Can Dündar: “Hiçbir şey hakikatin önünü kapatamaz”

Can Dündar: “Hiçbir şey hakikatin önünü kapatamaz”

Simge Çerkezoğlu

“Hiç kimseye aylardır konuşmuyorum” dedi, suskunluğunu Adres Kıbrıs’a bozdu. Üniversiteden bu yana en büyük hayallerimden biriydi Can Dündar’la röportaj yapmak. 2012 yılında okur ve yazar düzeyindeki tanışıklığımızın ardından bu kez her şey çok farklıydı. Elbette bu görüşmenin gerçekleşmesi için çok uğraşmıştım ama şimdi düşünüyorum da iyi ki pes etmedim diyorum. Ben sordum, o içtenlikle anlattı. Hiç acele etmeden, kulaklarımda hala silinmeyen o tanıdık ses ve kibarlıkla…

“GAZETECİLİK KIYMETLİ HALE GELDİ”

Köşe yazılarının birinde soruyor Can Dündar günün sonunda “güce boyun eğenler mi ayakta kalacak yoksa güç kullananlar mı?” Bu kez ben aynı soruyu kendisine soruyorum.

“Tarih güçlü ve güçsüz kavgasından ibaret biz de bu kavgayı vermeye devam edeceğiz. Kimin kazanacağının peşin bir cevabı yok. Aslında burada dirençli olan kanacak. Diyemem ki tarih hep zayıfların yanındadır. Öyle olmadığı dönemleri de biliyoruz. Bazen tarihte güçlü olanlar da kazanmıştır. Biz mücadele ediyoruz ve o safları genişletmeye çalışıyoruz. Dik durursak, kalabalık olursak ve dayanışırsak bizler kazanacağız. Yoksa yenileceğiz.”
Türkiye’de hep bir cadı avı var. Avcı değişiyor, isimler ve tarihler yenileniyor ama mücadele bitmiyor. Hem bir gazeteci hem de bir yayın yönetmeni olarak Türkiye medyasının geleceğine dair öngörüleri benim için büyük önem taşıyor.
“Türkiye medyasının geleceği bize ve vereceğimiz mücadeleye bağlı. Bir ip çekme yarışı var. Kimileri bizi havuza çekmeye çalışıyor. Oraya düşersek hep beraber boğulacağız. Biz de toplumu aklın yoluna çekmeye çalışıyoruz. Bu yönde mücadele veriyoruz. Ben tutunabileceklerini zannetmiyorum. Bu kadar şişirme ve hormonlu medyanın sonunun başarılı olacağını sanmıyorum. Gazetecilik çok zorlaştı ama aynı zamanda kıymetli de bir şey haline geldi. Çünkü insanlar bilgi ve haber alamıyor. İnanıyorum ki insanlar sağlıklı haber aldıkları yere geleceklerdir. Bu gazeteciler için de okurlar ve izleyiciler için de geçerli. Hiçbir şey hakikatin önünü kapatamaz. Gazeteyi kapatırsın, televizyon söyler, televizyonu kapatırsın internet, sosyal medya söyler. Hepsini kapatsan dahi insanlar yine konuşur ve birbirlerine duyurur. Sağlıklı olanı tabii özgür medyada bu sesin duyulmasıdır.”

“PATRONSUZ GAZETE: CUMHURİYET”

Bu anlamda Cumhuriyet’in sizinle birlikte yeni bir yol açtığını söyleyebiliriz. Gerek özel haberleri, gerek yeni muhabir ve yazar kadrosu, etkileyici röportajlar ile topumun sesi, Türkiye medyasının nefesi oldunuz. Belki Cumhuriyet başka gazetelere de ilham olur diyorum ama umutsuz bir cevap alıyorum.

“Bu medya düzeyinde başka kurumlara örnek olmamız çok zor. Biz bir anlamda, Cumhuriyet gazetesi olarak, patronsuz gazete olmanın avantajını kullanıyoruz. Siyasi baskıya direnme kapasitemiz ve gücümüz var. Diğerlerinin bu gücü yok. Bir şekilde iktidara bağlılar. Kendi yöneticileri ya da patronları nedeniyle bağlı olanlar da var patronlarının öbür işleri nedeniyle iktidara bağımlı yayın yapanlar da. Cumhuriyetin böyle bir angajesi yok. Böyle angajelerimizin olmayışının keyfini sürüyoruz. Dolayısı ile burası uzunca bir süre Türkiye medyası adına bir mecra olacak gibime geliyor.”

“HEPİMİZİN BİR ÜLKE ÜTOPYASI VAR”

Yeni Türkiye’nin inşa edildiğinin söylendiği bu ortamda Dündar ülkede çok da bir şeyin inşa edilmediği hatta uçurumların daha bir büyüdüğü kanısında…

“Herkesin Türkiye için bir ütopyası var, olması da doğal zaten. Bunu yadırgamıyorum. Farklı Türkiye hayalleri çarpışıyor diyebiliriz bu duruma. Kaçınılmaz olarak burada inşa edilmeye çalışılan yeni Türkiye, Kıbrıs Adası’na da yansıyacak. Sonuçta ben de bir Türkiye inşa etmeye çalışıyorum. Aslında bu noktada bir tuhaflık yok. Hepimizin bir ülke ideali, hayali ve ütopyası var. Önemli olan hangisinin baskın çıkacağı. Bu mücadele burada olduğu gibi Kıbrıs’ta da olacaktır. Ütopyalar çarpışıyor. Dünyada da bu böyle, İspanya’ya ilişkin de başka hayalleri olan insanlar kuşkusuz vardır. Bunun sonucunda seçime gidiyorlar ve birisi galip çıkıyor. Kendi ülkesini inşa ediyor. Burada esas sorun bizlerin önünde son derece fazla engellerin olması, bazı hayal sahiplerinin önü alabildiğine açıkken diğerlerinin tamamen zapturapt altında tutulması, hatta bazılarımıza kelepçe dahi vurulması. Yoksa böyle olmasa, herkesin bir Türkiye inşa etme fikri olmasına saygı duymak gerekiyor. Günümüzde artık ortak Türkiye inşa etme duygusu çok zor. Çünkü gerçekten son on yılda inşa ettikleri Türkiye’ye bakınca onlarla nasıl bir ortaklık duygum olabilir diye kendimi çok zorluyorum. Bulamıyorum. Bir vur kaç düzeni kuruldu. Burada ben bir idealizm görmüyorum, sadece para hırsı görüyorum. Bunların hızla tavsiye edilmesi lazım.”

“TÜRKİYE’YE MEYDAN OKUMANIZI SAYGIYLA KARŞILIYORUM”

Kıbrıs konusunda fazla konuşmayan ve yazmayan bir isim ama biliyorum ki ülkeyi yakından takip ediyor. İçinde bulunduğumuz duruma ilişkin kuşkusuz fikirleri de var. Türkiye medyasında sağcıların da solcuların da benimsediği bitmeyen bir ana-yavru ilişkisi algısı var. Dündar gülerek bu konuyu yorumluyor…  

“ Bu ana-yavru algısının Türkiye’ye de Kıbrıs’a da zarar verdiği kanısındayım.  Bunun artık yaşlanmış bir fikir olduğuna inanıyorum. Bu bakış açısını değiştirmek gerektiğini düşünüyorum. Her halkın kendi istediği yönetimle yönetilmesi ve kendi istediği isimle adlandırılması gerektiğini düşünüyorum. Eğer Kıbrıs halkı kendini yavru vatan olarak görmüyorsa buna saygı duymak gerekir. Nasıl adlandırılmak ve nasıl görünmek istiyorsa öyle görmek gerekir. Türkiye açısından bir tür “bizim oradaki vilayetimiz”  algısı var. Bunu havaalanında dahi gözlüyorum. Bizim pasaportsuz gittiğimiz bir ülke Kuzey Kıbrıs. Bu yanlış bir algıya yol açıyor. Hâlbuki gidip geldikçe gözlüyorum ki Türkiye’den çok daha köklü bir demokrasi geleneği var Kıbrıs’ta. Çok daha aydın yetişmiş insanlar var. Yüzleriniz daha batıya dönük. Bir şekilde Türkiye ile bir baba oğul ilişkisi ya da belki baba kız ilişkisi var. Yavru diye adlandırdığımız çocuklarımız belli bir dönemden sonra kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenirler. Zaten kendi kişiliklerini de kazanmış olurlar. Artık eski adlandırmalar onlara iyi gelmez. Kıbrıslı Türklere de öyle bir şey olduğunu düşünüyorum. Kendi ayakları üzerinde duruyorlar ve kendi atalarını aşmış durumdalar. Gerek demokrasi kültürü olsun, gerekse de özgürlüklere bakış açısı,  hatta kadın erkek ilişkileri olsun sosyal hayatları bizden ilerdesiniz… Aslında ilişki sıklığından dolayı Türkiye’nin birçok kötü huyunu kapmış olmakla birlikte yine de sizin daha sağlıklı toplum düzeniniz olduğuna inanıyorum. Kendi ayaklarınız üzerinde durma çabanızı, Türkiye’ye zaman zaman meydan okuyan tavrınızı saygı ile karşılıyorum.”

“ERDOĞAN’SIZ BİR TÜRKİYE’DE TEDAVİ OLACAĞIZ”

Bu kadar gazetecilik konuştuktan sonra çok iyi bir edebiyatçı olan Dündar’ın yazın hayatından bahsetmeden olmaz… Son zamanlarda edebiyatçı rolü geride kalırken siyasete çokça eğiliyor. Başta ben olmak üzere, okurları onun edebiyatçı yönünü çök özlüyor. Öyle anlaşılıyor ki kendi de edebiyatçı yönünü geri istiyor ancak gündem onun edebiyatçı ruhunun canlanmasına fırsat vermiyor.

“Bunu ben de kendi kendime çokça soruyorum. Galiba ülkenin gündemi beni bu hale getirdi. Ben aslında böyle sert karakteri olan insan değilim. Sert yazan bir insan değilim. Üslubum ve gündelik hayatım da böyle değildir. Büyük oranda bu iktidar ve Recep Tayyip Erdoğan hepimizi bu hale getirdi. Onun bütün bu hoyratlığı hepimizi bu hale getirdi. Onun hoyratlığı hepimizi yaşam hakkımız elimizden alınıyor, özgürlük alanımız daraltılıyor ve ülke karanlığa sürükleniyor duygusuna yöneltiyor ve savunma duygusuyla hepimiz hırçınlaştık. Bunun aslında bir hastalık olduğunu düşünüyorum. Bu Erdoğan’dan bize bulaşmış bir hastalık. İnanıyorum ki Erdoğan’sız bir Türkiye’de tedavi olacağız. Ama şu anda bizim bunu durdurma lüksümüz yok. Tersine daha güçlü mücadele etmemiz gereken dönemdeyiz. Onun için de ben de eski, daha sakin, daha duygulu yazılarımı özlüyorum. Maalesef yoğun bir mücadelenin içine girdik. Onun için de duyguya çok az yer kaldı. Daha çok hırçınlık ve kavga öne çıkar oldu. Dilerim bu çabuk biter. Türkiye bu karanlıktan kurtulur ve ondan sonra biz de normalize oluruz.”

“TOPLUMSAL YARAR İNŞA ETMEK GEREK”

Kasım ayında yayımlanan ve Can Dündar tarafından kaleme alınan “Abim Deniz” kitabının hikâyesini olayın esas kahramanı Hamdi Gezmiş’ten detaylı olarak dinlemiş ve bu sayfalarda yer vermiştik. Yine de kitabın yazarı olarak Dündar’a sormak istediğim ve merak ettiğim detaylar var. Daha önce kitaba ilişkin açıklamalarında “Bu kitapta Deniz’in nasıl öldürülemediğinin hikâyesini anlatıyorum ve bugünün inşası aslında o günlere dayanıyor” demişti. Bugünlerden çıkmanın yöntemi kitabın satır aralarında bulunabilecek bir gerçek olabilir mi?

“ Evet, doğrudur böyle bir açıklamam oldu. Bence kitap biz neye kıydık da bu güne geldik sorusunu ortaya atabiliyor. Bunun için de elbette biz neyi tekrar inşa edersek daha iyi bir ülke kurarız sorusunun cevabı da var. İdealist bir kuşak var orada parayla pulla işi olmayan. İtibarı parada pulda aramayan bir kuşak var ortada. Kendi geleceğini ülkesinin geleceğinin gerisinde tutan kendi çıkarını her zaman öteleyen ama toplumsal çıkar ve faydayı öne çıkaran bir kuşak var ve o kuşağa kıydılar. Dolayısı ile bugünkü aç gözlü, hırçın ve çıkarcı yetişenler iktidara da el koydu. Şimdi bizim tedavi olmak dediğim biraz da o kuşağı yeniden ihya etmekten geçiyor. Yeniden benzer idealizmi kazanmak ve yeniden hep birlikte bir toplumsal yarar inşa edebilmek gerek. Bunun arayışına girmemiz, arayış içinde olmamız gerek. Bunun ipuçları da o kuşakta, o gencecik kuşakta var. O gencecik çocuklar bize bunu öğrettiler. O sayede de bugün hala isimleri çocuklarda yaşıyor, hala bir direniş olduğunda onların ismi bayraklaştırılıyor, onlardan öğreneceğimiz çok şey var.”

Kitabı okurken insan Deniz’in milliyetçiliğini fazlasıyla hissediyor. Kitaba ilişkin araştırma yaparken aynı duyguya kapılıp kapılmadığını merak ediyorum.

“Elbette bu duyguya kapılmamak elde değil çünkü bu uluorta, üstelik savunmalarında da bunu açıkça söylüyorlar ama onların milliyetçilik algısı ile bugünün milliyetçilik algısı çok farklı. Daha yurtsever bir şeyden bahsediyorlardı. Bugün milliyetçilik konusunda biz kirletilmiş bir kavramdan bahsediyoruz. Dolayısı ile onların algıladığı şey ülkeyi sevmek, topluma sahip çıkmak, ülke yarını her şeyin üstünde tutmak ve benim kuşağım için de kısmen öyleydi. Benim okulumda da “ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz” diyen bir marşla yetiştirildik. O duyguyu anlamak lazım. Daha iyi okunduğunda bunun bir ırkçılık olmadığı, bunun bugün anladığımız anlamdaki kirletilmiş bir milliyetçilik olmadığını, bunun dünyaya yüzünü dönmüş, dünyaya tecrit olmamış bir ülke hayali olduğunu görmemiz ve anlamamız gerekiyor”

Her ne kadar edebiyattan uzaklaşmış olsa da Dündar’ın belgeselci olarak hala devam eden projeleri var. CNN Türk televizyonunda yayınlanan ‘Biz Kültür Yolcuları’ ve belgesellerinin kitaplaştırılma projesi öne çıkanlar arasında…

“Yeni bir proje ile bugüne kadar yaptığım tüm belgeselleri DVD kitap olarak yayımlayacağız. Köy Enstitüleri ve Nazım başta olmak üzere en son Ecevit ve İnönü de çıktı. Kitap konusunda Deniz’den sonra bir çalışmaya başlamıştım. Ancak Cumhuriyet Gazetesi’ndeki görevim olunca maalesef fazla vaktim bulamıyorum.  Bu arada ‘kültür yolcuları’ on bölüm olarak hazırlandı. Dört bölüm daha var. Yazın ben daha çok kendime vakit ayırıp yazma şansı buluyorum. Diliyorum ki yazın tekrar kitaplarım için zaman ayırabileceğim.”

Dergiler Haberleri