Can Yarası

Neden bu kadınlar şiddet gördükleri ortamları bir anda terk edip gidemiyorlar, neden kimi zaman buna boyun eğip susuyorlar.

Seda Argün
sedaargun1987@gmail.com

 

 Türk Dil Kurumu’nun ‘şiddet’ tanımına baktığımız zaman kelime anlamlarından bir tanesinin de kaba güç olduğunu görürüz. Günümüzde hayatımızın her anında, her alanında ve belki de hiç ummadığımız hayatlarda karşılaşıyoruz şiddet ile. Kadına yönelik şiddetin ülkelerin gelişme düzeyleri ile doğru orantılı bir şekilde azalacağı ilk olarak aklımıza gelebilecek bir olgu dahi olsa, şiddeti uygulayan taraf veya şiddete maruz kalan kadın yönünden eğitim veya bulunduğu ülkenin medeniyet düzeyi yeri geliyor çok da fark etmiyor.

Günümüzde çevremizden hatta belki de ailemizden kadına yönelik şiddetle ilgili her gün hikayeler duyuyoruz. Çaresizlik, acı, sızı, sıkışmışlık duyguları barındıran bu hikayeler bizi ‘ne oluyor da şiddet yaşanıyor?’ sorusunu kendimize sormaya itiyor. Şimdi dürüst olalım, bir çoğumuz eğitim düzeyi yüksek, istese kendi ayakları üzerinde durabilecek kadınların şiddet görerek ne yapacağını bilmez şekilde yardım çağrısında bulunduğunu duyuyoruz. Her ilişkinin veya ailenin kapalı kapılar ardında bu denli kadınlara yaşattığı bu eziyetin sebebi ne olabilir diye durup düşünüyoruz. Sonuç? Belirsizlik.

Şiddetin sadece fiziksel olabileceğini savunmuyorum, kesinlikle sadece fiziksel şiddet yoktur. Özellikle de kadınların günümüzde her an sokakta ve hatta telefonlarının öte ucundan yaşadıkları sözlü şiddetin düzeyi de yadsınamayacak kadar yüksektir. Ama işin psikolojik anlamda beni her zaman etkileyen ve asla sorularıma yanıt bulamadığım kısmı fiziksel şiddete maruz kalan kadınların çaresizliği olmuştur. Kafamda denklemler yaratıp bu denklemler içerisine tek tek bileşenleri koyduğumda kadınların yaşadıkları şiddete karşı bir neden ve hatta bir bahane bulamıyorum. Öte yandan düşünüyorum da sahi şiddetin sebebi olur mu ki?

Güçlü, ayakları yere basan, maddi durumu iyi, belki de dışarıdan bakıldığında bir çok şeyi tek başına yapmış kadınların şiddet mağduru olduğunu duyduğum zaman kafamda bir anlık bir şaşkınlık olmuyor değil. Neden bu kadınlar şiddet gördükleri ortamları bir anda terk edip gidemiyorlar, neden kimi zaman buna boyun eğip susuyorlar. Kimi zaman korku mu onları durduran yoksa kalplerinde barındırdıkları sevgi mi? Bilemiyorum. Belki de bunun yanıtı yok.

Her şey birini sevmekle başlıyor, güvenmekle. Güvenip sevince kendini bırakıveriyor insan. Her ne gelecekse karşı taraftan gelecek her şey doğruymuş ve ilişki bunu gerektirirmişçesine. İlk zamanlar ‘balayı dönemleri’ ya kimseden huzursuz edici bir kelime dahi duyulmuyor. Mutluluk nidaları içerisinde günler geçerken bir an geliyor ve o an, kırılma noktası haline geliyor. Kadının sanki erkeğe göre daha güçsüz olduğuna dair kodlanmış olan erkek bir şekilde işleri kızıştırmaya başlıyor. Önce sözlü olarak provoke ediyor, kadının tepkisini bekliyor, daha sonra işler ufaktan ufağa fiziksel şiddete geçiyor. Bir çok kadının kapalı kapılar ardında yaşadığı şiddet malum. Tam bir mağduriyet, ne yapacağını bilememe. Çoğu zaman sevdiği adamın dönüştüğü canavara dönüp bakıyor kadın. İnanamıyor, bir çok kere de konduramıyor. Bu noktada kadınların sığınacak bir limanları – ki çoğu zaman aileleri, güvenecek arkadaşları, kendilerini koruyacak bir sığınma evi- var ise bu onlara biraz daha güç veriyor. İki tarafa çatallanan bir yol başında dururken şiddet görmüş kadın aslında hayatının nereye doğru devam edeceğine kendisi karar vermeye çalışıyor.

Kolay mı? Zor. Bir bakıyoruz şiddete karşı koyamayan, yapayalnız belki de çocuklu ama çoğu zaman da korkmuş bir kadın şiddete karşı koyamıyor ama gidemiyor da. Şiddete karşı kendini koruyamayan ve kendisini de koruyacak bir devlete sahip olamayan bir kadından nasıl güçlü durmasını ve kendine tek başına bir çıkış yolu aramasını söyleyebiliriz ki.

Şiddet gösteren insan profili de çok tahmin edilebilir değildir. Takım elbiseli, saygıdeğer ve eğitim düzeyi çok iyi olan bir erkekten de aynı zamanda hiç eğitim görmemiş, sabit bir işte çalışmayan, ailesinden destek görmemiş bir erkekten de kadına yönelik şiddet eylemlerini görebiliriz. Kendi ailesi içerisinde şiddet görerek büyüyen bir çocuktan büyük olasılıkla şiddet gösteren bir yetişkin çıkması söz konusu olacaktır. Şiddetin normalleştiği bir aile yaşamından çıkan çocuk ileride kendi kuracağı aile ortamında da şiddeti normalleştirmek isteyecektir. Her zaman böyle olmayabilir ama istisnaların kaideleri bozmadığına dair bu konuda bir çok örnek ortaya konulabilir. Her ne olursa olsun bunlar bahane değildir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından 2017 yılında yayınlanan bilgilere göre, ilişki yaşayan kadınların neredeyse %30’u partnerlerinin fiziksel ve/veya cinsel şiddetine maruz kalmış. Şiddetin büyüğü küçüğü yok; tek bir söz, tokat veya tekme tokat arasında herhangi bir fark yok. Hiç biri kabul edilebilir değil. Kadınlar hiç bir zaman partnerlerinin karşısında duran bir kum torbası gibi stres, üzüntü, çocukluk travması atlatma için kullanabileceği bir nesne değildir. Bu noktada kadınların da gün geçtikçe bilinçlenmesi, içinde yaşadıkları toplumlar ve devletleri tarafından desteklenmesi hayati önem taşımaktadır. Düşünüyorum da kendini koruyacak gidebileceği bir sığınma evi olmadan o kadından siz nasıl güçlü olmasını bekleyebilirsiniz? Duygusal olarak şiddet eyleminin kadında yarattığı acıyla o kadının halen daha dimdik durup düzgün kararlar vermesini nasıl isteyebilirsiniz ki? Şiddet her zaman geliyorum demez, bazen de hep kendini gizler ve hiç beklenmedik anda cereyandan çarpan kapı gibi yüze vurur. Şiddet yakar, çok can yakar... Her ne kadar da benim gözümde kadınlar her zaman dik durmaya programlanmış da olsa, benim açımdan şöyle de bir gerçek var ki, kadın bir çok sevdiğinde bir de çok korktuğunda ne yapacağını tam olarak sağlıklı düşünemez. İşte bu noktada toplumsal dayanışma, farkındalık, destek, eğitim, eğitim, eğitim... Cehaletin kusur örtmediği artık günümüzde bu denli aşikarken, göz açmak ve biraz da bilgileri gözün içine içine sokmak için farkındalık artırıcı faaliyetlerin zorunluluğu günümüzde daha fazla oluyor. Şanslıyız ki istedikten sonra kullanabileceğimiz bir çok teknolojik yol var, ama istersek, yeterince öncelik sırasında kadınları birinci sıralara çekersek. 

Ne kadın ne de erkek her ikisi de ayrıcalıklı türler değil ve şiddet sırf kadına karşı uygulanmıyor. Ama bir diğer gerçek de var ki kadın sever, güvenir, gider, bekler, ister, geçecek der, bir kere oldu der, bir daha olmayacak der, mucize bekler, gün doğumunu bekler, yeni bir bebekle gelecek umutları gözler, susar, sustukça yanar, yandıkça kavrulur ve en sonunda da gider...İsteyerek ya da istemeyerek, canlı ya da ölü...

Dergiler Haberleri