Seçmenler neye göre oy verir?
Her şeye göre!
-*-*-
Ülkenin demografik, coğrafik, ekonomik, açıdan çeşitli farklılıkları, elbette sandığa da yansıyacaktır.
Mesela demokratik ve sanayileşmiş ülkelerde, seçmenler daha çok sınıf bilinciyle hareket eder.
Bizimkisi gibi ülkelerde, “Kıbrıs sorununa bakış açısı” bile, belki ciddi oranda seçmenin oyunu etkilemeyebilir, ama mutlaka etki etmektedir.
-*-*-
Coğrafi köken, etnik köken, elbette ayrımcılıktır ama oy kullanmada etkendir.
Hatta, bizimkisi gibi ülkelerde, akrabalık, arkadaşlık, yani kişisel yakınlık da oy verme konusunda ciddi etkendir.
-*-*-
Belki de yakışıklılık, seksilik yani çekici ve çekicilikle karizmatikleşmiş görüntü bile oy vermede etken olabilir. Örnek mi?
Hüseyin Özgürgün’ün bu şekilde ciddi oy aldığının, desteklendiğinin yakın bir şahidiyim…
-*-*-
Ancak KKTC’de edindiğim izlenim, seçmenin oyunu en çok etkileyenin genel anlamıyla “dokunuş” olduğu yönündedir…
-*-*-
Bir parti, bir aday; seçmene ne kadar çok dokunmuşsa, o kadar çok tercih sebebidir…
-*-*-
Belki de bu insanımızın yapısıyla alakalıdır…
Bilemem…
Ama KKTC seçmeni, kendisine iyiliği dokunan parti veya adayı, ne olursa olsun; Dünya’da rüşvet şampiyonu da olsa, hırsızlıkta master – doktora sahibi de olsa; çok bilgili, çok kültürlü, çok iyi konuşan, çok ciddi, çok sağlam aday veya adaylara tercih eder.
-*-*-
Bu yazdıklarımı her hangi bir bilimsel araştırmaya dayandırmıyorum elbette.
Tamamen kendi gözlemlerim, tecrübemle aktarmaya çalışıyorum.
-*-*-
Mesela bir yakınınız hasta oldu.
Özel hastaneye götürecek paranız yok.
Biri size “filanca milletvekili” diye birini anlatıyor.
O milletvekili, kişisel veya kurumsal bağları aracılığı ile hastanızı alıp taaa Ankara’lara gönderiyor. Yanında siz de refakatçi gidiyorsunuz. Kurumsal ilişkinin karşı taraftaki unsuru tarafından hastayla da yakınıyla da ilgileniyor.
Hastane ayarlanıyor.
Misafirhane sağlanıyor.
Bedava üstelik!
-*-*-
İşiniz iyi gitmedi.
Borç almanız lazım.
Parti devreye giriyor, Kooperatif’ti, Vakıflar’dı, devletin elinin uzandığı öteki kurumlardı derken, kredi elinizde…
-*-*-
Çocuklarımız her şeyimiz…
Peki, çocuklarımızın, kendi köyünde bir arsaya sahip olup, oraya ev yapmasını kim sevmez, kim beğenmez?
Kırsal kesim arsası hizmetinizde.
Efendim ama ganimet toprak, yasadışı ve resmen rüşvet!
Doğrudur, hem ganimet, hem yasadışı hem de resmen rüşvet ama gelin görün ki, hayatımızın bir gerçeği.
Devletin bizzat kendisi yasadışı!
Birinin çok umurunda mı?
-*-*-
Geçenlerde çok başarılı bir lokanta işletmecisi bana şöyle dedi:
“… Bizim parti iktidara geldiğinde, benim restoranda tek bir yemek vermiyorlar. X parti her iktidar olduğunda, haftanın dört gecesi değilse bile üç gecesi bende yemek var. Sen olsan hangisini desteklersin?”
Adam haksız değil!
Ekmek çok önemli!
-*-*-
Doğu kültürlerinde, düğün, sünnet, cenaze de ekmek kadar önemlidir…
İnsanlar, düğünlerine, cenazelerine gelenlerin mutlaka “hatırını” tutarlar…
Ne ideolojisi, ne düşüncesi, ne gavolozu önemlidir.
Cenazeye ve düğüne gelen, o kişiye “dokunmuş” demektir.
“Düğünümüze geldi, hiç oluuur; vereceyik bir oycuk…” yaklaşımı ya da bakışı; arsadır, iştir, kredidir gibi unsurlarla daha da yüklendiğinde, o kişiye gidecek oy, aynı zamanda partiye mühre de döner!
-*-*-
Ersin Tatar, Zorlu Töre ve Hasan Taçoy ile ilgili bir cenaze fıkrası var…
Sıcak bir yaz günü, Kıbrıslı bir adam, üzerinde atletciği ve şortu, yol kenarına oturmuş, geleni geçeni seyrediyor ve gölgede serinlemeye çalışıyor.
Önce Zorlu Töre geçmiş yoldan, selamlaşmışlar…
Beş dakika sonra Taçoy geçmiş, merhabalaşmışlar.
Ardından Tatar geçmiş, durup beş dakika sohbet de etmişler.
Tatar gider gitmez adam karısına çağırmış, “be hanım be hanım acele gel!”.
Karısı gelmiş.
Adam, “vur baa bir tokat” demiş!
Kadın, “ma delirdin be gocamış, ne vurayım sana?” diye çıkışmış!
Adam ısrarcı, “vur olan da gorkma!”.
Kadın, içinden de gelen senelerin birikimiyle de olsa, okkalı bir tokat yekleştirmiş!
Adam, “ooooh, üç gişi geçti, bir an öldüm, cenazeme geldiler sandım, şimdi tokadı yedim tamamım” demiş.
-*-*-
İdeoloji mi?
Değişken!
Türkiye ne derse!
Tutarlılık mı?
Yayvan!
Gelecekle alakalı plan mı?
Sıfır!
Oylar mı?
Yüzde 40’larda!
-*-*-
Ne yazık ki “büyülü dokunuş”lar, siyasetimizin en önemli gerçeğidir.
Bilmem anlatabildim mi?
Bülent Ersoy’a şemsiye tutan eller öpülmelidir
Bülent Ersoy, Ankara’daki bir konseri öncesi Anıtkabir’i ziyaret etti…
Bravo…
Günümüz Türkiye’sinde bir sanatçının Anıtkabir’e gidip Atatürk’e saygı göstermesi, yönetenler tarafından pek “sempatik” kabul edilen bir şey değildir.
Bu yüzden Ersoy’un ziyareti daha da önemlidir.
-*-*-
Tekerlekli sandalye ile hareket sağlıyor…
Bu arada da bir bahriyeli, yani denizci subayı O’na şemsiye tutuyor…
-*-*-
Dün takip ettim o bahriyeli subay görevden alınmış…
-*-*-
Olaya hangi açıdan bakıldığını bilemem…
Ama seversiniz, sevmezsiniz, beğenirsiniz, beğenmezsiniz ülkenin büyük bir sanatçısıdır Bülent Ersoy…
Hem de çok büyük bir sanatçı…
-*-*-
Ve bir ülkenin subayı, o ülkenin büyük bir sanatçısına şemsiye tutmuşsa; o şemsiyeyi tutan elleri öpülmelidir…
-*-*-
Başka bir açıdan olaya bakmak, dedikoduculuktur.
Virginia Giuffre adlı bir kadın, İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth'in “en sevdiği” oğlu York Dükü Prens Andrew’u, kendisine cinsel saldırıda bulunmakla suçluyor… İddialar korkunç. Bu konuda yargılanan çocuk tacizcisi Amerikalı milyarder Jeffrey Epstein
Ve bir yardımcısı tarafından, henüz 17 yaşındayken Prens Andrew’la tanıştırıldığını iddia eden Giufree, prensten tazminat talep ediyor… Ancak konu sadece para değil… Bir kraliyet utancı… Ve Kraliçe, oğlundan, askeri ve diğer unvanlarını geri aldı… Prens Andrew sonbaharda başlayacak mahkemeye henüz çıkmadan, yani “mahkum” olmadan, rezil oldu. Fotoğraf: Dünkü The Guardian’ın manşeti…