DR. HALE EREL
Yine akşam, yine gece. Mum söndü hayat bitti. Herkes ayrı uykuda, ayrı rüyada her gece. Bir yanda pırlantasız hayat olmaz diyenler, diğer yanda pırlanta gibi hayat yaşayanlar. Dünya alem için bir masal, gündüz ve gece. Uyku yine gitti benden, her akşam farklı bir masal, farklı bir hikaye bu ruhu saran. Adı bilinmeyen kahramanlar hayatımın tam ortasında hatırlanacak. Unutuldu sanılan yine karşımda, yine inzivaya çekilmekte yine yazmakta gönül. İnsanlar hatırlandıkları zaman yaşamaya devam ederlermiş. En zalimi unutulmakmış. Bir varmış bir yokmuş diye başlayan masalların kahramanıymış her beden kimi bilinirmiş kimi bilinmezmiş. Hoş geldin Cemaliye teyze, bu gecenin karanlığından çıktın geldin, uzun yoldan geldin hoş geldin. Şimdi birlikte yazalım bir hayatı sen anlat ben kaleme dökeyim, kalem tükensin gece bitmesin. Gidelim geçmişe gelin başlarını yeniden yapalım. Seni bekleyen asker çocukları yine besleyelim her akşam, çay hazır mı, çorbanın tuzu tam mı? Beni unutma; un, yağ, şeker istemeye giderken. Ben tanıklık yapayım anlatayım bilsin bu alem.
‘’Hanımlar hanımlar boş durma zamanı değil kıçınızı ( galiba bu kelime g..t olacaktı) kaldırın kımıldayın biraz o
çocuklar sizin için akşamları uykusuz kalıyorlar bu soğukta ana kuzusu onlar.’’ Kafamı kaldırıp baktım yataktan henüz çok küçüğüm aslında ilk dikkatimi çeken o ayıp sözcüktü. Balıketinden biraz daha topluca bir hatun fırtına gibi girmişti bizim eve, yani nenemin hisar üstündeki evine. Hava soğuk ben kalkmak istemiyorum, kalksam ne olacak ki dört duvar arasından çıkıp dört duvar arasındaki iç bahçeye geçebilirdim.
Cemaliye teyzeyle tanışmam böyle başladı. O günlerde ki, kimkime dumduma bir hayat günleri. Arkasına takmış üç beş kadını “Kımıldayın!’’ diyor, “sizin çocuklarınız da olabilirdi o sınırda olanlar’’ diyor. “O çocukların üstünde giyecek hiçbir şeyi yok’’ diyor. Ama kimseyi dinlemeden konuşuyor, bir yandan da kucağındaki metrelerce kumaşı yerleştiriyor bir yerlere.
Ve başlıyor serüven. Ev, “bakla oda nohut sofa’’, her yerde düğme, her yerde kumaş, iplik, kadınlar dikişler, destelenmiş asker elbiseleri. Cemaliye teyze yine geliyor ertesi gün dikilmişleri alıyor götürüyor, daha çok kumaş bırakıyor. Sonra, sonrası yok görev belli, kimsenin ona vermediği bir görevi var, ev ev dolaşıyor, kumaşlar, düğmeler, iplikler dağıtıyor, asker elbiselerini topluyor. Bunlar tam yerine ulaşmalı, çocuklarına giydirilmeli.
Ah Cemaliye teyze, ''Gelin Onarıcı Cemaliyanım''.
Lefkoşa’nın tam ortasındaki bir mahallede Abdi Çavuş Sokak’ta 1910 yılında doğmuş üç kardeşin ortancası. Anne babayı erken zamanda kaybedince kardeşlere ablalık, kardeş çocuklarına hem analık hem de babalık yapmış Cemaliye teyze. Kiminin anası, kiminin babası , bazısının ablası, bazısının teyzesi, ama en çok da birçok insanın evliliğinde dünür başı. Evlenmeye zaman bulmuş ama evliliği yürütmek için zaman yakalayamamış, hani derler ya ''Erkek gibi kadın'' aşını topraktan çıkarmış, Kıbrıs’ta kadınlar arasında ilkleri yaşamış, bazen yadırganmış, sonunda kabullenilmiş bir insan. İlk defa ev satın almış kadın, İlk defa araba kullanmış kadınlardan.
Unutulmuş belki birçoklarınca, birçok hayata öyle veya böyle dokunmuş gizli kahramanlardan biri Cemaliyaba. Kaç askerin koruyucusu, kaç mücahitin çorbacısı, aşçısı, anası olmuş.
Mert kadındı, her eve girip çıkabilirdi, dürüsttü. Hangi taşı kaldırsan altından çıkan insanlar var ya, güvenilir, dertleştiğin, inandığın, derdini anlattığında çözüm bulacağından emin olduğun insanlardandı Cemaliye teyze. Kıbrıs’taki gizli kahramanlardan biriydi.
“Gitmem gerekli’’ dedi gece saat 11 civarı. “Otur’’ dedi annem “ben de yalnızım, bey nöbette.”
“Yok’’ dedi, “gitmem gerekli, çocuklar beni bekliyor şimdi karnı acıkmıştır üşümüşlerdir şimdi. Kardeşlerimin çocuklarına da ben bakıyorum” demişti, daha önce “çocuğum yok” demişti diye düşünüyorum. “Çay yapacağım, çorba yapacağım, evde un da kalmadı ama bir şey halledeceğim’’ dedi. “Olmazsa çayın yanında gabira ekmek de yaparım, zeytin de var’’ dedi…
Ve gitti. Çocukları vardı tabii ki, delikanlıları vardı hisar üstünde, nöbet tutan, Çağlayan sınırında nöbet tutan sabaha kadar soğukta titreyen, üstünde paltosu olmayan ayağında ayakkabısı eskiyen ‘’ANA KUZUSU’’ çocukları vardı. Asker çocukları, anası babası uzakta olan asker çocuklarına her akşam yemek vermeyi, çay götürmeyi kendine sorumluluk olarak almıştı. Evde olan unun yanına biraz yağ bir komşudan, biraz şeker diğerinden alınacaktı ve akşama çocuklara, o henüz ‘’ana kuzusu’’ olan çocuklara, asker elbisesi bile olmayan, “Sen askersin’’ dedikleri için kendini asker gibi hissetmeye çalışan çocuklara akşam bir helva yapılacaktı. Yanına da bir çay yaptım mı tamam bu gece de geçerdi. O çocuklar ki 15- 16 yaşında…
“Sizde bulgur var mı?’’ diyordu bir ses, pencerenin perdesini aşağıya çekmiş kafasını uzatmıştı. “Evde bir şey kalmadı Bahire, çocuklar aç kalamaz’’ diyordu elinde poşetlerle. Bu gün bize bulgur vermek düşmüştü demek ki diye düşünmüştüm o gün. Yağı halam vermişti, bulguru annem, tuz komşudan, çay Cemaliye teyzeden. Pişirmek, çocuklarını takip etmek, onların günde 3 defa karnını doyurmak Cemaliye teyzeden, gece geç saatte çayın yanına bayatlamış ekmeği gabira yapmak Cemaliye teyzeden, gece yarısı saat 3’te, saat 4’te asker çocuklarının başında durup onları yedirmek Cemaliye teyzeden. Huzurla uyu Cemaliye teyze, o asker olmanın ne demek olduğunu bilmeden sınırda nöbet bekleyen, bizlerin rahat uyumasını sağlayan o çocuklar bugün büyümüşlerdir, hatırlıyorlardır seni mutlaka. O çocuklar da istemezlerdi sana yük olmayı hatta gece uykusuz kalmayı ama Kıbrıs burası, ne zaman ne olacağı belli olmayan savaşların göbeğindeki minik ada. Nur içinde yat.
‘’Dünür başı’’ olmak vardı eskiden. Öyle kızlar erkekler birbirini seçmezdi. aileler seçerdi ya evlenilecek kişiyi, en çok da Cemaliye teyze seçerdi kim kiminle evlenecek diye, sonra da gider isterdi. Ne çok insanı evlendirmişti. Ne çok insan mutlu olmuştu Cemaliye teyze aracılığıyla. O asker çocukların öyle annesi olmuştu ki onları evlendirmek bile görevi olmuştu Cemaliye teyzenin. Savaş sırası, savaş sonrası hakkı ödenemezdi Cemaliye teyzenin. Sonra bir de bunların ‘’Gelin başını’’ yapıyordu, gelinin başındaki çiçeği hazırlıyordu.
Girmediğin ev, dokunmadığın hayat, dost olmadığın insan var mıydı Cemaliyaba? Cumhurbaşkanından, bürokrata, zenginden fakire, kadın erkek, çocuk büyük, işçi usta, esnaf tüccar, eczacı doktor… Dokunmadığın bir hayat var mıydı Lefkoşa’da veya köyde? Sahi kimdi ben okulu bitirip geldiğimde bana bulduğun “Kısmet’’ adını sormamıştım ya, merak ettiğim o insan kimdi bilir misin?
Adı şanı bilinmez kahramanlar göçüp gitse de adı kalırmış yadigar. Bir hoş seda olurmuş, olurmuş da gece uykuyu alırmış. Anlatsam bu hayatı, eksik kalır dermiş de, yine de göz kırparmış uzaklardaki kahramanlar. Huzurla uyu Cemaliye teyze…
(DR. HALE EREL – MAYIS 2015 – İSTANBUL.)