
Kafamda yazı yazma planı yaparken; bir yandan Ağustos’un son sıcağını; yavaş yavaş yaklaşan serinle birlikte içime çekiyorum...
Sessizlik veya sadece rüzgarın ağaçlarla birlikte çaldığı şarkı var kulaklarımda...
-*-*-
Gotik mimari tarzında yapıldığı söylenen manastıra ilk yerleşenler, 1187 yılında Kudüs'ten kaçıp, buraya göç eden Augustinian mezhebi rahipleriymiş.
Manastırın ilk binası 1198 ve 1205 yılları arasında yapılmış. Günümüzdeki yapının büyük bir kısmı ise Lüzinyan Kralı III. Hugh tarafından 1267 ve 1284 yılları arasında inşa ettirilmiş.
-*-*-
Yani bu manastırı, tıpkı Lefkoşa’daki St. Sophia ve Mağusa’daki St. Nicholas katedralleri gibi, Fransızlar yapmış...
-*-*-
Bellapais Manastırı’nı ya da Kilisesi’ni, Lefkoşa ve Mağusa’daki iki katedralden ayıran en önemli şey, bu kilise ya da manastırın, Osmanlılar Ada’ya geldikten sonra, camiye dönüştürülmemiş olması ve Rum Ortodoks Kilisesi’ne hediye edilmesidir...
-*-*-
1974 Barış Harekâtı ile Ortodoks Rumlar Ada’nın Güney kesimine “kovulunca”, Bellapais Manastırı Eski Eserler ve Müzeler Dairesi himayesine alınmış...
Kısacası, “camiye dönüştürülmeyen” belki de tek kilise budur...
Ve nefis akustiği ile bir bölümü, hala zaman zaman konser salonu olarak kullanılmaktadır...
-*-*-
Bellapais, gerçekten bu Ada’nın en yaşanası yeşilliğidir ve Bellapais Gardens, bu yeşilliğin merkezindedir...
Çok şükür ki, bu tesisin bulunduğu yere henüz “beton” yaklaşmamıştır, yaklaşamamıştır ama köyün neredeyse her boş arazisi ve her yanı, çok gösterişli villalarla, evlerle doldurulmuştur...
-*-*-
Dünya’nın ama özellikle İngilizlerin çok iyi bildiği Bellapais’i, turizm adına yeterince kullanabildik mi?
-*-*-
Mesela Lawrence Durrell!
Eminim bu adı biliyorsunuz...
Durrell, 1953 – 1956 yılları arasında Bellapais’te yaşadı ve burada “gördüklerini”, “hissettiklerini”, “arkadaşlarını”, “EOKA’yı”, “Enosis”i – komik sayılan bir tarzda yazdı...
Kitap Türkçeye de çevrildi.
Bitter Lemons – Acı Limonlar...
-*-*-
Neyse; iki gün buralardayım...
Bellapais; 1974 sonrasında kurduğumuz “rejim” içerisindeki en ciddi – en değerli ganimetlerimizden biridir...
-*-*-
Ve dediğim gibi, doğru siyasetle - özellikle turizmde çok başarılı olmamızı sağlayabilecek bir büyük değerdir...
-*-*-
Ancak; gerek Bellapais’e; gerekse 1974 sonrası ele geçirdiğimiz topraklara, “mülkümüz” olarak bakma hatasını yapıyoruz...
-*-*-
Nasıl mı?
Oturup bu mülklerin yasal sahibi kabul edilen Rumlarla anlaşmak yerine; Rumlardan; “... Kabul edin, bu mülklerin hepsi bizimdir ve üzerine kurduğumuz devleti de tanıyarak, mutlu mesut yaşayalım” hayalini kabul etmelerini bekliyoruz!
-*-*-
“Rumlar Bellapais’i, Karmi’yi, Karava’yı, Lapta’yı, Vasilya’yı, Ayios Epiktitos’u, ne bileyim Omorfo’yu, Karpaz’ı, Lisi’yi, Trikomo’yu bıraksınlar, unutsunlar; Türkiye de gelsin Kuzey komşuları olsun” beklentisindeyiz!
Ve bu beklentinin, gayet makul, gayet mantıklı, gayet kabul edilebilir olduğuna da inanıyoruz ya...
Kanla aldık değil mi?
-*-*-
Amaaaan, canımı Kıbrıs meselesiyle yemeyeceğim...
Biraz daha serinlesin; nefis bir dağ yürüyüşü yapmayı planlıyorum...
Sonra Selim şefimin mutfağından nefis bir yemek...
Dediğim gibi, buraları, çevrenin tüm betonlaşma felaketine rağmen çok güzel...
Ve yine dediğim gibi, “KKTC’deyim ama değilmişim gibi bir durum...”
Otel yabancı, kaliteli, benden yaşı büyük insanlarla dolu...
-*-*-
Evet, iddialıyım, Kıbrıs’ın en güzel yeri!
-*-*-
Ne yazık ki önce esas sahipleri geliyor aklıma; bir çoğu öldü...
Evlatları, torunları mı?
Unutsunlar, kanla aldık canım!
Ve eşit – egemen de devletimiz var bizim!
Yaaa var!
Bekleyin de tamamdır!