Ödül Aşık ÜLKER
Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, Kıbrıslı Türkler’in deniz yetki alanları içinde sahip olduğu hakların tartışmalı olmadığına vurgu yaparak, yakın zamana kadar bu konuda Kıbrıs Türk tarafının tavrının “bizim de haklarımız var, yapamazsın” söylemi üzerine kurgulandığını ancak şimdi “gel bunu beraber yapalım, eğer kabul etmezsen, ben de hak sahibiyim, senin yaptığını ben de yapacağım” tavrının sergilendiğine dikkat çekti.
Özersay, “Uygulamada benzer adımları bizim de atacağımızı söyledik, bu bir paradigma değişikliğidir... Rum tarafı yaparsa, bizim yetki verdiğimiz TPAO da kazılarına başlayacak” dedi.
Özersay, “Rumların çalışmalarına benzer nitelikte bilimsel ve ekonomik çalışma yapmaya başlayacağız. Birisi “aynı bölgede çalışma yapıyorsunuz’ diyerek araya girerse, buyursun girsin, o zaman oturup birlikte nasıl yöneteceğimizi ya da paylaşacağımızı konuşalım. O da şartların, ihtiyacın dayattığı bir işbirliği olacaktır. Çatışmak için değil, işbirliği için bazen bazı hamleleri doğru zamanda yapmak gerekiyor” diye konuştu.
Rum tarafının, Kuzey’de yaşayan Kıbrıslı Rumlar ve Maronitler konusundaki “mahsurlar edebiyatını” istismara dönüştürdüğünü söyleyen Özersay, söz konusu insanlara sahip çıkarak mahsurlar politikasının çökertilebileceğini, zayıflatılabileceğini ifade etti.
Özersay, Kıbrıslı Türkler’in derdini anlatabileceği az sayıda uluslararası platformdaki kısıtlı imkanının optimum kullanılmadığını ve bunu değiştirmeye karar verdiklerini anlatarak, “Kıbrıs Türkü, Türk dış politikasının altında görünmeyen bir unsur değil, Kıbrıs Türk tarafının kendi iradesi ve görünürlüğü olmalı. Kıbrıs Türk tarafının iradesini yansıtan, onu görünür kılan, bu ada bağlamındaki olacak her gelişmede o iradeye başvurulmasının bir zorunluluk olduğunu ortaya koyan bir yaklaşım, bunu öne çıkarmaya çalıştık” diye konuştu.
Özersay, şunları da söyledi:
“Kıbrıs Rum tarafının AB içerisine giderek artan bir biçimde nüfuz etmesiyle ve Türkiye-AB ilişkilerinin çok da iyi bir noktada bağlantılı olmamasıyla ilişkili olsa gerek, içinde bulunduğumuz dönemde AB’nin sağladığı somut faydada bir bulanıklık var... 2004 referandumundan sonra, hiç sorgulamadan Kıbrıs Rum tarafını AB’ye almasıyla başlayan AB’nin Kıbrıs Türkü’nün algısındaki itibarında bir erozyon, bir erime var. Şu anki durumları da buna maalesef katkı yapıyor, böyle olmasını istemezdim, istemem de, umarım yakında bir değişime uğrar. Ama şu anda bu yaklaşım Kıbrıs Türkü’nün değerler itibarıyla değil ama AB’den bir nevi uzaklaşmasına, güven sorununa neden oluyor.”
Maronitlerin köylerine dönmesi konusunda çözümlenmesi gereken unsurlar olduğunu anlatan Özersay, konuya olumlu baktıklarını vurguladı.
Rumların çalışmalarına benzer nitelikte bilimsel ve ekonomik çalışma yapmaya başlayacağız. Birisi ‘aynı bölgede çalışma yapıyorsunuz’ diyerek araya girerse, buyursun girsin, o zaman oturup birlikte nasıl yöneteceğimizi ya da paylaşacağımızı konuşalım. O da şartların, ihtiyacın dayattığı bir işbirliği olacaktır. Çatışmak için değil, işbirliği için bazen bazı hamleleri doğru zamanda yapmak gerekiyor”
Paradigma değişikliği...
- Soru: Hidrokarbon konusunda İtalya’ya ziyaretiniz oldu. Sonbaharda sondaj yapılması planlanıyor. Bu konuda ne tür gelişmeler olabilir?
- Özersay: Doğu Akdeniz deniz yetki alanları ve zenginliği açısından iki şey karıştırılıyor. TC’nin hakları olan, hak iddiası olan, başkalarının da hak iddiasında olduğu bazı tartışmalı bölgeler var. Bunların bir kısmında Türkiye’nin haklarının olduğu su götürmez ama bunlar uluslararası hukuk literatüründe tartışmalı bölgeler olarak görülebilir. Bu alanlar ve bu alanlara ilişkin bundan sonraki tutumumuzla, Kıbrıslı Türklere ait alanlar ve kaynaklar bağlamındaki tutumumuz aynı olmayacak. Bunun ayrıştığını, bizim de bir nevi paradigma değişikliğine doğru gittiğimizi görmek lazım. Kıbrıslı Türker’in bu deniz yetki alanları içinde sahip olduğu hakları kimse sorgulayamaz, tartışmalı değildir. Tartışmalı olan yüzdeliği ya da Kıbrıslı Türker’in karar mekanizmasına nasıl katılabileceğinin modalitesi olabilir. Kıbrıslı Türker’in haklarıyla ilgili yakın zamana kadar takip ettiğimiz unsur, “bizim de haklarımız var, yapamazsın” söylemi üzerine kurgulanmıştı. Bir süredir biz de “gel bunu beraber yapalım, eğer kabul etmezsen, ben de hak sahibiyim, senin yaptığını ben de yapacağım” diyoruz. Uygulamada benzer adımları bizim de atacağımızı söyledik, bu bir paradigma değişikliğidir. Dolayısıyla TPAO’nun satın aldığı kazı yapma yeteneğine sahip geminin devreye girmesiyle, Kıbrıslı Türker’in hak iddia ettiği alanlarla ilgili Rumların yetki verdiği şirketlerin peşinde koşacak değiliz, Rum tarafı yaparsa, bizim yetki verdiğimiz TPAO da kazılarına başlayacak. TC’nin hakkı olan ve başkalarının da hak iddia ettiği, tartışmalı alanlarda, kıta sahanlığı bağlamında, TC kazı yapılmasına büyük ihtimalle fizikken ve fiilen müsaade etmeyecektir. Bu ikisini birbirine karıştırmadan ele almakta yarar var. 2011’e kadar bu ikisi aynı sepette gitti.
2011’de yapılan kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması, ardından KKTC Bakanlar Kurulu’nun verdiği lisanslar, ilan ettiği deniz yetki alanları ve bölgeler açısından bakıldığında, artık bir paradigma değişikliği yapmak için bütün unsurlar tamamlandı.Eski paradigma ile devam etseydik, az önce bahsettiğim işbirliği unsuruna ters durum yaratmış olurduk. Rumların çalışmalarına benzer nitelikte bilimsel ve ekonomik çalışma yapmaya başlayacağız. Birisi “aynı bölgede çalışma yapıyorsunuz” diyerek araya girerse, buyursun girsin, o zaman oturup birlikte nasıl yöneteceğimizi ya da paylaşacağımızı konuşalım. O da şartların, ihtiyacın dayattığı bir işbirliği olacaktır. Çatışmak için değil, işbirliği için bazen bazı hamleleri doğru zamanda yapmak gerekiyor.
“ENI Şirketi, yan yana kazı yapmaya hazırlıklı olsun”
- Soru: İtalyan ENİ şirketi 3. Parselde sahip olduğu haklarını terk etmeyeceğini, şirketin şu ana kadar 700 milyon Euro harcadığını ve başarana kadar uğraşacaklarını açıkladı. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
- Özersay: Yakın geçmişle ilgili olarak ENI Bir tecrübeye sahiptir. Genel olarak Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin hak iddia ettiği alanlara ilişkin bir yorum yapmak istemem, ancak ENI Şirketi, Kıbrıs Türk tarafının hak iddia ettiği alanlarda Kıbrıs Türk tarafının yetki verdiği şirketle yan yana kazı yapmaya hazırlıklı olsun. Eğer Rum tarafı doğal kaynaklar konusunda bugünkü işbirliğine yanaşmayan tutumlarına devam ederse, olacak olan budur.
“Kıbrıs Rum tarafının, burada yaşayan, bu toplumun bir parçası olan bu insanları ‘mahsurlar’ olarak tanımlaması olgusu da ortadan kalkmış değil. Ama bununla baş etmenin yolu vergi koymak değil. Kaldı ki, uluslararası toplum gözüyle de olaya bakabilmek lazım. Bunları dikkate alarak, bazı tedbirlerle birlikte adım attık”
“Rum tarafı mahsurlar edebiyatını istismara dönüştü”
- Soru: Göreve geldikten sonra Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kuzey’de yaşayan Kıbrıslı Rumlara ve Maronitlere gönderilen erzak yardımı üzerindeki vergi kararını geri çektiniz. Maronitlerin köylerine dönmesi konusundaki çalışmalar ne aşamadadır?
- Özersay: Devletin devamlılığı esastır. Vergi uygulamasıyla ilgili bir politika değişikliğine gittik ve uygulamaya koyduk. Bunu eleştirenler de, takdir edenler de oldu. Ama bir cesaret göstermek gerekirdi. Aslında öyle bir adımın atılmasına neden olduğu söylenen unsurlar ortadan kalkmadı. Yani insani yardım olarak verilen yardımın bakkallarda satılması riski ortadan kalkmış değil. Kıbrıs Rum tarafının, burada yaşayan, bu toplumun bir parçası olan bu insanları “mahsurlar” olarak tanımlaması olgusu da ortadan kalkmış değil. Ama bununla baş etmenin yolu vergi koymak değil. Kaldı ki, uluslararası toplum gözüyle de olaya bakabilmek lazım. Bunları dikkate alarak, bazı tedbirlerle birlikte adım attık. Rum tarafı mahsurlar edebiyatını istismara dönüştürmüştür. Bunu sonlandırmanın yolu aslında bu insanlara sahip çıkmaktan geçer. Onları bir şeyleri yapmaya zorlamak değil, oldukları gibi, saygı duyarak, onlara sahip çıkarak mahsurlar politikasını çökertebileceğimizi, zayıflatabileceğimizi düşünüyorum.
Maronitlerin köylerine dönmesi...
Maronitlerin köylerine dönmesi konusunda bazı tespitler yapıldı, bazı açıklamalar oldu. Cumhurbaşkanlığı ve farklı bakanlıkların dahil olduğu çalışmalar yapıldı, bunlar belli bir noktaya geldi. Şu anda bunun ne zaman ve ne şekilde devreye konulacağı meselesi ele alınıyor. Bana göre bu bir defada, hepsi aynı anda olabilecek bir şey değil. Çünkü işin içerisinde mülkiyetten güvenliğe, altyapıdan ulaştırmaya, bahse konu gelip yerleşecek insanların yeni statüsüne kadar çözümlenmesi gereken unsurlar var. kademeli bir biçimde, mümkün olanı erken zamanda devreye koyup, mümkün görünmeyenin önündeki engelleri kademeli olarak aşarak yürümek gibi bir duruşumuz var. Elimizden geleni yapma düşüncemiz var, buna olumlu bakıyoruz.
“Statüleri farklı”
- Soru: Öngördüğünüz bir tarih var mı?
- Özersay: Birden fazla bakanlığı ilgilendiren unsurlar olduğu için, şu aşamada tarih veremem. Bu insanlarla, bu insanların temsilcisi olduğunu söyleyen farklı insanlarla görüşüyoruz. Diyalog devam ediyor. Nihayetinde statülerinin 1974’ün ertesinde, Kuzey’den Güney’e göç etmiş olan insanlardan daha farklı olduğunu bilmemiz lazım. Kendi anayasamız ve 1977’deki İskan, Topraklandırma ve Eşdeğer Mal Yasası çerçevesinde de bu kişilerin statüsü hep farklı oldu. Arazileri, malları terk edilmiş mal olarak kabul edilmedi. Bu yüzden daha farklı bir muamele mümkün. Hükümet programına da yazdık, HP Başkanı olarak da söylemek isterim, değişen dünya ve ülke şartları, değişen güvenlik algısı çerçevesinde bazı askeri bölgelerin sivilleştirilmesi, askeri statüden çıkarılmasıyla ilgili olumlu bir duruşumuz var. Bu konu onunla da bağlantılıdır.
“Derdimizi anlatabileceğimiz az sayıda platformdaki kısıtlı imkanı optimum kullanamadık. Biz bunu değiştirmeye karar verdik... Kıbrıs Türkü, Türk dış politikasının altında görünmeyen bir unsur değil, Kıbrıs Türk tarafının kendi iradesi ve görünürlüğü olmalı”
“Kıbrıs Türk tarafının kendi görünürlüğü olmalı”
- Soru: Son dönemde Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nda temaslarınız oldu, üye ülkelere ambargolar konusunda adımlar atmaları için de çağrılarınız oldu. Geri dönüşler nasıldı?
- Özersay: Birisini eleştirmek için söylemiyorum ama geçmişte gözlemci üye olduğumuz kimi uluslararası örgütlerde dış temas bağlamında, özellikle Dışişleri Bakanları toplantılara düzenli katılımla ilgili bazı sıkıntılar yaşadık. Derdimizi anlatabileceğimiz az sayıda platformdaki kısıtlı imkanı optimum kullanamadık. Biz bunu değiştirmeye karar verdik, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, İslam İşbirliği Teşkilatı, enerji şirketleri, diğer devletler bağlamında da maksimum bir görünürlük sağlamaya çalışmaya karar verdik. Orada bu klasik söylemin dışında bir unsurun altını çizmeye çalıştık. Kıbrıs Türkü, Türk dış politikasının altında görünmeyen bir unsur değil, Kıbrıs Türk tarafının kendi iradesi ve görünürlüğü olmalı. Kıbrıs Türk tarafının iradesini yansıtan, onu görünür kılan, bu ada bağlamındaki olacak her gelişmede o iradeye başvurulmasının bir zorunluluk olduğunu ortaya koyan bir yaklaşım, bunu öne çıkarmaya çalıştık.
İzolasyonların sona erdirilmesiyle ilgili Kıbrıs Türklerine verilen sözlerin tutulması konusunda bugüne kadar biz, Türkiye ile birlikte sadece belli şeylere odaklandık, Doğrudan Ticaret Tüzüğü, Mali Yardım Tüzüğü ve uçuşlar. Bunlarla ilgili taleplerimizi tekrar ettik ama bunların içini doldurma ve bunu değişen şartlarda ele alma bağlamında çok bir şey yapmadık. Bu uluslararası örgütler dayanışma açıklaması yapıyor. Dayanışma denen şeyi projelerle somuta çevirmeye dönük bir takım önerilerle gittik. Bazılarında da finansal desteğe çevirdiğimizi görmekten memnunum. Baltalanmasın diye şimdiden söylemek istemem.
“Kıbrıs Rum tarafının AB içerisine giderek artan bir biçimde nüfuz etmesiyle ve Türkiye-AB ilişkilerinin çok da iyi bir noktada bağlantılı olmamasıyla ilişkili olsa gerek, içinde bulunduğumuz dönemde AB’nin sağladığı somut faydada bir bulanıklık var”
“AB’nin Kıbrıs Türkü’nün algısındaki itibarında erime var”
- Soru: AB ile ilişkiler, temaslar nasıl gidiyor?
- Özersay: Bazı temaslarımız oldu ve yakında da olacak. Bugüne kadar hem temaslarımızı hem de olumlu gelişmeleri önlemek için Rum tarafı her zaman girişim yapmıştır. Bunları önceden paylaşmayı doğru bulmuyorum.
Bu arada Kıbrıs Rum tarafının AB içerisine giderek artan bir biçimde nüfuz etmesiyle ve Türkiye-AB ilişkilerinin çok da iyi bir noktada bağlantılı olmamasıyla ilişkili olsa gerek, içinde bulunduğumuz dönemde AB’nin sağladığı somut faydada bir bulanıklık var. Kimi uluslararası temaslarımızın engellenmesine dönük de bazı girişimler var. AB’nin kendi gündemlerinin başka şeyler olması ve aynı zamanda üye ülkeler arasında dayanışma denen prensibi bir gözü kapalı biçimde, sorgulamadan, “madem ki benim üyemin pozisyonu budur, benim de pozisyonum budur”a doğru hızla gidiyorlar. Bu, 2004 referandumundan sonra, hiç sorgulamadan Kıbrıs Rum tarafını AB’ye almasıyla başlayan, AB’nin Kıbrıs Türkü’nün algısındaki itibarında bir erozyon, bir erime var. Şu anki durumları da buna maalesef katkı yapıyor, böyle olmasını istemezdim, istemem de, umarım yakında bir değişime uğrar. Ama şu anda bu yaklaşım Kıbrıs Türkü’nün değerler itibarıyla değil ama AB’den bir nevi uzaklaşmasına, güven sorununa neden oluyor.
Dörtlü koalisyon…
- Soru: Dörtlü koalisyonla ilgili “yürümez” şeklinde yaklaşımlar oldu. Hükümet çalışmaları nasıl gidiyor?
- Özersay: Geçen hafta hükümet ortakları olarak mecliste, genel kurulda ayaküstü kafa kafaya verdik. Herkes çok yoğun, uykusuz, onlarca konu var, elimizden geldiğince uğraşıyoruz. İçimizden birisi “muhalefetteyken ne güzel oturup eleştirirdik” dedi, bir an düşündüm, biz onu da görmedik, hiç parlamentoda muhalefette olmadık. Hükümet ortakları arasında, şu an itibarıyla, kendi içinde sağlıklı sayılabilecek bir diyalog var. Zorluklarını yaşamadık mı? Yaşadık. Dahasını yaşayacak mıyız? Kesinlikle yaşayacağız. Kolay bir şey değil. Herkesin kendine göre bir yükü var. Mesela daha önce hükümette yer alanların daha önce yaptıkları bağlamında bir yükleri vardır. Daha önce hükümette yer almayanların daha önce hükümette yer almadıkları için birilerine söyledikleri, yaptıklarından dolayı yükü vardır. Bütün bunların optimum dengesini bulmak, partinizin içerisindeki yol arkadaşlarınıza “bu şartlarda optimum bu” diyebilmek, ikna edebilmek, kamuoyuna da ülkenin içinden geçtiği durum nedeniyle en azından bir yerden başlayalım ve bunları yapabilelim” demek durumundayız. Bir tercihte bulunmak lazım, oturup ideal olanı bulmak için uğraşmaya devam edebiliriz ama ideal olanı bulmak için beklemeye devam edersek, 40 yıl daha bekleyip hiçbir şey yapamayabiliriz. O nedenle oturup ideali beklemeyelim, bir yerden başlayalım. Bir yanlışımız varsa da, onu bu yol yürünürken düzeltmeye çaba gösterelim.
Aynı şey Kıbrıs sorunu için de geçerlidir. İdeal olanın ne olacağını, nasıl olacağını, adının ne olacağını, içinin ne olacağını teorik olarak tartışmaktan kendi kendimizi yorduk, günü yaşamayı kaybettik. O ideali ararken, günü yaşarken de yapabileceğimiz şeyleri yitirmeyelim.