Faika Deniz Paşa
fdpasha@gmail.com
Yasaları yapanların ve değiştirMEYenlerin kadın bedeniyle bir derdi var.
Bireysel ve toplumsal bir hak olarak kürtaj
Kürtaj, bir yandan kadınlar için bedene yapılan tüm dış müdahalelerin olduğu ölçüde ve mevcut yerleşmiş kalıp yargılardan ötürü hoş, keyfi, tercih gibi kelimelerle açıklanabilen bir deneyim değildir. Bir diğer yandan da, cinsellikle doğurganlığın ayrıştırılabilmesi, kadınların kendi cinsellik ve doğurganlıklarını ve dolayısıyla da bedenleri ve yaşamlarını belirleme hak ve yetilerinin bir ön koşuludur. Kadınların bedenleri üzerindeki her türlü kontrolün meşru olmadığının kabulü açısından da oldukça önemlidir.
Kürtaj ile ilgili tartışmalarda merkezi önem taşıyan bir diğer konu da, kürtaja erişimin kısıtlanması hâlinde doğacak sonuçlara ilişkindir. Bu tür durumlarda, sağlıksız koşullar ve/veya yöntemlerle gebeliğin sona erdirilmeye çalışılması ve dolayısıyla meydana gelen komplikasyonlar kadının sağlık hakkının ihlâldir. Ayrıca, kürtajı tartışırken akılda bulundurulması gereken önemli hususlar arasında, mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında kadın cinselliğinin toplumun onadığı amaçlar dışında gerçekleşmesinin şeytanlaştırılması, çocuk bakımının gerek evlilik birlikteliği içinde, gerekse dışında olsun, kadınların görevi olarak görülmesi ve kadınların üzerine kalması sayılabilir. Bu bağlamda, isteğe aykırı olarak çocuk doğurma, kadınların kendi kendilerini gerçekleştirme haklarının da hiçe sayılması demektir.
Tüm yukardakiler ışığında, kürtaj hem bireysel hem de toplumsal bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır.
Cinsel özgürlüğün ve sağlığın ön koşulu olarak kürtaj
Ayrıca hiçbir doğum kontrol yöntemi tam olarak sonuç vermediğinden, kürtaj cinsel hayatın bir parçasıdır. Bir kadını isteği dışında doğurmaya, anne olmaya zorlamak, gebeliğini sürdürüp sürdürmemeye dair sözünü hiçe saymak ile kadının toplumda ikincil konumuna dayanan oy hakkını elinden almak ya da evlenmeye zorlamak gibi pratikler arasında fark yoktur.
Kürtajın yasal olmadığı durumlarda ve ülkelerde, bu durum kadınları hamileliklerini sonlandırmaları için tıbbi olmayan yöntemleri kullanmaya itmekte ve sağlıkları üzerinde ciddi riskler oluşması ile sonuçlanmaktadır.
Ceza Yasası Madde 169 A’daki rıza sorunsalı
Ceza (Değişiklik) Yasası birçok alanda toplumsal cinsiyet açısından olumlu değişikliği hayata geçirmiş olsa da, bazı sorunlu maddelere dokunmamıştır. Bunlardan biri de kürtajdır. Ceza Yasası’nın 169 A maddesindeki düzenlemeye göre; gebeliğin sona erdirilmesi, yasada belirtilen istisnai durumlar dışında, gebeliğin ilk on haftasında, kayıtlı bir doğum ve kadın hastalıkları uzmanı tarafından yapılması koşuluyla cezalandırılmamaktadır.
Mevcut düzenlemedeki başlıca sorun; gebeliğin sona erdirilmesini, zihinsel herhangi bir engeli bulunmayan kadınların gebeliği söz konusu olduğunda, medeni hâli ve/veya yaşına göre başkalarının da rızasına tabi tutmaktır. Şöyle ki, evli kadınlarda kürtaj yapılması ile ilgili eşin, 18 yaş altında olanlarda ise ebeveynlerin veya vasilerin rızası aranmaktadır.
Eş rızası gerekliliği, yasalar tarafından hem evlilik statüsü üzerinden ayrımcılık yapmama, hem de doktor-hasta arasındaki gizlilik ilkelerinin ihlâl edilmesi demektir. Aynı zamanda da, ceninin kadın bedeni içerisinde, ondan ayrılmaz bir parça olduğu ölçüde, kadının kendi bedeni ile ilgili bir kararı verme yetkisinin elinden alınmasıdır. Elbette, ideal bir dünyada, evlilik birlikteliği içerisinde olsun veya olmasınlar, arzu edilen gebelik meydana gelmeden ve/veya sonlandırılmadan, eşler uzlaşıya varırlar. Ancak bu yasa maddesinin gerçek hayatta dayattığı husus, anlaşmaya varılamayan durumlarda, kadının çocuk sahibi olmayı istememesi ancak erkeğin istemesi hâlinde, eğer evli ise, yasa tarafından çocuğu doğurmaya zorlanması; her şeye rağmen, istemediği bir gebeliği sonlandırırsa da cezalandırılmasıdır.
Çocuklar (18 yaş altı bireyler) ile ilgili de, yine ideal bir dünyada, aileleri ile aralarındaki diyaloğun teşvik edilmesi, sonrasında oluşabilecek komplikasyonlara karşı ailenin takip yapabilmesi amacıyla bilgilendirilmesi oldukça geçerli nedenlerdir. Ancak, ülkemizde cinsellik üzerine var olagelen tabular, cinselliğini genç yaşta yaşayan kadınlara karşı basmakalıp yargılar göz önüne alındığında, böyle bir iznin zorlanması, ailesine durumu anlatma ile ilgili zorluk yaşama olasılığı yüksek olan genç kadınlar şahsında, müdahalenin gecikmesi ve böylelikle sağlık risklerini artırması veya on haftalık yasal sürenin aşılması sonucunu yaratabilmektedir. Bir diğer yandan, böylesi gebeliklerin ensest ilişkilerde veya bir akraba tarafından istismar edilme sonucu yaşandığı hâllerde, bahsedilen riskler daha büyük olur. Böylesi bir durum içerisinde, mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair dinamikler de göz önüne alındığında, genç bir kadın, ebeveynlerine veya vasisine gebeliğine ve bunu sonlandırma isteğine dair bir açıklama yapmakta çok daha fazla zorlanabilir.
Yukarıdaki hususlar ışığında, kürtajı kadın dışında başkalarının iznine bağlayan tüm hükümler kaldırılmalıdır.
Ceza Yasası Madde 169 A’daki on hafta sorunsalı
Ceza Yasası, gebeliği sonlandırmayı, istisnai durumlar dışında, ilk on haftayla sınırlandırıyor, sonrasında olması hâlinde de cezai yaptırım öngörüyor. Ancak, birçok durumda, on hafta bir kadının gebeliğinin farkına varması ve/veya bunu sonlandırması ile ilgili karar vermesi için yeterli olmayabilir. Uluslararası sağlık örgütleri gebeliğin ilk 12 haftada sonlanması durumunda, bunun sağlıklı olduğunu belirtmektedir. Bu çerçeveden bakıldığı zaman, yasada öngörülen sürenin on iki haftaya çıkarılması gerekmektedir.
Uygulamada kürtaj
Bir diğer yandan da, devlet hastanelerinde, en azından Lefkoşa Dr. Burhan Nalbantoğlu hastanesindeki fiili uygulama, yasadan çok daha vahimdir. Hastanede, fazla iş yükü, doktorun ahlaki yargıları doğrultusunda işlemi yapmak istememesi, genç yaşta tecavüz mağdurlarının başvurduğunda daha sonra polis ve mahkemelerde çıkabilecek, ancak ne olduğu açıklanmayan ve bizim de anlamadığımız nedenler bahane gösterilerek, “biz yapmıyoruz, çok isterseniz özele gidin” uygulamasını deneyimlemekteyiz.
Küçük bir hatırlatma: Egemenin kürtaj üzerine söylemleri
Türkiye’deki kadınlara en az 3, Kıbrıs’ın kuzeyindekilere de 4 çocuk fetvasını veren Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kıbrıs’a nüfus aktarmamızı istemiyorsanız siz de çocuk doğurun!” telkinini, akabinde de kürtajı cinayet olarak ilanını, kürtajın yasalarca devlet tarafından düzenlenmesi ve uygulanması ile ilgili bir başlıkta hatırla(t)mak oldukça önemlidir. Böylelikle kadınların bedenleri üzerinden üretilen politikalar ve kürtaj üzerindeki erkek egemen tutumlar açık edilebilir. Bu söylemlerin kaynağının, çocukları demografik yapıyı değiştirecek aletler, sömürülecek ucuz iş gücü, siyasi hırsları uğruna katledilecek askerler; kadınları da salt bunu sağladıkları oranda tanıyan ve tanımlayan, ikincilleştiren ve böylelikle bedenleri üzerindeki tasarruflarını hiçe sayan zihniyet olduğunu zikretmek gerekiyor…
Mücadeleye devam…
Kürtajı fiili olarak devlet hastanesinde yasaklamak, kadınların kürtaja erişimini mali kaynakları ölçüsünde sınırlandırmak, kürtajı kadının yanı sıra eşi, annesi, babası veya kendisinden sorumlu görülen diğer kişilerin, doktorun onayına sunup erişimini kısıtlamak; bu cihetle ahlaki bir mesele gibi değerlendirip, kadınların karar verme kapasitesini sınırlandırmak ve kadın cinselliğini doğurganlığa sebebiyet vermediği boyutlarında cezalandırmak, erkek egemenliği ve patriarkal kapitalizmin somutlaşmış hâlidir.
Canımızı yakan, bizi hiçe sayan bu düzene karşı bir darbe daha vurmak için, kadın özgürleşmesinden yana taraf olanlara düşen de, 2014 değişiklilerini bir başlangıç olarak görüp, hem kâğıtlardaki hem de kafalardaki yasaklara karşı mücadeleye devam etmektir.