Kayıplar Komitesi’nin Çatoz ve Ayyorgi’de yeni kazılar başlattığı, Bilelle’de ise yüzey araştırması yaptığı bildirildi.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Gülseren Baranhan’dan edindiğimiz bilgilere göre, kazılarda son durum şöyle:
*** Paşaköy/Aşşa: 1963/64 kaybı iki Kıbrıslıtürk'ün tarlanın efkalipto ağaçlarının altında veya bu ağaçların arasındaki bir çukur/kuyuda gömülü olabileceği bilgisi üzerine daha önce kazısı yapılan alanda genişleme çalışmaları yapmak amacıyla başlatılan kazı çalışmaları tüm hızıyla devam etmektedir.
*** Geçitkale/Lefkonuk: 1963/64 kaybı iki Kıbrıslıtürk'ün Geçitkale'de Çınarlı (Bladan) köyüne doğru olan tarlaların içindeki bir kuyuda gömülü olabileceği bilgisi ile başlatılan kazı çalışmaları son bulmuştur.
*** Çatoz/Serdarlı: 1974 kaybı bir veya iki Kıbrıslırum'un bir kuyuda olabileceği bilgisi üzerine kazı çalışmaları başlatılmıştır.
*** Atlılar/Aloda: 1974 yılında Atlılar toplu mezarındaki 37 Kıbrıslıtürk, Atlılar Köyü'ndeki Şehitliğe taşınmıştır. Atlılar şehitliğindeki kalıntıları kimliklendirmek amacıyla başlatılan kazı çerçevesinde, mezar alanı içerisinde manuel kazı çalışmalarına geçilmiştir. 13 Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlara ulaşılmıştır.
*** Girne (askeri bölge): 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un dere yatağına yakın bir noktada gömülü olabileceği bilgisi ile daha önce de kazısı yapılan alana yakın bir noktada tekrardan başlatılan kazı çalışmaları halen devam etmektedir.
*** Lapithos/Lapta: 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un, Lapta'daki Ayirgodissa Kilisesi'nin çevre duvarının yanında gömülü olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları son bulmuştur.
*** Ayyorgi/Karaoğlanoğlu: 1974 kaybı beş Kıbrıslırum'u aramak için 2018 yılında başlatılan kazı çalışmasında, 5 kişiye ulaşılmıştır. Fakat kalıntıların eksikliğinden dolayı, daha fazla insan kalıntılarına ulaşılabilmek maksadıyla bölgede yeniden kazıya başlanmıştır.
*** Peristerona: 1963/64 kaybı bir Kıbrıslıtürk'ün bir kuyuya atılmış olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları halen devam etmektedir.
*** Bilelle/Pileri/Göçeri: Göçeri (Bilelle) köyü, Kulaklıtepe (Kolombaki) mevkiinde, av esnasında, kayalar arasında kemik kalıntılarını bildiren bir vatandaşın bilgisi üzerine bölgede yüzey araştırması başlatılmıştır.
Biz de kazı ekiplerindeki tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.
Bilelle'de kazı ekibi, yüzey araştırmasında...
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR DÜNYADA NELER YAPILIYOR?...
Kosova’da Priştine Üniversitesi’nden “Geçiş sürecinde adalet” konulu master programı...
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BİRN’in bildirdiğine göre, Kosova’da Priştine Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi, insan hakları, uluslararası ceza hukuku ve geçiş sürecinde adalet konusunda master derecesi elde edilebilecek bir programı ilk kez uygulamaya koydu ve bu master programı 15 Kasım 2023’te başlayacak.
Kosova’daki Priştine Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Avni Puka, programın uluslararası uzmanların yardımlarıyla biçimlendirildiğini ve eski Yugoslavya bölgesine özgü bir program olduğunu bildirdi.
Puka, “Bu master programı aracılığıyla Hukuk Fakültesi’nde yerel ve uluslararası düzeyde öğrenciler kabul ederek bunların insan hakları, uluslararası hukuk ve geçiş sürecinde adalet konusunda uzmanlaşmalarını sağlamayı umuyoruz” dedi.
Master programına kayıt yapan öğrencilerden 20’si Kosova’dan, on kadarı da İspanya, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Mısır, Gana ve Güney Sudan’dan geliyor. Priştine Üniversitesi’ne uluslararası öğrenciler olarak ilk katılan grup bu...
Öğrencilerden biri olan Viona Bunyaku, bu programa katılarak Kosova’daki geçiş döneminde adalet mekanizmalarını güçlendirmeye katkıda bulunmayı umduğunu anlattı. Bunyaku, BİRN’e yaptığı açıklamada, “Bu program çok önemli bir konudadır, Kosova’nın acı geçmişini düşünecek olursak ve şimdi bu mirasla nasıl başetmeye çalıştığını dikkate alırsak, gerçekten de çok zor bir geçiş sürecidir bu” diye konuştu. Bunyaku, “İnanıyorum ki bu master programı, ülkede yaşanmış olan savaşa dair araştırma ve belgelendirmeye çok yardımcı olacaktır” dedi.
Geçiş sürecinde adalet terimi, gerçeği arama, işlenmiş suçların cezalandırılmasına yönelik adalet süreci, kurbanlara tazminat, kurbanları anılaştırma ve çatışmaların tekrarlanmasını önlemek maksadıyla kurumsal reformları kapsıyor. Geçiş dönemi adalet stratejileri, ülkelere çatışma durumundan sürdürülebilir bir barışa geçiş yapmakta yardımcı olmayı hedefliyor.
Uluslararası hukuk profesörü Besfort Recai, bu master programında ders verecek olan profesörlerden biri ve akademik perspektif bakımından barışa katkıda bulunacak konuları ele almanın önemli olduğunu belirtiyor, toplumun sürdürülebilir kalkınması için bilimsel temelde çözümleri incelemenin büyük önem taşıdığına işaret ediyor.
Recai, “Kosova geçmişinden ötürü halen geçiş dönemi adalet süreçleriyle başetmeye çalışırken, bu master programı tam zamanında düşünülmüştür ve sürece katkıda bulunacaktır” diyor.
Profesör Recai, yeni programın “Geçiş döneminde adalete dair hassas konularda anlayışı, yetenekleri ve çağdaş yöntemlerin uygulanmasını geliştirmeyi hedeflediğini” belirtti.
Puka ise Kasım ayında Priştine Üniversitesi’nde “Soykırım, Holokost ve Geçiş Sürecinde Adalet’i İnceleme Merkezi” kurulacağını duyurdu. Puka Kosova savaşı esnasında tecavüze uğramış kadınlara, aynı zamanda katliam kurbanlarına ve savaşta öldürülmüş fakültenin eski öğrencilerine yönelik Hukuk Fakültesi’nde bir anı merkezinin oluşturulması için çalışmalar yapıldığını da anlattı. Puka, “Bu konuda Kültür Bakanlığı’nın desteğini almayı bekliyoruz” dedi.
2018 yılında üniversitede bir Geçiş Sürecinde Adalet Kaynak Merkezi oluşturma çabaları, fon yokluğundan ötürü başarısız olmuştu.
(BİRN’den özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...
Elena Gavuraki’den “Konağın Alfabesi...”
Aysel KILIÇ
Okuduğum, sevdiğim kitaplar üzerine yazmayalı çok uzun yıllar oldu. N. G. Çernisevski'nin meşhur kırmızı kapaklı “Nasıl Yapmalı?” romanından yola çıkarak, kapitalizmin ‘Sevgililer Günü'nü anlatmaya çalışmıştım ilk gençlik yıllarımda.
Ve en son 2010 yılında Yaşar Kemal'in “Bugünlerde Bahar” İndi kitabını anlatan bir haber yapmıştım.
O kadar değerli çok eser okudum ama her zaman yazacak ilhamı yakalayamadım. Şimdi anlatacağım kitabın kendisi kadar yazarı Elana Gavuraki de ilham kaynağı oldu bana.
Adalar Belediyesi'ne elinde yeni çıkmış romanıyla gelen hayat dolu, kıpır kıpır Elana Gavuraki ile tanışmamıza vesile olan kitabın kapağını açmam ve heyecanlanmam bir oldu.
Elana Gavuraki’nin “özgeçmiş” başlığı altında kendisini anlattığı cümleler o kadar içten, o kadar samimi ve o kadar bizden ki! Kadın haklarından, feminizmden, bahseden yazar, sistem karşıtlığıyla gönlümü fethetmişti çoktan.
Tarihe yakından bakmak
Romanının yazarı Elena Gavuraki Heybeliadalı. Haftanın beş günü Kadıköy’den Büyükada’ya yolculuk yaptığım Ada Vapuru'nda okuduğum “Konağın Alfabesi” ile Ada’dan her geçişimizde selam çaktık Heybeli’ye. Gavuraki’nin kitabı sayesinde Heybeliada’nın tarihini daha detaylı öğrenmiş oldum.
Yazar, Adalar’ın tarihini, mekânlarını ve zamanla uğradığı değişimi büyük bir araştırma sonucuyla ve betimlemelerle ortaya koyuyor.
Ada’nın o muhteşem doğasını, Ada hayatını, Ada insanının yaşam biçimini, özgürlüğünü romanına yansıtırken; dil, din, ırk ayrımının Adalar’da olmadığını da karakterlerin ağzından incelikle veriyor:
“Buralar için bilmeniz gereken tek şey kimse kimsenin dinine bakmaz. Kimse kimsenin ne olduğunu sorgulamaz. Tüm insanlara değer verilir. Herkesin kutsallarına saygı duyulur…”
Elena Gavuraki “Konağın Alfabesi” ile bizi yalnızca eski Adalar’a götürmüyor, ülkenin tarihine de ayna tutuyor. Yakın dönemin siyasal, sosyal, ekonomik, toplumsal gelişim ve değişimin izlerini sürüyor:
“Yüz elli senelik hayatım boyunca fakirlik de gördüm, zenginlik de. Şaşa ve köhnelik. Deprem, fırtına, dolu, yıldırımlar… Hayırsız Ada’daki köpeklerin havlamasıyla atmosferin inlediği matem dolu günleri… İnsanların acımasızlığından vicdanların burkulduğu karanlık zamanlardı. Savaşa gitmemek için benzerlerimin tavan arasında aylarca saklanan gençler… Asırlarca, nesiller boyu yaşadıkları toprakları mübadele sonucu terk etmek zorunda kalanlar… Gelip yerleşenlerde ayrı dert, gidenlerde ayrı keder! Acı, ölüm, göç ve kalp kırıklığı topografyamın kaderiydi sanki. Belki de bunun için ağaçları sevmiyordunuz. Pek çoğunuz kök saldığınız vatanlarınızdan koparıldığınız için.”
Gizlemek ve gizlenmek
Sınıfsal sorunları da romanına yansıtan Elena Gavuraki, toplumsal yargılara, cinsiyet eşitsizliğine de başkaldırıyor. Dinin, toplumsal yargıların kadını nasıl hapsettiğini, doğal olan bedenin, biyolojinin nasıl ayıplanan bir nesneye dönüştürüldüğünü ve özgürlüğe nasıl prangalar vurulduğunu karakterlerin yaşamıyla, anlatımlarıyla gözler önüne seriyor:
“Herkesin bir lakabı olan buralarda Dilistan’a Delistan diyorlardı. İçindeki çocuk özgür olduğu için göze batıyordu. Evcilleşmiş hayvanlara ya da sabilere mahsus saflık ve sevgi ile donanmıştı. Acı çekmiş, hırpalanmış, hor davranılmış olmasına rağmen asla kirlenmeyen yüreğini ben de sevmiştim. Düz, çıplak, yalın… Öyleleriyle karşılaşmak pek mümkün değildi. Özellikle kadın cinsinde! Kızlara bebekliklerinden itibaren örtmek, örtünmek, gizlemek ve gizlenmek öğretiliyordu…
"Ört' derler! Kızlar da göğüslerini, benim pencereme takılan demir parmaklıklara benzeyen sütyenlerin arkasında hapsederdi. Yüzlerini hava almayı engelleyen peçelerle örterlerdi. Üremesine neden olan aybaşını bile saklaması istenirdi… Doğum yapmasına neden olan dişiliği, bebeği dünyaya geldikten sonra yok olmuşçasına ortadan kaybolmuş gibi davranması üstlendiği rollerden biriydi. Validelik ile kadınlığın, biz taş yığınları aynı şey olduğunu bilsek de, insan kafalarında çoğunlukla aynı kefelere konuluyordu. Dilistan’ın bu konudaki şansı şansızlığındandı. İlgisiz annesi sayesinde, toplumun genel kurallarından uzak büyümüştü. Muhtemelen o da benim gibi bazı garipliklerinizi anlamıyordu. Bakirelik dediğiniz deri parçası yüzünden bacınızı, evladınızı öldürecek kadar acımasız olmanızı örneğin. Ben, evler bile yaşasın derken, siz çocuklarınızı, kardeşlerinizi katlediyorsunuz. Kaya parçalarından ve kalastan oluşan bendim ama taş kalpli ve yontulmamış olan sizlersiniz.”
Romanını tarihi bir konak ağzıyla anlatması ise sıra dışı. Konak, kendi içinde yaşayan kadınlar ve konağın beyinin tüm hallerine şahit olurken, gördüklerini yer yer esprili bir dille anlatıyor.
Bir solukta okunan roman, aynı zamanda bir belgesel niteliğinde.
Eylül ayında Kanguru Yayınları tarafından yayımlanan Konağın Alfabesi 304 sayfa.
(BİANET.ORG – Aysel KILIÇ – 4.11.2023)