CEK-CAK...

Dr Filiz Besim

 

Farkında mısınız bu ara ve aslında çok uzun bir süredir hep bir ‘FARKINDALIK’ yaratma derdindeyiz. Konuşuyoruz, tespitler yapıyoruz ve teşhis koyuyoruz.  Peki ama sonuç?
Sadece CEK - CAK...

2000’den beri ülkedeki kadın ticaretini konuşuyoruz.
Yasa mı?
CEK-CAK...

Kadına şiddet?
Çocuk istismarı?
Çöp ülke olmak?
Sağlıkta reform?
Eğitimde reform?
Sonuç?
CEK-CAK...

Yasalar yapıyoruz. Kapalı alanlarda sigara içilmez. Bu yasayı uygulamak para mı ister?
Meclis, hastanenler dahil her yerde sigara içiliyor.
Sonuç?
Sessizlik... CEK-CAK...

Sağlık çalışanları yasası. İki maddesi yargıdan geri dönse de gerisi yürürlükte.
Para isteyen bölüm tartışılabilir, peki ama gerisi?
Sessizlik... CEK- CAK...

Müşavirler ordusu?
Siyasi partiler yasası?
CEK -CAK...

***

Başöğretmen Kadriye Hacıbulgur...

Biraz Öğretmenler Günü, biraz da Prof. Dr. Bingül Sönmez’in “Atatürk’ün Dolmabahçe’de son on beş günü’ adlı sunusuyla düştü aklıma bir zamanların baş öğretmeni Kadriye Hacıbulgur...
1920’lerin Kıbrıs’ında Kıbrıs Türkü’ne bir yol açmaya çalışmış, toplumsal duyarlılığı hep ön planda olmuş bu Kıbrıs Türk kadınını anmak, hatırlamak ve hatırlatmak istedim.

Türkiye’de cumhuriyetin kurulduğu yıl, 18 yaşında gencecik bir kızken başladı Kadriye Hacıbulgur, tam 37 yıl sürecek öğretmenlik hizmetine.

İlk görev yeri Baf’a çıkmış. O günlerin efsane arabası atlı garutsa ile gitmiş görev yerine. Sonraları Kıbrıs’ın neredeyse her yerinde görev yapmış olan Kadriye Hanım’ın, esas ünü henüz 20 yaşında daha mesleğinin başında gencecik bir öğretmenken Yenağra, şimdiki adıyla Nergisli’de başlamış.

Kurtuluş savaşının hemen sonrasıydı. Türkiye yaralarını sarmaya çalışıyordu. Tablo çok acıklıydı. Savaş sonrası yetim kalan tam 900 çocuğa Çocuk Esirgeme Kurumu yardım etmeye çalışıyordu. İşte o günlerde Kıbrıs’taki Türklerden de yardım toplamak amacıyla Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanı Dr. Fuat Bey Kıbrıs’a geliyor. Köy, köy gezerken Mesarya bölgesinden Yenağra seçiliyor durak köy olarak. Günler öncesinden hazırlıklar yapılıyor ata toprağından gelecek olan bu değerli misafir için…

Kadriye Hanım, köyün öğretmeni tüm hazırlıkları yapıyor. Amaç Dr. Fuat Bey’in halka hitap etmesi ve yetimler için yardım toplanması.

Öyle de oluyor, Fuat Bey Yeneğra kız mektebinde, 5 Ekim 1925 günü ateşli bir konuşmayla hitap ediyor orada toplanan kalabalığa. Ardından 20 yaşındaki gencecik bayan kürsüye çıkıyor. O güne kadar taşıdığı peçesini, kalabalığın önünde çekip atarak, Atatürk’ün devrimlerinin önünde saygıyla eğiliyor ve yetim kalan minicik yavrular için çok ateşli bir konuşmayla, Kıbrıs Türk halkından yardım istiyor. Bu gösteriyle büyük paralar toplanıyor ve Kadriye Hanım da, o günden sonra bütün adada tanınmaya başlıyor.

Kadriye Hanımın bu cesareti ve kendine güvenli tavrı, böyle bir toplantıda konuşma yapma cesaretini göstermesi, belki de Kıbrıs Türk kadını adına, o güne kadar bir ilkti.

Birçok kız mektebinde öğretmenlik, başöğretmenlik yaptı Kadriye Hanım. O günlerde Türk bayrağı asmak, Atatürk devrimlerinden söz etmek yasaktı. Öğretmenler yine de saklayarak da olsa, her türlü cezayı göze alarak Türklüğü, Türk olmayı anlatıyorlardı çocuklara.

Derslere çocuklar “çok yaşa Kraliçem” diye başlansa da, bir şekilde istiklâl marşı okunuyordu okullarda...

***

Bir Sonbahar Gününde Tutkuya Doğru…

Kasım güneşinin sıcacık davetiyle savruldum ben denizin öte yanı bir başka Akdeniz kasabasına... “İş güç bekler mi?” demeden, ya da bir Yüz Kitabı grubunda hayatı sadece ekrandan izleyerek; bir sağ, bir de sol tıkla sonra da yolla yapmadan sürdüm arabamı önce uçak alanına, sonra da yemyeşil bir rüyaya doğru…
“Belki” değil “kesin” çok keyif alacağımı bildiğim o tutkunun peşinden sürüklendim.
Nicedir unutmuş gibiydim yolunu, tadını ve keyfini… Nasıl da dalmışım başka başka onca işe ve güce… Ama bir süredir yüreğim çağırıyordu işte; Türk Hava Yolları’nın Türkiye’de düzenlediği “Turkish Open için Tiger Wood geldi” dediler ve dünyanın golfta en iyi 74 oyuncusu... Bir gün öncede son yıllarda golfun en iyisi olan Tiger Wood’un boğaz köprüsünde Asya’dan Avrupa’ya yaptığı vuruşları izlemiştim. Müthişti.

İşte öyle bir heyecanla arabamda giderken Futbol Federasyon Başkanı Hasan Sertoğlu’nun basın toplantısını dinliyordum. Kop ile FİFA önünde yaptıkları anlaşmayı anlatıyordu. “Futbolun ruhunu bilmeyen bunu anlayamaz” diyordu. Nasıl da doğru söylüyordu... Her sporcunun en büyük rüyası değil midir dünyalı bir arenada yarışabilmek, o atmosferi koklayabilmek?..  Yıllar önce aynı öneriyi biz Rum Golf Federasyonu’na yapmıştık. “Kıbrıs Türk Golf Federasyonu’nu üye yapın, kulüpler bizim üzerimizden dünyaya açılsın” demiştik. O günlerde Rum Golf Federasyonu bunu kabul etmemişti.  Ben Hasan Sertoğlu’nu ve ekibini Kıbrıs Futbolu için harcadıkları bu çok anlamlı mücadele için kutluyorum. Umarım yıllar önce Kıbrıs’ta iki toplum arasında futbolla başlayan ayrışma, yine futbolla bütünleşmeye katkı koyar. Sporun ruhu barışı ve iki toplumu sarar.

İşte öyle bir duygu yumağında hem çatıştı, hem anlaştı beynimle yüreğim...
Ne diyecektim yüreğime?
“Gidemem, işim gücüm var” mı diyecektim?..
Yoksa “yazmam gereken yazılar” mı vardı?..
“Ben yüreğimin sesini dinlemem mi?” diyecektim.
Demedim…  Diyemedim…
Gökyüzü karardığında,
kara bulutlarla dolduğunda,
şimşekler çakmaya başladığında,
sığınacak limanlardan eski dostlarla buluştuk sabahın tazeliğinde yemyeşil sahalarda, bambaşka tanıdık bir şehirde...
Kasım güneşinin cazibesinde,  tutkunun peşinde…
Saatlerce savrulduk on sekiz çukurluk o yemyeşil sahada, sadece beyaz bir topun peşinden… Kasım güneşinin altında sonsuzdan gelip, sonsuza giden yüreğimizle kucaklaştık muhteşem Akdeniz kokusuyla… Sopa beyaz topla her buluştuğunda, bir başka gülümsedi hayat bizlere...

Her on sekiz çukurun sonunda kalbimiz küt- küt atarak koştuk golfun profesyonellerinin peşinden... Dudaklarımız uçuklayarak izledik o muhteşem vuruşları...
Şarjım bitse, internet gitse, Kıbrıs sorunu bitmese, sağlık sistemi düzelmese ne yazardı o yemyeşil büyünün içinde!..
Henüz kışın başında, yaşam durmaz akarken,
Kasım güneşi yeşille cilveleşmeye doyamazken,
Evden kaçan küçük bir kızın coşkusuyla sürüklendim ben Antalya’da golfun ve o bitmeyen tutkunun peşinden...