Tabağımızdaki zehirle, kulağımızdaki ve beynimizdeki elektromanyetik dalgalarla ve bu cennet adada yaşadığımız kelepçeli yaşamımızla kansere, Alzheimer’e, Parkinson’a ve daha birçok hastalığa nasıl karşı duracağız bilmiyorum… Ama dünyayı zehirleyenleri bilme, tanıma zamanımız çoktan geldi de geçti bile... Belki de artık öze dönme, doğal yaşama kucak açma zamanı...
1900’lerin başında yaşamımıza giren zararlı otları ve böcekleri öldürme ilaçlarının en büyük savunucuları “artan dünya nüfusunu doyurmak için daha fazla gıda üretmek sloganıyla’’ hareket ediyorlardı. Maalesef aynı hikâye halâ insanlığa yutturulmaya çalışılıyor. Bir yanda dökülen saçılan onca gıda ve tüketim çılgınlığı varken, diğer yanda açlıktan ölen insan fotoğraflarıyla sarsılıyoruz. Dünyanın bir yarısı varlık içinde, diğer yarısı ise açlığın, savaşların, acıların ve hastalıkların pençesinde boğuşuyor. Konu daha çok üretip, açları doyurmak değil aslında... Konu daha çok üretip, sadece daha çok, hep daha çok kazanmak... İnsanlığın bitmeyen kazanma hırsına gem vuramamak... Açlık mı? Sadece eşit olmayan dağılım...
MONSANTO…
Bu hırstan beslenen çok büyük dünya şirketleri var. Bu şirketlerin öylesine gözü dönmüş ki; “patentli tohum’’ dümeniyle yerli tohum ekimini bitirdiği ülkelere arıları öldüren, insanları ve hayvanları hasta eden kısır tohum ve kimyasal tarım ilaçları satıyorlar. Toprağı zehirliyorlar, suları zehirliyorlar ve ürünü zehirliyorlar. Sonra bunları yiyip hastalanan insanları “iyileştirmek’’ için ilaçlar yapıp satıyorlar. İşte bu şirketlerin başında belki de en büyüğü olan Monsanto geliyor. Bu günlerde 21 çevreci dernek ve 24 hukukçunun davacı taraf olacağı uluslararası bir mahkemede yargılanacak Monsanto… Amaç, 12 Ekim’den 16 Ekim’e dek sürecek olan bu duruşmada, davaya avukatlarıyla katılacak Monsanto’ya dünyaya verdiği zararı kabul ettirmek ve anlaşma sağlamak...
PEKİ AMA KİMDİR BU MONSANTO?
Monsanto Chemical Works şirketi, 1901 yılında yapay tatlandırıcı “sakarin” üretmek için kuruldu. En büyük müşterisi elbette Coca Cola oldu. Üretim yelpazesini 1917 yılından öteye Aspirin, plastik, reçine, kauçuk, yakıt katkı maddeleri, yapay kafein, endüstriyel sıvılar, vinil kaplama, deterjan, fosfor, antifriz, sülfürük asit, erbisit (zararlı ot ilacı), pestisit (haşara ilacı) gibi çevre kirletici çok ve değişik alana yaydı. 1935 yılında üretimine başladığı PCB’nin (Poliklorlu bifeniller) kullanımı, BM Çevre Programı Kimyasal Birimleri’nin saptadığı çevre ve insan sağlığına kalıcı zararları dolayısıyla 1986 yılında yasaklandı. Ama Monsanto yine durmadı. 1940’tan öteye piyasaya sürdüğü DDT, kuşlar başta pek çok canlı türünün soyunu tükettikten sonra, 1970’li yıllarda yasaklandı. 1948’de tüm dünyaya “2,4,5-T” koduyla üretip sattığı herbisit ise biriktiği toprak yoluyla insana geçen ve çok küçük miktarları bile kalp, karaciğer, üreme ve gelişim bozukluklarına yol açan dioksin maddesini içeriyordu. Dünya Sağlık Örgütü, dioksin maddesini 1997’de birinci sınıf kanserojen ilan etti.
MİLYONLARCA İNSAN MAHVEDİLDİ…
Ama artık çok geçti. ABD hükümeti, Monsanto ile Dow Chemical şirketleri tarafından üretilip “2,4,5-T” bileşimi içeren ve “Turuncu Ajan” adı verilen çok güçlü bir yaprak dökücüyü savaş silahı olarak kullanmış; 1962’den 1971’e kadar Vietnam topraklarına tam 75 milyon 770 bin litre bu zehirden püskürtmüştü. Amaç, Kuzey Vietnamlı gerillaların saklandığı yeşil alanları kurutarak, bombalanacak biçimde görünür hale getirmekti. Sonuç, salt Kuzey Vietnam değil, tüm çevre coğrafyasında 4 milyon 800 bin insanı etkiledi. Bunlardan yarım milyonu Lenfoma, Hodgin lenfoması ve lösemi türünden kanserlerden öldü. Yarım milyon çocuk sakat doğdu. Bölge ormanlarının yüzde 20’si yok oldu ve 400 bin hektar tarım arazisi zehirlendi.
Monsanto, 1973’ten öteye tarım ilaçlarında dünya liderliğini sağlayan Roundup herbisit dizisini piyasaya sürdü. Bu zararlı ot zehrinin içerdiği glisofat molekülünün bulaştığı bitkileri yiyen hayvan ve insanlarda, erkek üreme organları dejenerasyonu, hatta DNA değişikliği yaptığına dair Minas Gerais Üniversitesi (Brezilya) ve Caen Üniversitesi (Fransa) araştırma raporları, ancak 2007 yılında açıklandı. O tarihten bu yana, dünyada Roundup’ın çeşitli herbisitlerini kullanıp ölümcül hastalıklara yakalanan binlerce tarımcı, Monsanto’yu dava ediyor. Roundup herbisit çeşitleri, halen Türkiye’de ve ülkemizde de kullanılıyor.
Monsanto, 1994’te ineklerin daha fazla süt vermesini sağlayan Posilac’ı (rBST/rBGH) pazarlamaya başladı. Sığır büyüme hormonu BST ile koli basilinin bileşiminden oluşan Posilac’ın hayvanları hasta ettiği gibi verdikleri süt yoluyla insanlarda meme, ilik ve prostat kanserine yol açabildiği 2000’li yıllarda anlaşıldı. AB, Kanada, Avustralya ve Japonya’da kullanımı yasaklandı. Öteki ülkelerde devam ediyor.
GDO’LU ÜRÜNLERİN DEHŞETİ…
Monsanto, 1997 yılında, ilk GDO’lu kanola, pamuk ve mısır ürünlerini de piyasaya sürdü. Genetiği değiştirilmiş bu gıdaların da ‘’üretim bahanesi’’ gıda üretimini artırmaktı. Peki ama yukarda adı geçen bu ürünlerden hangisi açlığa çare olacaktı? Elbette ki yine amaç açlığa çare olmak falan değildi. Ve şu anda GDO’lu üretilen bu gıdalardan birçok katkı maddesi yediğimiz birçok ürünün içinde yer alıyor. Şu anda dünyadaki tüm GDO’lu bitkilerin yüzde 91’ini Monsanto üretiyor.
Şimdi neden mi “dünya devi bir şirkete savaş açtın” diyorsunuz? Her gün konuştuğumuz, çaresizlikte kanıksadığımız tabağımızdaki zehiri, GDO’lu gıdaları tanımamız ve bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Olayın boyutlarının çok, ama çok büyük olduğunu ve bizim kıt şartlarımızla yaptığımız denetlemelerin çok da efektif olmadığını bilmek zorundayız. Bugün devlet laboratuarımızda 312 pestisit çeşidine bakılıyor. Ama şu anda dünyada 2000’in üzerinde pestisit var. Dünyanın yasaklamayı konuştuğu en zararlı pestisitlerden biri olan Glifosat’a bakılamıyor. Daha da acısı, birçok belediyemiz bu ilacı maskesiz eldivensiz personellerine ot öldürücü olarak kullandırtıyor.
Türkiye Avrupa’ya satacağı ürünleri sertifikalandırıyor ve öyle ihraç ediyor. Halbuki bize Türkiye’den gelen ürünlere biz kendi laboratuarlarımızda test yapıyoruz. Çok yoğun halde sadece 7 personelle çalışan Devlet Laboratuarımıza bu yükü de yüklüyoruz. Elbette yakalarsak... Peki ama, ülke kaynaklarımızı neden daha verimli kullanmak için uğraşmıyoruz? Türkiye’de tahlil yapmak pahalıymış!.. Yani biz devleti ve tüketiciyi değil de tüccarı mı koruyoruz?
Ülkede sertifikalı tarlaları artırmak ve organik üretilen ürünleri seçmek ve talep etmek zorundayız. Bu baskıyı ancak biz tüketiciler ve elbette üreticiler yapabiliriz. Dünya çok büyük bir üretim ve tüketim çılgınlığının dehlizlerinde gezinirken her zaman olduğu gibi biz az gelişmiş ve üretimi kısıtlı ülkeler en büyük zararı görüyoruz. Unutmayalım ki, her kanser vakasında ve daha birçok hastalıkta dünyanın bize dayattığı besin zincirinin etkileri vardır.
(Bu yazıdaki birçok bilgi, 26 Mayıs Perşembe günü Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği’nde yapılan ‘’Pestisitler ve GDO’lu gıdalar’’ konferansından ve Doç. Dr. Işıl Ergir’in (Halk Sağlığı Uzmanı) önerdiği literatürlerden alınmıştır.)