Koral ÖZKORALTAY
koraltaykoral@yahoo.com
Emek kelimesinin en yaygın karşımıza çıkan anlamı Türk Dil Kurumu’nda “Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü, mesai, zahmet” olarak gösteriliyor.
Emek ile ilgili yüzyıllardır söz söyleyenler çok olmuştur. “Emek en yüce değerdir”, (Karl Marx) “Emek olmadan hiçbir şey yetişmez.” (Sofokles) … ve daha çoğaltabileceğimiz birçok benzerleri ile zenginleşen dağarcığımızda EMEK kelimesinin ifade ettiklerinin oldukça anlamlı olduğu ortadadır.
Tarih sahnesine çıktığından beri ilk insanlar, dünyada var olma mücadelesini hep birlikte veriyorlardı. Ancak süreç ilerledikçe, evler, köyler kurulmaya başlar başlamaz ev içine tıkılan kadın pasifize edilerek güçlü erkeğin koruması altında buluyor kendini. Bu durum, fiziksel gücünü avantaj olarak kullanan erkeğin bilinçli şekilde erkek egemen dünya yaratma halidir. İmparatorlukların gücünün ordularının büyüklüğüyle değerlendirildiği dönemlerde ise, ordunun ihtiyacı olan askerin üretim makinesi olarak görülen kadınlar, sırf çocuk doğurup ordu için nüfusu çoğaltmak rolünde kullanılmışlardı. Soyun devamını sağlıklı şekilde büyüterek ev içinde hizmet eden değersiz ayrıntılar olarak yüzyıllarca kadınların toplumdaki varlıkları hiçleştirilmişti.
18. yy - 19.yy fabrikalaşma ve sömürgeleşme sürecinde cephedeki erkeğin boşalttığı yeri doldurmak ve üretimi arttırmak için çalışma sahasına alınan kadınalar, düşük ücretle, uzun çalışma saatleriyle ve iş güvencesi olmadan sağlıksız ortamlarda çalıştırıldılar. Yıllar boyu emekleri sömürülen ciddi bir kalabalık olarak, kapitalist sermaye dünyasının bu şartlarına direnerek ayakta kalmaya çalıştılar.
“Çalışmak Onurdur” çok anlamlı bir cümle aslında.
Bu cümle kadınların, erkeklerin çalışma alanında kendilerine yer edinme mücadelesinin oldukça zorlu ve acılı oluşunu; ancak ne kadar zor olursa olsun geri adım atmamaya inat ettiklerini simgeleyen derin bir cümledir. İşe gidebilmek, üretebilmek, para kazanıp kendine ait bir gelir sahibi olabilmek, kadını toplumda vasıfsız, ev içi hizmetli rolünden çıkarıp, ücretli üretici bir role dönüştürmüştür. Bir daha eve kapanmamak, kazandığı geliri kaybetmemek için “işin” önemini kavrayan kadınlar, erkek egemen dünyada yer edinmek için güçlenmenin yolunun, haklarını güvenceye almak olduğunun farkındaydılar.
İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ ve hatta Yakın Çağ’da bile sözü söyleyen, kanunu koyan hep erkek olmuştur. Kanunlar özgür erkekler için, haklar onları korumak için, nüfus sayımı bile erkekleri saymak için yapılagelmiş bir dünya düzeninde, kadının kendine hak araması, erkek egemen dünyaya ciddi bir meydan okumaydı. 1789 Fransa’da yayınlanan ve sonrasında dünyayı etkileyen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi bile erkek kardeşliği ve eşitliğinden bahsediyorken, hak aramak çok zorlu bir mücadele olacaktı.
Kadının kendine emek dünyasında yer açmaya çalıştığı bu yıllarda, 8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlayınca, polis grevi durdurmak için işçilere saldırıyor ve işçilerin fabrikaya kilitleniyor, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamayarak 120 kadın işçi fabrikadaki yangında hayatını kaybediyor. 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın “Internationaler Frauentag” (International Women's Day – Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getiriyor ve öneri oybirliğiyle kabul ediliyor. Anma tarihinin 8 Mart olarak saptanışı, Lenin'in önerisiyle 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşiyor. Adı da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirleniyor. 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde gerçekleşen çeşitli gösterilerde anılmaya başlanmasıyla Batı Bloku ülkelerinde de anılması gündeme gelen bu günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul ediyor.
Almanya’da ise kapitalist düzene karşı ilk büyük grevi gerçekleştirenler de kadın dokuma işçileri olmuştu. Bu tarihsel grevden 55 yıl sonra yine ABD’nin Massachusetts eyaletinde dünyanın en büyük tekstil fabrikası Lawrence’de kadınlar “54 saatlik haftalık çalışma saati, ücret artışı, fazla mesai ücreti ve eşit işe eşit ücret” talebiyle grev gerçekleştirdi. İngiltere’nin ilk kadın grevi, 1918’de Londra’da kadın tramvay işçilerinin “eşit ücret” talebiyle gerçekleştirdiği grevdi. 1968 yılında Ford’un Dagenham imalathanesindeki kadın grevi, 1970 yılında İngiliz Parlamentosu’nun “Eşit Ücret Yasası’nı” kabul etmesini sağlayan mücadelenin öncüsü olmuştu.1
Amerika’dan başlayan grev rüzgarı ülkeleri dolaşarak Kıbrıs’a geçiş yapıyor. Uzun yıllar evlerindeki dokuma tezgahlarıyla haşır neşir olan Kıbrıs kadınının, dünyanın birçok ülkesinde hak ve emek mücadelesi veren diğer benzerleri gibi sermayeye karşı, kapitalist düzene karşı başlattıkları değerli başkaldırılarını kalemimle selamlamak isterim.
İngiliz Sömürge döneminin Kıbrıs’ta yaşandığı yıllarda, 2. Dünya Savaşı’nın başlama arifesinde, dönemin “modernleşme” simgesi sayılan İngiltere’nin, adada açmaya başladığı fabrikaların başında dokuma fabrikaları gelmiş ve bu fabrikalara, dokuma tezgahlarıyla yıllardır evlerinde tanışık olan kadınlar yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Toplumsal roller içinde, kadınların aile içinde çalışmasını uygun gören dönemin düşünce yapısı, ev içi hizmet, çocuk bakımı, tarla, bahçe, hayvan bakımı gibi gündelik işleri yüklenen kadınların, fabrikalarda işe başlamalarını ilk anda yadırgasa da, fakirlik ağır basmış ve kadınlar ev dışına yavaş yavaş çıkmaya başlamıştı. Koşulları hiç de insani olmayan, emeği sömüren bu çark içinde ezilmek, fakirlikle boğuşan ailelerdeki kadınlar için bir anlamda ev dışına çıkmanın ve özgürleşmenin kabul gören bahanesi olduğu için, işlerinden vazgeçmek istememişlerdi. İşe başlama saatleri güneşe bağlı idi ve gün doğumundan gün batımına kadar nefes alınamayacak kötü ve sağlıksız ortamlarda çalışmak zorunda bırakılıyorlardı.
Mağusa’nın Maraş bölgesinde açılan dokuma fabrikasının birinde çalışan kadınlardan biri, iş sırasında ciddi bir kaza geçiriyor ve saçı makineye takılıp sürükleniyor. Yüzünde ciddi yaralanmalar olan kadının hayatını kaybetmesine ramak kala makinenin durdurulmasıyla, bu tehlikeden kurtuluyor. Hastaneye kaldırılıyor ancak yüzündeki yaralanmaların kalıcı olmasının önüne geçilemiyor.
Bu kaza sonrasında fabrikadaki kadınlar, Mayıs 1938 ‘de greve başlıyor. Sigortalı bir iş, 8 saatlik çalışma süresi, sağlıklı bir ortamda çalışma taleplerini tekrarladıkları 3 ay süren grev, basında oldukça geniş yer tutuyor. Grev, başlayan bir kavga sonrası tutuklanarak hapse atılan grevcilerin susturulmasıyla sona eriyor. Sonuçta bu grevin ardından talep edilen şartlar gerçekleşmiyor, ancak bu süreçte direnerek ortaya çıkan birliktelik ruhu, kadın dayanışmasının önemini kavramak ve organize olup ses çıkarmak için kıpırdanmaları başlatması bakımından, Amerika’daki grevle benzer değerdedir. Buradaki kadınların grev sırasında “Çalışmak Onurdur” sloganını ağızlarından düşürmedikleri, “Eve geri dönmek değil, onurumuzla çalışmak istiyoruz!” diye bağırdıkları, o dönemi yaşayan tanıklarca hala daha anlatılıyor. Hatta bu grevi takip eden yıl, bir salona toplanarak mutfak alet ve gereçlerini parçalayan kadınlar, ev köleliğinden kurtulmak, özgürleşmek için mücadelelerine devam ediyor olduklarının işaretini vermiş oldular.2
Bugün işe gidebilme hakkı denen normalleşmiş bir hakkın, bedeller ödenerek kazanılmış olduğunu bilmek ve bu uğurda yapılan birçok mücadeleyi hatırlayıp sahiplenmek bilinçli bir kadının, bilinçli bir insanın belleğinde olması gereken değerli bir donanımdır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü, 1978 yılından itibaren Kıbrıs’ın kuzeyinde düzenlenen etkinliklerle görünür kılınmaya devam ediliyor. Kadınların yaşamın her alanında hak arama mücadelesinin önemli parçası olan “emek mücadelesi” bugün de devam eden bir mücadeledir. Güçlü adımlar atabilmek, fark yaratıp haklarımızı kazanabilmek için birlik olmamız gerektiğini unutmadan, örgütlü mücadeleyi ve dayanışma ruhunu hep canlı tutarak “Çalışmak Onurumuzdur” diyoruz.
1: http://www.marksistteori2.org/
2: Thekla KYRİTSİ: “How the textile industry generated a vibrant women’s movement in colonial Cyprus”