Biraz yürüyorum, biraz da geziyorum…
Yürüyerek geziyorum da diyebiliriz…
-*-*-
Zaman zaman tanıdığım, zaman zaman hiç tanımadığım onlarca, yüzlerce insanla da sohbetler ediyorum…
-*-*-
Böyle bazı sosyal medya kanallarındaki fenomenlerden falan etkilenmiş olacağım ki; karşılaştığım insanlara sorular da soruyorum…
Kaydedip yayınlamayı hiç düşünmemiştim; şimdi düşünmeye de başladım…
Telefon da bu işi yapabilir, ama bir sağlam kamera falan almayı düşünüyordum ki “yok hayır, telefonla çek Serhat”a geri dönmek zorunda kaldım!
Öyle kameraymış, bilgisayarmış almak için çok patates parasına ihtiyacımız var!
-*-*-
Neyse!
Son dönemlerde insanlara bazı siyasilerimizin isimlerini sorma gereği hissettim!
Mesela daha önce de yazıp yazmadığımı hatırlamam ama bizim Meclis’te, Ünal Üstel’in kurultay galibiyetine huylanan ve “olman da cumhurbaşkanı adayı falan olur gailesiyle turistik faaliyetlere girişildiği” günlerde; önüme çıkana “Ziya Öztürkler kimdir?” diye sormuştum…
Yeminle, yüzde sıfır!
-*-*-
Allah sizi, istatistik kurumumuzun açıkladığı hayat pahalılığı rakamı kadar inandırsın ki; gerçekten böyle!
-*-*-
“Serhat yaptığın bilimsel değil, saçmalama” mı diyeceksiniz?
Kardeşim, sizin açıkladığınız aylık yüzde sıfır nokta yetmişlerdeki enflasyon rakamını çok mu bilimsel bir analiz?
-*-*-
Diyeceğim o ki; evet bu ülkede, bu ülkeyi yönettiğini hatta yöneteceğini sanıp bir siyasi kavga veriliyor ve o kavga gazetelerimize, televizyon programlarımıza “haber konusu”, “yorum mezesi” olabiliyor ama ülkede yaşayan – sayısını bilemediğimiz – kadar çok insanın zerre Merkezi İhale Komisyonu’nda (MİK’inde) değil! (Affedersiniz!)
-*-*-
Ziya Öztürkler’i geçtim…
Sık sık yazıyorum, Ali Kişmir…
Ve gerçekten gittim duruşmada adamı gördüm, Şimon Aykut…
-*-*-
Genellikle sohbet ettiğim veya anket çalışmamı yaptığım insanlar “Kıbrıslı” değil!
Zaten Ersin abim ne diyor, “Kıbrıslı yok ki!”…
O da ayrı bir mesele!
Ve genellikle sohbet ettiklerimin çoğu ya yürüyüş yoluma düşenler ya da marketlerde çalışanlar…
-*-*-
Afrikalı iki genç gördüm…
“Hello, how are you? Are you student?” yani “nasılsınız, öğrenci misiniz?” faslına aldığım “iyiyiz…” cevabı sonrası, “Ali Kişmir?” adını soru şeklinde yönelttim…
Haliyle ikisi de bir birine baktı, cevap yok…
Daha genç ve muzip görüneni, “are you high?” diye bir soru sordu…
Yani “kafan iyi mi?”…
-*-*-
Ülkede bir milyon civarında insan yaşam sürüyorsa ki bu bir tahmindir; iddia ediyorum ki; yüzde 95, ne Kişmir adını duydu, ne de konuyla alakası var…
-*-*-
Gel de bu adamlara veya kadınlara; örneğin marketteki kasada günde 15 saat çalışan Türkmen kardeşime, “sence Şimon Aykut’un Güney Kıbrıs’taki tutuklanması adaletsizlik mi?” diye bir soru sor!
-*-*-
Bu ülkeye çalışmaya, bir şekilde Avrupa’ya kaçmaya veya üniversitelerimizden sahte ya da gerçek diploma almaya gelen hiçbir kimseyi suçlamıyorum…
Hatta cinayet işlemeye veya soygun yapmaya gelenleri de…
-*-*-
Ama ülke, ülkeyi bilmeyen, tanımayan; bundan da öteye zerre kadar MİK’ine takmayan, sevmeyen insanla dolu…
-*-*-
Sevmesi gerekenler de artık pek umursamıyor…
Maaşı alan memnun gibi…
Çalan da memnun, yutan da memnun, peşkeşi kapan da memnun…
-*-*-
Evet dedik ya geziyoruz – yürüyoruz…
Bu arada çeşit türlü nutuklar dinliyoruz…
Öyle yatırım, böyle Anavatan desteği!
-*-*-
Sonra bir bakıyoruz, bırakın portakalı, patatesi falan tükettik!
KEMA Vakfı açıklama yapmış…
-*-*-
Açıklamayla ilgil haberin özeti şöyle:
“Kıbrıs Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (KEMA), Kızılçam ormanlarında kabuk böceğinin istilası sonucu çam ağaçlarında kitle ölümleri yaşanmaya başladığını belirterek, kuruyan ağaçların kesilerek kömür ocaklarına yakacak odun olarak nakledildiğini kaydetti ve bunu eleştirdi.”
-*-*-
“Çam kese böceğine karşı etkili bir mücadelenin yapılmaması neticesinde gelinen noktadan sorumlu olanların başında Tarım Bakanı’nın olduğunu ileri süren KEMA, “İktidar ve muhalefet milletvekillerine çağrı yapıyoruz. Ormanların kurtulması, etkin bir mücadele için gerekli bir bütçenin gelecek yıl için ayrılması zorunlu hale gelmiştir” dedi.”
-*-*-
“Mütevelli Heyeti Başkanı İlkay İlseven yaptığı yazılı açıklamada, 2020 yılından sonra çam kese böceğine karşı etkili bir mücadelenin yapılmaması sonucu, böcek yoğunluğunun her yıl artarak çoğaldığını, zarar eşik değerinin çok üzerinde seyrederek salgın, olma riski ile karşı karşıya gelindiğini söyledi.”
-*-*-
Ormanlarımız, ağaçlarımız gidiyor…
Yağmurun sesini işittiğim anda, “ağaçlarımız sulanacak, yıkanacak” diye seviniyorum…
Oysa ne yönetenlerimizin ne de bilemediğimiz nüfusumuzun umurunda!
-*-*-
Ve hatta, son yıllardaki en kötü manzaradan söz edeyim…
Lefkoşa’da yanılmıyorsam eski Marmara Köprüsü’ne gelin…
Yön biliyorsanız, köprü üzerinde dururken, Güney Doğu istikametine bakın…
Babutsa ağaçlarının halini göreceksiniz…
Bu sayfadaki fotoğrafı da oraya 3 kilometre uzakta, Göçmenköy bölgesinde çektim…
-*-*-
Ne patates kaldı ne narenciye…
Ne çam ormanı ne de babutsa…
Harup zaten çoktan gitmiş, bitmiş, tüketilmişti…
Zeytin ağaçlarımızı da koruyabildiğimiz inancında değilim, hala zeytin odunu satan oduncular var; bir van dolusu zeytin odunu 15 bin TL!
Şöminede yakalım diye!
-*-*-
Kıbrıslı da kalmadığından olsa gerek; Türkiye’nin kayyumu da haklı olarak “Kıbrıslı yoktur…” falan diye gözlemlerini aktarıyor olsa gerek…
Turist kayyumun bir danışmanı sosyal medyada Yenidüzen’e vuruyor, “algı yaratmaya çalışıyor bu gazete” diyor…
“Anlamamışız kayyumun dediğini…” diye de ekliyor!
Doğrudur, bu adamı zerre anlamıyoruz; hatta kendisinin de anlamadığından eminiz ama idare ediyor!
Biz de idare ettik de artık idare edecek takat kalmadı!
-*-*-
Çamlarımız ve babutsalarımız da gitti ya da gidecek; tıpkı insanımız gibi!
Aklıma şu soru geliyor aslında; “… Bu nasıl bir kurtarılıştır ki henüz 50 sene dolmadan, kurtarılan bölgede insan da bırakmadılar, ağaç da?”
Ama sormuyorum!
Kimin umurunda ki!