Pasaport…
KKTC Dışişleri Bakanı Sn. Hüseyin Özgürgün Türkiye ziyaretinde “Gençlerimiz Rum pasaportuyla kandırılıyorlar” diye bir açıklama yapınca Türkiye medyası mal bulmuş mağribi gibi “haberin”(!) üzerine atlayıverdi.
Geçmişten beri Kıbrıs’ın kuzeyindeki hamaset erbabının bu artık foyası çıkmış olta atışlarına Türkiye medyasından zıplayıveren sazanlar hep olmuştur. Yine oldu. Koskoca bir Bakan “gençlerimiz kandırılıyor” diyorsa, hele ki bu “kandırılma” tam da arayıp bulamadığımız kışkırtıcılığa malzeme sağlayacak biçimde “Rum” kaynaklıysa yeme de yanında yat!
Malum, Kıbrıs etrafında “sismik araştırma” adı altında belamızı aramaktayız şu günlerde. Kendi karasularımıza değil, Kıbrıs’ın kuzeyindeki sulara da değil, tam da “Rum’un hidrokarbon araştırma platformunun” dibine kadar gönderiyoruz Piri Reis’i. Askeri gemiler eşliğinde üstelik!
Devletimiz Nuh nebiden kalma gemiyle belasını ararken, Türkiye medyasının “Kardak deneyimli” unsurları da işin psikolojik alt yapısını oluşturma derdinde nitekim. Yoksa KKTC Dışişleri Bakanı’nın açıklaması ne zaman Türkiye medyasında doğru dürüst yer bulmuş ta şimdi manşete çıkıversin değil mi efendim?
Hatırlarsınız değil mi “Kardak Krizini”… Acar haberciler herkesten önce koşturup Türk bayrağını dikme derdine düşmüşlerdi Yunan keçilerinin arasına. Üç adımlık kaya parçaları yüzünden Türkiye ile Yunanistan savaşın eşiğine gelmişti. Azıcık milliyetçi gösteri yapalım diye yola çıkan dönemin hükümeti, ucunu gösterdikleri hamasete yeni gelin gibi sarılan acar gazetecileri bayrak dikerken görünce neye uğradığını şaşırmış, bu minik gösteriden büyük bir savaşın çıkmasını engelleyene kadar akla karayı seçmişlerdi.
KKTC Dışişleri Bakanı aslında eski bir hamaset oyununu tekrarlamak istemiş olmalı. Allah ömürler versin, Sn. Denktaş’ın vaktiyle Türkiye’deki desteğini korumak için başvurduğu bir argümanı durup dururken dolaşıma sokuverdi yeniden.
Tabii Sn. Dışişleri Bakanı belki henüz fazla genç ve heyecanlı olduğundan, eline nasıl bir ateş topu aldığını düşünemedi. “Azıcık hamaset yapayım, ben de Türkiye’deki iyi saatte olsunların hoşuna gideyim” derken, işin ucunun nerelere varacağını kestiremedi…
Aynı hamasetin, aynı oyunu defalarca kurup, aynı çukura defalarca düşmesi artık hiç eğlenceli değil… Enikonu hazin bir manzara! Yapmayın, etmeyin böyle kuzum…
Allah ömürler versin tekrar, Sn. Denktaş da aynen böyle “gençlerimiz Rum pasaportlarıyla kandırılıyor” demişti de torun-torba Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu sahibi oldukları çıkıvermişti ortaya. Türkiye medyasında kan kokusuna duyarlı kimi unsurlarının hafızası da balık hafızası olduğundan, Sn. Denktaş’ın vaktiyle yaşadığı sıkıntıyı akıllarına bile getirmeden yahut da hiç umursamadıklarından atlayıverdiler bu demecin üzerine!
Yoksa herhalde biliyorlardı Rum pasaportu denilen şeyin uluslar arası geçerliliği olan ve her Kıbrıslı Türk için anasının ak sütü gibi helal olan Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu olduğunu…
Yoksa biliyorlardı herhalde, gençlerin falan kandırılmadığını, bölünme öncesi Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin ve onların çocuklarının dünyayla bağlantısının en kolay yolunun bu pasaport olduğunu…
Yoksa biliyorlardır herhalde, Londra’ya gidebilmenin en kısa yolunun İstanbul üzerinden değil Larnaka üzerinden geçtiğini… Ve kimsenin tanımadığı bir devletin yurttaşı olmanın ne anlama geldiği konusunda fikirleri yoksa o ülkede istihdam ettikleri temsilcileri kendilerini bilgilendiriyorlardır herhalde?
Türkiye medyasının Kıbrıs’ın kuzeyinde istihdam ettiği gazeteci arkadaşlar, merkez bürolarını nasıl bilgilendiriyorlar merak ediyorum? Bunca yıldır Türkiye medyası bu en basit KKTC gerçeklerini hâlâ nasıl öğrenemedi?
E şimdi ne oldu? Sn. Dışişleri Bakanı kalktı, Ankara’da durup dururken “Gençlerimiz Rum pasaportuyla kandırılıyor” deyiverdi…
Deyince ne oldu peki? Başta kendisininki olmak üzere, gıcır gıcır “Rum pasaportlarına”(!) sahip Hükümet üyelerinin listesi düşüverdi gazete sayfalarına.
Hani iktidarda solcu, Rumcu bir parti olsa neyse… Anlı şanlı, milliyetçi, egemenlikçi, anavatancı UBP Hükümeti’nin bakanlarından söz ediyoruz!
Olmuyor böyle! Solcuların bile nezaketen burnunuza dayamadığı pasaportları, ta Türkiye medyasının eline verecek hatalar yapmayın. Maazallah, sonra KKTC’nin acemi ellerde olduğunu düşünecek Türkiye’deki ağabeyleriniz…
Kendi ayağınıza kurşun sıkmayınız lütfen! Hadi kendi ayağınıza kurşun sıkmak pahasına hamaseti seviyorsunuz.
Lâkin bizi karıştırmayın lütfen… Tam da Türkiye’nin sismik bela araştırması yaptığı şu günlerde, Türkiye medyasında kan kokusuna aşırı duyarlı unsurlarına malzeme üretmeyin. Üretmeyin ki zaten doz aşımına uğradığımız milliyetçilik biraz daha azgınlaşmasın… Olur mu efendim?
“Doğaya aykırı cinsel ilişki” üzerine…
Kıbrıs Cumhuriyeti eski Maliye Bakanı Mihalis Sarris’in Lefkoşa’da iki Türk erkekle birlikte “doğaya aykırı ilişki” kurduğu gerekçesiyle tutuklandığı haberini okuduğumda ne yalan söyleyeyim, önce şaka zannettim. Ne yazık ki 21. Yüzyıl’da Kıbrıs’ın kuzeyinde yetişkin insanlar cinsel yönelimleri nedeniyle suçlanabiliyor, hatta tutuklanarak teşhir edilebiliyorlarmış. Bu utanç verici haberi gazeteler donuk ve tepkisiz bir ifadeyle okuyucularına “doğaya aykırı ilişki suçu” olarak aktarabiliyorlarmış. İnanılır gibi değil!
Utanması ve suçlanması gerekenler cinsel yönelimlerini özgürce yaşayan ve ifade eden yetişkin insanlar değil, ancak kimi Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde “suç” kabul edilerek insanların tutuklanmasını gerektiren çağ dışı bir yasanın Kıbrıs’ta yürürlükte olmasına göz yumanlardır. CTP döneminde bu yasanın çoktan kaldırılmış olması gerekirdi. Umuyorum sol partiler derhal bu ayıbın ortadan kaldırılması için harekete geçecek ve gereğini yapacaklardır.
Bu arada buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum. Cinsel yönelimleri nedeniyle bugüne kadar yasal kovuşturmaya uğramış, tutuklanmış olan her kim varsa lütfen benimle bağlantı kursunlar. İnsan haklarını hiçe sayan bu uygulamaları AİHM’ye taşıyalım.