CAMBAZLARI İZLERKEN…

Sinan Dirlik


TC tarihinin en büyük devlet prodüksiyonuna “şimdilik” virgül konmak suretiyle ara verildi. Fethullahçı teröristlerin Türkiye denilen cehennemin ateşini harladıkları 15 Temmuz darbe girişimini tam anlamıyla bir siyasi fırsata dönüştüren iktidar, bu elverişli fırsat ikliminde ülkede muhalefet adına kalan son kırıntıları da temizlemeye koyuldu.

Türkiye’nin yarısı 22 gündür sokaklarda devletin tüm imkânlarının seferber edildiği imitasyon demokrasi gösterilerinde pompalanan hamasi milliyetçi-muhafazakârlığın sarhoşluğunu yaşıyor. Dombıra’nın ritmine eşlik eden “idam isteriz” sloganlarıyla coşan kalabalıklar, daha 3 ay önce “biz Allah muhafaza demokrasiye karşıyız, şeriatçıyız” diyen Cübbeli Ahmet’in, elindeki kanı muhtemelen sahneye çıkmadan az önce yıkamış olan Mehmet Ağar’ın, onu maziye derin derin dalarak izleyen Tansu Çiller’in doldurduğu meydanlarda sahiden demokrasiyi savunduklarına kendileri de inanıyorlar mıdır bilinmez… Lakin sadece Yenikapı “showunda” sahne almayı reddettiği için bir pop sanatçısının konserlerinin arka arkaya iptal edilip üstüne bir de hakkında soruşturma açılmasının, o meydanlardaki “demokrasi ruhuna” dair fikir vereceği umulur tereddütte olanlara…

Ülkenin “demokrasi nöbetlerine” katılmayan kalan yarısının da ambale edilmesi için tedbirli davranıyor devlet-i ali! Ekranlara birbiri ardınca çıkarılan itirafçı Fethullahçılar, anlı şanlı gazetecilerin “uuuu?” “vaaaayy?” “hiiiii!” nidaları altında on yıllardır yedikleri herzelerin dökümünü yapıyorlar. Neler yok ki bu itiraflarda? Askeri casusluklar mı istersin, faili meçhul cinayetler mi istersin ne ararsan var. Stüdyolarda hiç bir gazetecinin “kardeşim bu kadar herzeyi yiyip nasıl oluyor da elini kolunu sallaya sallaya dolaşabiliyorsun?” sorusunu sormadığı, hiçbir savcının bu itirafları “suçun ikrarı” olarak kabul edip dava açmadığı, izleyenlerin artık kayıtsızlaşan gözlerle izlediği bu çadır kumpanyasında cambazların biri inip biri çıkıyor.

14 yıllık AKP iktidarının 11 yılında sarmaş dolaş olunan Fethullahçı teröristlerin bir kısmı, AKP için hâlâ “kullanışlı” olmalı ki, bu FETÖ’cü itirafçı alçaklar bu kez itiraflarıyla makbul vatandaş kimliklerini korumayı başarıyorlar. Bir tanesi televizyonda “vicdanen rahatsızım ama günah çıkartarak vicdanımı bir nebze rahatlatıyorum” diyor fütursuzca. En tepedekilerin bile “kandırıldım, vicdanen rahatsızım, Rabbimden ve milletimden af diliyorum” diyerek, meseleden kendisini tereyağından kıl çeker gibi kurtarma girişimleri, ülkede hukuk diye bir kavram olmadığı, olan hukuk da “makbul vatandaşlara” işlemediğinden büyük takdir topluyor.

22 gündür meydanlarda demokrasi isteyenler, ekranlara çıkıp “milletim ve rabbim affetsin, FETÖ’ye çok yardım ettim” diyenlerin yargı önünde hesap vermesini demokratik- hukuk devletinin gerekleri arasında görmüyorlar. Meydanları dalgalandıran demokrasi ufku, muktedirlerin işaretlediği alanla sınırlı çünkü!

Milletçe bu cambazlığı izlerken gerçekte neler oluyor peki?

Hatay Valisi, 15 Temmuz’dan itibaren 1 hafta boyunca IŞİD’le olan sınırda kontrolün devre dışı kaldığını söylüyor örneğin. “Normal şartlarda”, “normal bir toplum” bu bilgi karşısında infiale kapılmalıydı. Ama ne şartlarımız normal, ne toplumumuz normal ne de böyle bir bilgi, itirafçılardan sıra gelip de kamuoyunun gündeminde yer bulmuyor.

79 gün önce devletin göz altına aldığı ve kendisinden haber alınamayan bir Hurşit Külter var mesela. Devlet 1 hafta içerisinde 70 bin FETÖ’cüyü “eliyle koymuşçasına” (!) tespit edip işten el çektirebilecek bilgiye sahipken, “Hurşit Külter nerede?” sorusuna yanıt vermiyor.

25 yıldır işlemediği suçtan yatan Serhat Tuğan hakkında yeniden yargılanma kararı çıkmasına, bu karara itiraz eden savcı FETÖ operasyonları sırasında tutuklanmasına rağmen Serhat Tuğan’ın 25 yıllık tutukluluğu devam ediyor. Ailesi ve bir avuç insan dışında kimsenin bu adalet cinayetine son vermeye vakti yok. Aynı biçimde İlhan Çomak… O da TC tarihinin en uzun süre tutuklu kalan mahkumlarından biri olarak artık bu haksızlığa son verilmesini bekliyor umutsuzca.

Bu arada Barış Akademisyenleri patır patır üniversitelerden atılmaya, tutuklanmaya devam ediyorlar. Marksist ve hatta ateist Doç. Dr. Candan Badem “FETÖ’cülük suçlamasıyla” gözaltına alınıyor. Genco Erkal’ın oyunu OHAL gerekçesiyle yasaklanıyor.

Bu arada Diyarbakır’da PKK’nin gerçekleştirdiği bombalı katliam sırasında olay yerine yakın oldukları için ilk giden Evrensel muhabirleri, “bu kadar çabuk nasıl haberiniz oldu” denilerek göz altına alınıyorlar.

“Hainler mezarlığı” denilen kepaze uygulama resmiyet kazanıyor. Gözaltında hayatını kaybeden insanlara defin hizmeti verilmiyor, gömülecek yer bile bulamıyorlar. İşkence, gözaltında kayıplar ve ölümler, kötü muamele yeniden Türkiye’nin insan hakları sicilinde ilk sıralara yükseliyor. 

Ülke genelinde bir cadı avı ile binlerce insanın hayatı karartılıyor. Cadı avının uğursuz karanlığını fırsat bilen bir takım ahlaksızlar Türkiye’de, hatta Kıbrıs’ta sırf iktidara yaranmak için aydınları, solcuları, husumet duydukları herkesi ihbar ediyorlar. Öyle bir dönem ki, üzerinize sıçrayan çamurdan temizlenmek sizin sorumluluğunuz. Suçlamayı yapanın ispat gibi bir yükümlülüğü yok. Sadece çamur atması yetiyor.

Devletin neredeyse tüm kurumları çökmüş, felç olmuş durumda. Bürokrasiden orduya, polisten üniversiteye herkes birbirine şüpheyle bakıyor.

Türkiye’nin dümeni batıdan hızla doğuya kaydırılırken, bu kadar radikal bir dönüşüm neden ve sonuçlarıyla itirafçılardan sıra gelip de tartışılmıyor.

Bütün bunlar olurken ülkenin muhalefeti, iktidarın yanında hizalanmak dışında ne mi yapıyor? Mini anayasa paketi hazırlanırken iktidar masada kimleri görmek isterse onlarla masaya oturuyor. 6 milyon insanın oy verdiği, ülkenin 3. Siyasi partisinin tamamen devre dışı bırakılması kimseyi rahatsız etmiyor. OHAL ilanı ve OHAL uygulamaları ne muhalefet partilerinin, ne basının, ne baroların gündeminde sorun teşkil etmiyor.

Kendinden menkul bir demokrasi dekorunda bir ipten inip başka ipe çıkan cambazları izliyoruz hep birlikte. Oradan oraya koşup “….. yalnız değildir!” sloganları atıyoruz. CHP eski milletvekili Melda Onur koymuş noktayı: “Evet, yalnız değiliz ama bir arada değiliz…”

Birbirimizin kaşına gözüne bakmayı bırakıp, birbirimizin geçmişini kurcalamayı bırakıp yeni bir gelecek için bir araya gelebildiğimizde bitecek bu çadır tiyatrosu… O güne kadar bir ipten inip bir ipe çıkan cambazları izleyip duracağız.