BM’nin ev sahipliğinde düzenlenen 5’li konferanstan pek fazla umudu olan yok. Tarafların kamuya açıkladıkları pozisyonları birbirinden oldukça uzakta…
Bir taraf ‘iki ayrı devlet’ derken, diğer taraf ‘federal çözüm’ diyor.
Bu pozisyonlar Cenevre’de de sürerse, elbette sonuç alınamaz. Ancak müzakere süreçlerinin her zaman ‘al-ver’li olduğunu ve önceden söylenenlerin aslında ‘ön pazarlık’ olduğunu biliyoruz.
Taraflar her zaman ellerini yüksekten açarlar, sonra da pazarlığa girişirler.
Bu sefer de bundan farklı bir yol izlenmeyecektir masada…
Cenevre görüşmelerinin ‘gayrı resmi’ olmasının en önemli nedeni de taraflar arasında bir ‘müzakere zemini’ arayışıdır. O zemin olsaydı zaten, doğrudan kapsamlı müzakerelere başlanırdı. Ama o süreç Crans Montana’da çökmüş, uzunca bir süre diyalog dahi olmamış ve Berlin’de yapılan en son ‘liderler buluşması’ ile geleceğe umut ekilmişti.
Şimdi Berlin’de ekilen tohumu yeşertebilecek mi Genel Sekreter Guterres, yoksa tohum çimlenmeden çürümüş mü, onu göreceğiz.
***
Berlin’den sonra adanın kuzeyinde bir değişiklik oldu. Türkiye istediği kişiyi ve de Crans Montana sonrası izlemeye başladığı ‘yeni siyaset’i saraya taşıdı.
Eski Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile köprüleri atan ve ‘federal çözüm’ söyleminden uzaklaşan Ankara hükümetinin ne yapmaya çalıştığı şimdi İsviçre’de test edilmiş olacak.
‘İki ayrı devlet’ veya ‘konfederasyon’ söylemi gerçekten bir vizyon mu, bir strateji mi, yoksa bir taktik mi, onu göreceğiz.
Türkiye’nin ‘KKTC’yi tanıtma’ gibi bir maceraya girme ihtimali düşüktür. Bugüne dek hiçbir hükümetin böyle bir siyaseti olmadı. Şimdi yedi düvelle sorunlar yaşayan Ankara yönetimi başına yeni bir dert açmak ister mi?
Sanmam…
O yüzden bu söylemin bir ‘strateji’ ya da ‘taktik’ olma ihtimali çok yüksek…
Ve bu yüzden Ankara’nın müzakere masasında çok farklı bir tutum içerisine girmesi sürpriz olmaz.
Türkiye hariciyesinin Crans Montana’da –sözlü olsa da- ‘garantörlük sisteminin tartışılabileceğini’ söyleyerek sürpriz yaptığını hatırlatmakta fayda vardır.
***
Ankara’nın Kıbrıs’ı ‘elindeki en güçlü koz’ olarak gördüğü malum… Bu yüzden Cenevre’yi sadece Kıbrıs değil, Türkiye’nin diğer birçok dış politika ihtiyaçları ile birlikte değerlendirmek lazım.
Avrupa Birliği, NATO ve ABD ile yaşanan gerilimler, Suriye’de olup bitenler, Doğu Akdeniz’deki egemenlik kavgaları, Ege’deki adalar meselesi bunların başında geliyor.
Soru şu: Cenevre’den nasıl bir sonuç Ankara’nın işine gelir? Ve bunun için neler yapabilir?
Başarısız ve gerginliği artırıcı bir sonuç mu?
Yoksa ‘Ankara her şeye rağmen çözümden yana olmaya devam ediyor’ şeklinde bir sonuç mu?
Bunu kestirmek çok kolay değil. Türk dışişlerinin her iki senaryoyu da çalışarak Cenevre’ye gittiği kesin…
Eğer Türkiye yönetimi ‘masa çöksün, ne olursa olsun’ senaryosunu hayata geçirecekse, ‘iki devletli çözüm’ formülünde çakılı kalır, bir milim gerilemez.
Yok, eğer ‘uzlaşıcı taraf’ rolü işine gelecekse, Cenevre’den şöyle bir sürpriz sonuç çıkabilir:
Ankara (ve tabii bizimkiler de) son ana kadar ‘iki ayrı devlet’ ısrarını sürdürür, ama son anda ‘Madem bu kadar ısrar ediyorsunuz, son bir kez daha federasyonu görüşelim, ama bunun bir süre limiti olsun’ diyerek ters köşe yapabilir.
Bu durumda ‘Crans Montana’da süreci berhava etmekle suçlanan’ Anastasiadis’in tavrı ne olur?
Bakalım…