CEZA

Bazen bu ülkenin güzelliğiyle bizi cezalandırdığını düşünüyorum. Oysa bir armağanı sayılır doğanın güzellik. Sadece insana değil, gözün gördüğü, tenin dokunduğu her şeye farklı bir değer, bir ayrıcalık katar. Her ne kadar sıfatlandırma üzerinden sınıfla

 

Bazen bu ülkenin güzelliğiyle bizi cezalandırdığını düşünüyorum.

Oysa bir armağanı sayılır doğanın güzellik. Sadece insana değil, gözün gördüğü, tenin dokunduğu her şeye farklı bir değer, bir ayrıcalık katar.

Her ne kadar sıfatlandırma üzerinden sınıflandırma yapmayı çok sevmesem de ezberlenmiş bir doğa kanunu gibidir bu.

Ve bu adanın her tarafına bulaşmış güzellik, her mevsim ayrı bir büyü üzerinden cezalandırıyor hepimizi.

Sonuçta yaşanamayan, dokunulamayan her güzel şey can yakar, çünkü.

Buraların güzelliği de öylesine yakıyor canımızı.

Düşünsenize;

Belki de dünyanın en keyifli coğrafyalarından birinde yaşıyoruz. Bir adım ötemizde denizin, bir el uzaklığında yeşilin içindeyiz.

Her şeye rağmen…

Hoyratça yok edilen binlerce başka güzelliğe rağmen…

Ama günün her saatinde farklı kokan bu doğanın, şehrin ya da denizin kokusunu yaşamaktan o kadar uzak bir hayat sürüyoruz ki çoğunlukla…

Süs bir değirmen gibi hayat, bize…

Gerçekten öğüten ama bu hoyratlığı hiç yakıştırılamayan bir başka gerçeklik gibi.

Mehmet Altan bir keresinde, “Kıbrıs çok güzel... Bırakın Kıbrıs sorununu, şu ormana, yeşile, denize, açan çiçeklere şöyle bir bakın. Çekin içinize bu güzelliği, duyumsayın. Bu Kıbrıs sorunu bir gün çözülse de yaşayacak bir hayatınız olmayacak” demişti.

Ne kadar güzel söylemiş.

 Metin Münir’in en belirgin özelliklerinden biri, Ozanköy’deki evinden yazılarına akıttığı o manzaranın tadıdır. Geçtiğimiz günlerde yine aynı ana fikirli bir yazısında, doğanın kendi içinde o kırmızı lalelere rengini verecek ayrı bir sihir, ayrı bir bilinmezlik taşıdığını düşündüğünü anlatıyordu.

Çiçeklere rengini veren kimyasal etkilerin ötesinde başka bir dili olduğunu söylüyordu doğanın.

Ama o çiçeği, akşam dinlediği müziği anlatırken, o çiçeği yaşamış o müzik olmuş, her notasına dönüşmüş bir adamın kendi hikayesi vardı aslında.

Metin Münir, Bach’ın 6. Süit Prelude’u karşısında “ hayatım boyunca yazdığım bütün yazılar bu müziğin bir tek notası etmez” diyor.

Ben bir laleye dönüşebilmiş bu adamın yaşadığı o duygu karşısında, bütün bir hayat yaşadıklarım, bu yazıya akıtılan tek bir duygu etmez diye düşündüm.

Hayatı en son ne zaman böyle duyumsadınız?

En son ne zaman bir şiir oldunuz? O şiirin içindeki tek satır?

Bir şarkının içindeki o tek nota?

En son ne zaman bir çiçek oldunuz?

Kokusu inceden içinize dolarken en son ne zaman unuttunuz kendinizi?

Bu coğrafyada türlü sebeple yaşayamadığımız her an ayrı bir ceza. Böylesi bir güzellik karşısında kayıtsız kaldığımız her an aslında bir ölüm.

Ölüm hep yaşanabileceklerden önce gelir. Ama hala yaşanamayacakları hiç bilmez insanoğlu.

 Sanırım bizim cezamız bu.

Hep yaşayabileceklerimizden önce ölmek…

Ve bunu hep bilmek…

2.4.2012--YENİDÜZEN

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri