Neriman Cahit
Ülkemde çıkan her yeni kitap bana heyecan verir… Eğer elimde, ‘okuyup, tanıtımı yapılacak bir kitap varsa’ – Yeni gelen kitapla, sayfalarını karıştırarak, bazı satırlarını okuyarak tanışırım. Ona, sıra gelene kadar da en azından her gün elime alır, biraz merhabalaşırım…
Geçtiğimiz hafta elime geçen kitap için de başlangıçta böyle oldu… Ama bunun, beni kendine çeken artıları fazlaydı: İlk önemi ise: Sevgili Dost: Salih Öztoprak’ın armağanı oluşuydu. İçimi ısıtan şöyle de bir cümle yazmıştı Öztoprak: “Lefkoşa’ya sevdalı bir insana sevgiyle…”
Kitabın yazarı: Canan Kansu… (Soyadı da benim için ‘güzelim insan ve insanlığı’ çağrıştırıyordu…)
HAZİN VE YIPRANMIŞ LEFKOŞA
Kitabın adı, benim gibi size de hemen Lefkoşa’yı çağrıştırdı değil mi…
Evet, - biz kendimize gelip, değerlerimize sahip çıkmadığımız sürece yitip giden ‘canım bir kentin’, çok hazin ve yıpranmış bir Lefkoşa’nın aynasını: Yüzümüz ve Yüreğimize tutuyordu Canan Kansu…
Özellikle de: Eski kent – Surlariçi’ni konu ederek… Bizi Lefkoşa’nın, ‘Kadim Surlariçi’nin’ birbirine bağlı – iç içe geçmiş sokaklarında dolaştırarak… Kitabı okudukça içimdeki hüzün daha da arttı: “Demokrasimiz gibi – yaşadığımız kentleri – özellikle de – Lefkoşa’yı da berbat ettik…” diye ağır bir hüzne gömüldüm…
Ne isterse olsun – kim ne derse desin: ‘Toplum, yaşadığı kente yansıyor… Zevki, etiği, kültürü ve toplu yaşam ahlakıyla…’
Olduğu gibi… Evet… Şehirler toplumun aynasıdır. Hem de hiç çarpıtmadan, olduğu gibi yansıtan…
Hele de, bazı insanların ruhları / umutları da hiç yeşermeyecek şekilde kurutulduysa…
***
Canan Kansu, olayı iyi toparlamış, başarılı bir çalışma – toparlama diyebiliriz ama…
Ama, yazın konusunda anlatı oldukça hatalı: Noktalama işaretleri, yazıda ‘büyük harfler’ vb. olgulara pek dikkat edilmemiş… Ya da, belki de bu konuda yeterli donanımı yok… İkinci kitapta bunları da yerine getirerek çok daha başarılı olacağına inanıyorum…
Ve, ona yürekten başarılar diliyorum…
Lütfen alın okuyun bu kitabı…
Seveceksiniz…
---------------------------------------------------------------
LOKMAN HEKİM
“Aydın Sorumluluğu” diye bir sorumluluk var çoktandır unuttuğumuz… Bunun sonucunda da, belleğimiz ve bilincimizin” özellikle de ‘gençlere’ daha da zayıflamış bir miras olarak kalacağı…
Bir toplum, kendi yetiştirdiği değerlerine uzak kalır, önemsemez, onları unutur ve özellikle de gençlere ‘iyi örnekler’ sergileyemezse…
O toplum köksüz, yarınsız ve değersiz bir ağaç gibi sallanır durur… İnsanına, kendi özünü, var olma ve yaratma içgüdüsünü, kendine güvenini ve saygısını kazandırmaz… Tıpkı, bizim toplumumuzda olduğu gibi…
Değil mi ki biz, okullarımızda kendi değerlerimizi, bir şey üretmiş insanımızı okutmuyor, belletmiyor… Onları, ‘manevi gelişimleri’ konusunda bomboş bırakıyoruz.
Bir sorun, deneyin göreceksiniz, lise öğrencilerimiz, hatta üniversiteye gidenler dahi, dünyanın bilmem neresindeki bir dağın, bir ovanın, bir kentin adını bilir… Tarih ve coğrafyasını bilir ama kendi ülkeleriyle ilgili herşey neredeyse ‘yasak savar’ gibidir…
Buna paralel olarak, ‘Yazılı ve Görsel Medyada da’ pek bir şey yapılmıyor bu konuda…
ÖDEV
Bir grup öğrenci geldi geçen gün, hocaları, ‘Lokman Hekim’i vermiş ödev olarak. Yardım istediler… ‘Gelin birlikte yapalım’ dedim… Ve önce, kütüphaneden bize bu konuda ‘bilgi verebilecek’ kitapları taradık… Sonuçta sıra ile okuyarak konu ile ilgili özetler aldık… Bir bölümü yazdığı özetleri okudu… Sonuçta, öğrendikleriyle ilgili aldıkları notlardan tatmin olunca, mutlu bir şekilde ayrıldılar, ödevlerini yazmak için…
KİM MİDİR LOKMAN HEKİM…
Asıl adı: ‘Hafız Cemal’ olan Lokman Hekimin doğum yılı ve yeri konusunda rivayetler değişiktir: (1857, 1874, 1878)
• Doğum yeri olarak da: Baf ve Lefkoşa savları vardır.
• Babası: Nuh Taci – Aslen, Bor’dan gelmiş.
• Annesi: Baflı Emine Molla: Lokman Hekim, ilkokulu Baf’ta bitirmiş ve akabinde ‘Hafızlığa’ başlamıştır…
Daha sonra ise Baf’taki: Darü’l İrfan ve Limasol’daki: Köprü Camii Medreselerinde okumuştur.
Medreseden sonra Beyrut’a giden Hafız Cemal, oradaki ‘Tıp Fakültesi’nden’ mezun olunca, İstanbul’a yerleşmiş… Bu arada, “Jön Türklerle” ilişki kurması üzerine… Yemen’e sürüleceğini haber alınca Avrupa’ya kaçmış… Çeşitli Avrupa kentlerinde dolaştıktan sonra…
• 1905’te Kıbrıs’a dönmüştür…
***
O dönemde, Kıbrıs Türk Toplumu, perişanlık içindeydi… Kıbrıs’ta kaldığı (1909) yılına kadar: “Kıbrıs Cemiyet-i Hayriye-i İslamiyesi, “Kıbrıs Sanayi Mektebi”, “Osmanlı Lisan Mektebi”… Haftalık: “İslam Dergisi”, “Dr. Hafız Cemal Afiyetnamesi”, “İslam Kütüphanesi Yayınları” gibi girişimleri oldu…
• Kurduğu okullar için, Avrupa ve Türkiye’den birçok öğretmeni, Kıbrıs’a getirdi… Köy köy dolaşarak ve, ‘halkın diliyle’ konuşarak, hastalarını tedavi ediyordu. Kurduğu okullardan (400’e yakın) usta ve zanaatkar yetiştirmeyi başardı… Başlattığı her hayırlı işin karşısına, ‘baltalayıcılar’ da çıkıyordu…
Bu kişilerin saldırılarından dolayı, bir aralık hasta düştü… Saldırıların yoğunlaşması üzerine (1909)da tekrar İstanbul’a döndü…
• Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nde (Kızılay) görev aldı. Mısır hududu ve Kudüs’e giderek, Osmanlı ordularınla ‘Doktor’ olarak hizmet etti…
İstanbul’daki yaşamı da dopdolu ve canlı geçti…
KIBRIS’LA İLGİSİ…
Bu süreçlerde, Kıbrıs’la ilgisini hiç kesmedi.
İçinden çıktığı toplumun: “Sosyal – Siyasal ve sağlık sorunlarıyla” hep ilgilendi…
Kıbrıs’a karşı büyük bir sevgisi vardı… O nedenle, (1960’a) kadar zaman zaman Kıbrıs’ı ziyaret edip hem hastalarına şifa dağıtır hem de hasret giderirdi… Bu arada, Kıbrıs Türk Basınını izlemeyi ihmal etmezdi… (1936) yılından başlayarak, İstanbul’da ‘Lokman Hekim’ adlı bir dergi çıkardı. Özellikle de ‘Halk Sağlığı’ alanında, küçük kitaplar ve broşürler halinde çok yayını var…
Maalesef, ölüm tarihi de çelişkili:
1950 yıllarının sonunda öldüğünü yazanlar yanında
1967 ve 1982’de öldüğünü yazanlar da var.
İstanbul’da adına kurulmuş bir vakıf vardır…