TC Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın cuma sabahı Kıbrıs Türk basınıyla kahvaltıda yaptığı sohbet ilginçti.
Yalnızca basın yöneticileri için değil, katılan herkes bakımından...
TC-KKTC ilişkilerine genellikle bürokratik ve diplomatik ilişkiler yön verir. Türkiye'yi yönetenlerin Kıbrıs'a ve Kıbrıslı Türklere bakışı toplantılarda, raporlarda konuşulup yazıldığı kadarıyla şekillenir.
Çoğunlukla da buradaki Yardım Heyeti'nin ne dediğine bakılır, ona göre hareket edilir.
Bülent Arınç'la sohbette bunu bir kez daha gördük.
Tahminim odur ki, Arınç da raporların ve aktarılanların 'gerçeğin ta kendisi' olmadığını anlamıştır.
***
Ankara'dan bakıldığında Kıbrıs'ın kuzeyi küçük, kolay idare edilebilen, sorunlarına Türkiye'deki örneklerden hareketle çözüm bulunması basit bir coğrafyadır.
TC bürokrasisi, TC'deki pratiklerine bakarak, onları referans alarak KKTC'deki mevzulara yaklaşırlar. KKTC yöneticileri ile sık sık yaşanan görüş ayrılıkların temel nedeni de budur. Birçok örnek bize bunu gösterdi.
Oysa KKTC'deki sorunlar TC'deki sorunlara benzese de, özgül koşullar ve farklı ölçek nedeniyle çözüm yolu aynı olmuyor, olamıyor.
KKTC adını verdiğimiz 'tanımlanamaz yapı' her koşulda karşımıza dikiliveriyor ve ayrıca normal teorilerle ne ekonomik, ne politik, ne sosyal mevzulara çözüm üretmek mümkün...
***
Arınç o sohbette sorulan 'BAL ligi krizi'ne yanıt veremedi.
Geldi ve 'KKTC gerçeği'ne tosladı!
Gelinen noktada 'çaresiz' olduklarını ve Kıbrıslı Türklerin de 'çaresiz' olduğunu teslim etti. "Biz tanısak da dünya sizi, devletinizi, federasyonunuzu tanımıyor" diyerek 'kralın çıplak' olduğunu ima etti.
KKTC medyasının ve üretim sektörlerinin TC medyası ve firmaları karşısında uğradığı 'haksız rekabet' konusunda da önce TC pratiğinden örnekler verdi, ama işin içinden çıkamadı.
Çünkü 'normal' şartlar yok orta yerde ve işin içinden 'normal' şekilde çıkış da imkansız.
KKTC bu kadar entegre edildikten sonra TC'ye, ne futbolda, ne medyada, ne de reel sektörde 'eşit rekabet'en söz edilebilir.
***
Arınç belki biraz da yeni dönemde aday olmayacağından, onun verdiği rahatlıktan 'açık' konuştu.
Bu koşullar altında çok da umut vermedi, veremedi.
Onun yerine "Kıbrıs'ta çözüm"e net vurgu yaptı.
Müzakere masasının önemine işaret etti.
Bu haliyle bir dönem 'sol'un çok sık kullandığı "Kıbrıs'ta çözüm olmadan hiçbir şey düzelmez" retoriğini akıllara getirdi.
Veya şöyle de denebilir: TC'nin Başbakan Yardımcısı, Kıbrıs Türk solunun tezini -geç de olsa- kabul ve teyit etti.