Kıbrıs sorunu çözüm görüşmeleri Ocak 2017’de Cenevre’ye taşınıyor. Kıbrıslı taraflar, garantörler ve ‘ihtiyaç duyulan diğer taraflar’, yani AB ve belki BM Güvenlik Konseyi üyeleri, tümü Cenevre’de Kıbrıs sorununu çözme cemine teşebbüs edecekler…
Çözebilecekler mi?! Bu sorunun cevabını galiba Tanrı daha peygambere bile söylemedi… Göstergeler çözüme yönelik mi?! Bir bakmak, irdelemek gerek…
Kısa süre önce Brüksel’de bir araya gelen ve yeniden bir araya gelecekleri söylenen Anastasiadis ve Tsipras, özellikle garantiler konusunda ortak stratejiler belirlemiş. Dışa sızdırılan bilgilere göre, özellikle Türkiye’nin garantörlüğünü sıfırlamaya odaklanacaklar, tutturamazlarsa da etkisiz hale getirmeye çalışacaklar… Türk tarafının hassas konusu üzerinde bu niyetle bir strateji kurgulamak, çözüme ulaşmak niyet ve hedefine koşut bir tavır değil… Bu stratejinin ana fikri “çözümsüzlük sürsün, suçu da Türk tarafında kalsın” olduğu anlaşılıyor. Sebebi de gayet açık; bu köşeden müteaddit defalar yazıldığı gibi, Kıbrıslı Rumların büyük çoğunluğu çözüme henüz hazır değil, referandumda ‘evet’ çıkma olasılığı zayıf, Anastasiadis’in önünde bir yıl kadar sonra da seçim var… Ona göre şimdi çözümün sırası değil ama uluslararası toplum nezdinde de oyunbozan olmamalı; en iyisi Türk tarafının suçlanacağı ortamı yaratmak, bu amaç için de en kullanışlı konu ‘garantiler’…
Henüz bir araya gelmemiş olan Kuzey Kıbrıs ve Türkiye taraflarında durum ne? TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımı hem ‘fırsat’, hem ‘tehdit’… ‘Fırsat’tır çünkü Türkiye tarafının çözüme katılımı ve dolayısıyla katkısı görüşmelerde hemen sunulabilecek… ‘Fırsat’tır, çünkü Kıbrıs Türk tarafının “Hayır” kampının siyasi parti liderleri, yani mevcut hükümetin iki koalisyon ortağının başkanları orada Erdoğan’a karşı çıkamayacak, zorunlu olarak Cenevre’de “Evet” diyecek; memlekete dönünce de, Erdoğan’ın şerrine uğramamak için “Hayır” diyemeyecekler… Referandumda partilerinin üyelerini serbest bırakacaklarını söyleyip, etkin “Hayır” kampanyası yapmayı milliyetçi unsurlara ihale edebilirler… Denilebilir ki, Erdoğan rol dağıtımı yapıp, kendisi ‘iyi polis’, UBP ve DP’nin başkanlarını da ‘kötü polis’ oynatabilir; Erdoğan ‘lafını deliye söyleten akıllı’ değil, bu rolü hiç oynamadığı, sözünü sakınmadan ve kendi tarzında dobra –dobra söylediği de gayet iyi biliniyor… Öyle bir rol dağıtımı olmayacak.
Erdoğan’ın orda olması bir ‘Fırsat’tır… Türkiye’nin kendi içinde ve dışarda komşuları ile çatışmalı hale gelme sürecinde ülkeyi yöneten kişidir, uluslararası imajı bu sıralar kötüdür ve bunu iyileştirmeye ihtiyacı vardır. Kıbrıs’ta çözüm, imaj toparlamak için Erdoğan’ın en kolay kullanılabileceği olanaktır. Kıbrıs’ta çözüme ulaşmada başrole soyunursa hiç şaşmamak gerek…
Erdoğan’ın orada olması ‘Tehdit’tir… Kıbrıs Rum tarafını hala daha ‘aç tavuk’ görüyorsa, tavırları bu görüşten türerse, çözüme katkısı olamayacak… Suriye yenilgisinden sonra Kıbrıs’ta ‘toprak tavizi veren’ biri olmak istemeyebilir. TC’de Başkanlık Sistemi’ne geçişi sağlayacak anayasa değişikliği için MHP’nin desteğini aldı, bu faşist partinin Kıbrıs sorunundaki duruşunu aşamayabilir. AB ile çöken ilişkilerini düzeltebilmek için, doğal gaz ve Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgeler haritasını Türkiye’nin çıkarlarına göre yeniden şekillendirilmesini denemek için Kıbrıs kozunu geleceğe saklamak isteyebilir. Amerika ile mutsuz, NATO ile tatminsiz müttefik… Bu duygularını iyileştirmek için Kıbrıs’ı, doğal gazını, Ortadoğu’yu kontrol edebilen jeo-politik konumunu kullanmak isteyebilir… Ve Erdoğan fevridir, Rum - Yunan tarafının can sıkıcı bir önerisini, özellikle garantiler konusunda, müzakere etmek değil de “one minute” tepkisiyle cevaplayıp, süreci bitirebilir…
Erdoğan’ın orada olması ‘Tehdit’tir… Baskın politik davranışları nedeniyle Kıbrıs Türk tarafının kendi tezlerini masaya koyması kolay olmayacaktır. Hele ki, yıllarca önce bir uluslararası konferansta Erdoğan’ın sözlerine katılmadığını ifade etmesiyle bozulan ilişkilerinin son KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bile konu edildiği bir deneyim yaşayan Akıncı’nın Cenevre’de Erdoğan’la uyumsuz olmaya hiç cesareti olmayacaktır. Bu da Kıbrıs Türk tarafının zafiyeti olacaktır. Ayrıca, Türkiye şu anda AB ile gerilimler yaşarken, Rum – Yunan tarafı AB’yi de görüşme ve antlaşma sürecine taraf yapmak isterse Erdoğan’ın alacağı tavır ne Kıbrıs sorununu çözmeye, ne de Türkiye – AB ilişkilerini düzeltmeye yardımcı olabilecektir.
Cenevre’deki ceme katılacak olan İngiltere, her zamanki ‘Tazıya tut, tavşana kaç’ siyasetini uygulayacak, taraflar üzerindeki itibarını korumaya çalışacaktır. Güvenlik Konseyi üyeleri katılır mı? Hayır... Onlar kendilerini, herhangi bir çıkmaz durumunda çıkmazın bir parçası olmaya değil, son çözümleyicisi olmaya saklayacaklardır… Zaten katılmaya kalkışsalar, Erdoğan’dan bir kez daha “Dünya bu beşliden müteşekkil değildir” eleştirisini duyacaklar, Cenevre’nin cem havası dağılacak…
Evet, Kıbrıs sorununun tarafları Cenevre’de cem olacak da ne olacak?!.. 9 – 11 Ocak arası Kıbrıslı taraflar yakınlaşma sağlayamadıkları konularda belki biraz daha yakınlaşacak; 12 Ocak’ta garantörlerle toplanıldığında Elen tarafı Türk tarafının tahammül sınırlarını zorlamaya çalışacak, BM’nin ve AB’nin temsilcileri arabulmaya uğraşacak… Sonuca ulaşmakta zorlanacaklar… Ya Elen tarafı ile Türk tarafı çekilebileceği son kerteye kadar çekilip uzlaşacaklar, ya da “görüşmeler Kıbrıs’ta devam edecek” diyerek çöküşü halktan saklamaya ve umut pompalamaya devam edecekler… O kadar lider Cenevre’de cem edip de Kıbrıs sorununu çözememişse, “üzgünüz, biz de çözemedik” diyemeyecekler herhalde; konuyu uykuya yatırmanın yolunu bulacaklar…
Gene karamsar bir değerlendirme ve senaryo… Cenevre’de Kıbrıs sorununu çözme cemine teşebbüs edenler iyisini yazabiliyorsa yazsınlar da dünyaya şenlik gelsin…