-Büyüyünce ne olacaksın? -ANNE

Derya Beyatlı

Her genç kızın rüyası beyaz gelinlik-miş, her kız çocuğunun düşü büyüyünce anne olmak.

Buna kim, hangi araştırma verilerine dayanarak karar vermiş bilmiyorum, ama nedenini çok merak ediyorum doğrusu.

Damatlık düşü olan bir erkek hiç duymadım. Hatta, bu kadınların, pardon ‘kızların’ en mutlu sayılan günlerinde damatlık niyetine giyilen siyah takım elbisenin renginin matem renginden geldiği iddiaları var, biliyorum. 

Evdeki çocuk sayısının, kendi çocukları artı bir olarak tanımlandığı bir toplumda, yemeğinden ütüsüne kadar başka bir yetişkinin sorumluluğunu taşımak niye genç kızların rüyalarını süsler, anlamakta çok zorlanırım.

Aynı gün erkek literatüründe hayatın sona ermesi ile eşleştiriledursun- ‘Game Over’- , bir kadının neden en mutlu günü evlendiği gün sayılır, onu hele hiç aklım almaz.

Parmağa geçirilen halkaya ait bir gün nasıl, yıllarla gece gündüz çalışıp sonunda aldığı diplomanın, yazdığı ilk kitabın tanıtımının, seyirciyi ilk selamlamasının, öğrencilerinden aldığı ilk teşekkürün, ilk kazandığı davanın, ilk tasarladığı evin, veya bir anı plaketinin gününden daha mutlu olabiliyor?   

Doğum günlerinde tencere, tava, fritöz sahibi olup, ‘aman gözleri dışarıya kaymasın’ diye seçilmiş eşlerine daha güzel börekler açmak maksatı ile annelerinden mürüvet hayır duaları almak niye hep kadınların payına düşüyor?

Oysa erkeklere layık görülen dualarda çoğunlukla ‘büyük’ adam ve çok para cümlelerine rastlanır.

Bekârlık erkek için sultanlıktır, kadın için esaret. Evlerin içerisine yerleştirilen kameralara yansıyan gerçekse çok başkadır. Ayaklarını uzatıp televizyon izleyen erkeğin yanında bir yandan ütü yaparken bir yandan oğlanın sınav sorularına yardımcı olan Anne figürü kimseye sürreal gelmez.

Yine de ‘sakın ha evlenme!’ cümlelerini kuranlar hep de erkeklerdir. Bir bilenden bunun nedenini duymayı çok isterim, cidden.

İlginç bir rüya zaten bu genç kızlara ait olduğu iddia edilen. Sen o kadar hayal et dur, hayatının en mutlu gününü yaşa, evlendim diye, sonra soluğu mahkemede al. ‘Anlaşamıyoruz’.

Evlilik davalarının %75’ini kadınların dosyaladığını okumuştum ve her iki evlilikten birinin bittiğini. Bu işte bir tuhaflık yok mu, sizce de?

30 yaşına yaklaşan bekâr bir kadına verilecek en güzel öğüt, ‘Armutun sapını, üzümün çöpünü bırak, bak yaşın geçiyor, sonra evde kalırsın’ dır. Aynı yaşlardaki erkeğinse sırtı sıvazlanır, ‘Aman oğlum, acele etme, daha yaşın erken, hayatını yaşa biraz’. Evlenince erkeğin hayatı sönüyor zira!

30’dan sonra ‘bir türlü evlenmeyi beceremeyen’ kadının çilesi şekil değiştirir. Artık bekâr mısın sorusuna verilen cevabın karşılığı hafif bir acıma duygusu eşliğinde, ‘yazık, güzel kızsın oysa’ dır.

Ebeveyn olmak, bir canın tüm sorumluluğunu yüklenmek, çok büyük bir fedakarlık. Bizim toplumumuzda, Annelik daha da büyük bir fedakarlık gerektiriyor. Kendi hayatını unutup, başkaları için yaşamak zorunda kalıyor çoğunlukla Anneler.

Sınırsız ve karşılıksız sevgiyi yaşadıkları, yaşattıkları için büyük saygı duyuyorum tüm Annelere.

Anneler gününü bize daha güzel yemekler pişirsinler diye elimizde mutfak eşyaları ile evlerine koşarak geçirmek benim çok ağrıma gidiyor.

Kadının anne ve eş olmadan da var olabileceği ve saygı görebileceği bir toplum özlemi ile kucaklıyorum bugün Anneleri.


10 Mayıs 2015
Çatalköy