cemaat*

2011’in son haftaları... İngiliz Okulu’nun avantajları, dışarısı günlük güneşlik ve bizim ‘kış tatili’miz başladı. 7 ve 8. Sınıfların yıl sonu gösterileri, 11. Sınıfların GCSE atölye çalışmaları derken kıpır kıpır heyecanlı, ama fa

 

 

2011’in son haftaları... İngiliz Okulu’nun avantajları, dışarısı günlük güneşlik ve bizim ‘kış tatili’miz başladı. 7 ve 8. Sınıfların yıl sonu gösterileri, 11. Sınıfların GCSE atölye çalışmaları derken kıpır kıpır heyecanlı, ama fazlasıyla kalabalık bir hafta bıraktım geride. Şimdi durağanlık ve tatil için ayırdığım kitapları okuma zamanı. John Zerzan’ın okurken çok etkilendiğim ‘Gelecekteki İlkel’ kitabı dolanıyor elimin altında; sonra da kafamın içinde. Henüz sırası gelmemiş onca kitap varken tatile bu kitabı yeniden okuyarak giriyorum. Nedenini bilmiyorum. Ya da, biliyorum. Okumuyorum, yitirdiğim bir şeyi arıyorum sanki sayfalarının arasında (yine toplumla, cemaatle ilgili galiba). Ve ilk okumamdaki kadar şaşırtıcı ve doğru geliyor bana Zerzan’ın saptamaları...

Bizim burda hep olumlu ve faydalı bir şeymiş gibi sözedilir cemaatten, cemaatin bir parçası olmaktan... oysa Zerzan başka bir açıdan bakıyor cemaate:

***

cema-at: (isim) 1. aynı çıkarlara sahip insanların oluşturduğu yapı . 2. (Ekoloji) karşılıklı ilişkilere sahip olan organizmalar bütünü. 3. dayanışmayı sağlamak üzere dile getirilen bir kavram; genellikle bir birleşme zemininin olmadığı durumlarda veya söz konusu birliğin gerçek içeriği dayanışmanın ilan edilen politik hedefleriyle çeliştiği durumlarda vurgulanır.

 

Cemaat terimi, diyelim ki bir mahalleden daha fazlasını ifade etmesine rağmen, radikal değerlerin kilometre taşı olmaya devam eden muğlak bir terimdir. Nükleer denemelerin yapıldığı alanlarda kurulan pasifist kamplardan tutun da, fedakarlık+manipülasyon yaklaşımlarıyla “halkın hizmetinde” olan solculara, hatta birer proto-faşist olan Afrikaaner yerleşimcilerine varana dek, tüm kesimler bu terime başvurmaktadırlar. Cemaat kavramı birbirinden farklı hedefler ve amaçlar için kullanılmasına rağmen, özgürleştirici bir nosyon olarak bir kurgudan ibarettir.

Cemaatin yokluğunu herkes hissetmektedir, çünkü, insan grupları, fiili “cemaat” olarak adlandırılan yapıya karşı mücadele etmek, hatta bu yapının dışında var olmak zorundadır. Çekirdek aile, din, milliyet, iş, okul, mülk ve rollerdeki uzmanlaşmadan oluşan çeşitli kombinasyonların, uygarlığın dayatılmasından itibaren, var olan her cemaati şu veya bu ölçüde biçimlendirdiği anlaşılıyor. İşte bu yüzden bir yanılsamayla karşı karşıyayız; zira, nitel olarak daha üstün bir cemaat biçiminin uygarlık içinde var olabileceğini savunmak, uygarlığı onaylamak anlamına gelecektir. Öte yandan pozitivizm bu yanılsamayı daha da katmerli hale getirerek, köken itibariyle sosyal olanın evcilleşme ile bir arada var olabileceğini iddia etmektedir. Bu bağlamda, tıpkı cemaat gibi, tahakküme eşlik eden bir diğer olgu da, nihayetinde, orta sınıf tarafından yükseltilen ve sisteme saygıyı esas alan karşı çıkış tarzıdır.

Örneğin Fifth Estate, cemaati destekleyip neredeyse her cümleye katarak, daha önce (kısmen) geliştirdiği uygarlık eleştirisini yumuşakmaktadır. Bu arada, bazı istisnai Hollywood filmleri (örneğin, Emeralda Ormanı, Kurtlarla Dans gibi), özgürleştirici dayanışmanın uygarlık karşıtlığından ve endüstriyel modernitenin “cemaatine” karşı verilecek mücadeleden doğacağını, bizim anti-otoriter yayınlarımızdan daha çarpıcı bir şekilde ifade ediyor.

Jacques Camatte, sermayenin, biçimsel tahakküm aşamasından gerçek tahakküm aşamasına yükselişini incelemiştir. Öte yandan, mevcut cemaate verilen destek ile gerçek bir dayanışma ve özgürlük için duyulan arzunun sürekli bir erozyona uğradığını gösteren çarpıcı kanıtlar da yok değildir. Tıpkı, Fredy Perlman’ın, “Erkeğin Tarihine Hayır, Leviathan’a Hayır” adlı eşsiz eserinin sonlarına doğru belirttiği gibi: “Bilinen bir şey varsa o da, yapaylıkların en büyüğü olan ve dünyayı kuşatanların ilki ve biricik güç olan Leviathan’ın her şeyi çürüttüğüdür... İnsanların akıl sağlıklarından, maskelerinden ve zırhlarından kurtularak delirmelerinin tam zamanıdır, çünkü onlar Leviathan’ın büyüleyici kentinden çoktan kovulmuşlardır.”

Cemaatin reddedilişi, kişinin kendi kendisini hapsettiği bir yalıtılmışlık olarak değerlendirilebilir, yine de bu, giderek daha yıkıcı hale gelen dünyanın çarkında sıradan bir dişliye dönüşmekten daha yeğ ve daha sağlıklı bir seçimdir. Devasa boyutlara varan bir yabancılaşma, gerçek sosyalin sahte komünalden daha üstün olduğu hususunda ısrar edenlerin tercih ettiği bir koşul değildir. Cemaatin içeriğinden dolayı, böyle bir yabancılaşma her halükarda kaçınılmazdır. Uygarlaşmaya karşı yükseltilecek muhalefet, bu yabancılaşmayı cemaat olarak adlandırıp kutsamak yerine, hiç olmazsa onun gerçek adını koyabilmelidir.

Cemaatin savunulması, her zamankinden daha gerekli olan radikal kopuşa sırtını dönen tutucu bir jesttir. Esiri olduğumuz bir yapıyı savunmanın anlamı nedir?

Gerçekte, cemaat diye bir şey yoktur. Ve bizi, bugünküyle arasında hiçbir benzerlik bulunmayan bir dünyaya götürecek olan yaşam dolu bir bağlılık ve duygudaşlık vizyonunu, ancak cemaat adı altında bize dayatılanlardan vazgeçtiğimiz zaman yakalayabiliriz. Hakeza, meşru ve amaçlarımızla uyumlu olabilecek tek anlayış, mevcut cemaat kategorilerinin topyekün reddine dayanan negatif bir “cemaat” anlayışı olabilir.

 


* John Zerzan, Gelecekteki İlkel

Fotoğraflar: Misha Gordin; http://bsimple.com/

 

 

 

 

Arşiv Haberleri