“Yarına ne yazacaksın” dedi bir arkadaşım, yorgun bir ifadeyle yüzüne baktım, “bilmiyorum” dedim.
Öyle böyle meslekte otuz seneyi geçtik.
Yirmi sene oldu, her gün her gün yazıyorum.
“Ne değişti peki?”
Dostum haklı!
Öyle yazmakla hayatı değiştiren kim var ki?
Tamam, anladık da yazmak bizim keyfimiz değil ki, işimiz...
İşini keyifle yapmak en güzeli elbette...
O zaman yorulmuyorsun…
Ama keyif olmasa da işimiz bu sonuçta!
***
Bir gösteri, bir gösteriş "cumhuriyet" kutladılar dün!
Yalan...
Hepsi göstermelik...
Bu hayatta o kadar çok “göstermelik” iş var ki!
“Öyle görünmek lazım” diye evinin, iş yerinin önüne bayrak çekenler...
İlan verenler...
En fazla da eline bayrak tutuşturulan çocuklara üzülüyorum.
"Tutacaksınız" diyorlar, tutuyorlar!
Yürüyeceksiniz, yürüyorlar…
Oflaya puflaya!
Ellerine birer Fener, Cimbom bayrağı verseniz daha çok sevinecekler.
***
Pek çok "görüntü" başkalarınca tasarlanıyor.
Kendi doğalında yaşanmıyor.
Samimi, sahici, içten değil...
"Öyle olması gerekiyor."
Öyle oluyor!
***
Her gün, yüzlerce Rus, Türkmen, Bangladeşli çocuğa “Türküm, Doğruyum, Çalışkanım” diye ant içiriyorlar.
Süt içirseler sevaba girecekler!
"Açtığın yolda, gösterdiğin hedefte, durmadan yürüyeceğime..."
Yalan!
O yol “medeniyet” yolu değil miydi?
Dini, devleti, hocayı, başkanı içli dışlı yaptılar.
Ne oldu “muasır medeniyet seviyesi”ne?
Bilgi, bilim, insanlık…
Liyakat, haysiyet, hukuk...
***
“Yazma bence” dedi arkadaşım...
“Canını yeme…”
Yüzüne baktım, öylece, yorgun bir ifadeyle…