CTP Genel Başkanı Özkan Yorgancıoğlu geçtiğimiz gün bir grup gazeteciyle bir araya geldi.
Bu tip toplantılar özellikle de samimi ve açık bir havada geçiyorsa, her iki taraf açısından da sağlıklı bir nabız ölçümü sağlar. Yorgancoğlu ile yaptığımız toplantı da bu açıdan yapılan son çalışmalarla ilgili söylenen ve söylenmeyenlerle sağlıklı bir nabız tutma şansı verdi bize.
Sanırım basının genel ruh hali ve nabzı da o masada açıklıkla ifade edildi.
Gazeteciler arasında ortak görüş, siyaset üretimindeki yetersizlik, tıkanan bir sistemin ardından yaşanan ciddi güven bunalımının sokaktaki egemenliği ve iktidar boşluğuna karşı siyasetin pasifliğiydi.
Buna yönelik soru ve tartışmalar masada oldukça fazla yer buldu.
Basın için önemli bir başka malzeme de CTP’de parti içi gruplaşmanın boyutları.
Gerçek şu ki, ta kurultay zamanından bir emanetçi başkan ya da geçiş dönemi bekçisi gibi bakılıyordu olası başkana. Şimdi Özkan Yorgancıoğlu’nun yumuşak mizacında ve zaman zaman parti içinden çıkan farklı seslerle bu tartışmalara canlı bir zemin hazırlanıyor.
Şüphesiz ki, bu tartışmaları ortadan kaldıracak ve imajı yıkacak olan tek şey, bundan sonraki icraatlar ve Başkan ile ekibinin performansı olacak.
Yoksa bunu kullanmak ve zemin kollamanın sadece bir partiye değil, aynı zamanda böylesi kritik bir eşikte toplumun geneline de ciddi bir hasar vereceğini mutlaka herkes biliyordur.
CTP Kurultay sonrasında özellikle yaz döneminin de etkisiyle ve yeni bir Genel Başkanla, beklenenden daha doğrusu, ihtiyaç duyulandan biraz daha yavaş ve sessiz bir süreç geçirdi.
Aslında bu sadece CTP için değil, iktidar partisi dahil, bütün siyasi partiler için de geçerlidir. Yoksa bir an düşünseniz, bütün bu ekonomik paket tartışmaları, özelleştirme hedefleri, Erdoğan’ın Kıbrıs çıkarması süreçlerinde, hangi parti hangi icraat ya da etkinliği ile hatırlanır diye sorsanız, sanırım fazla bir cevap alamazsınız.
Gerçek olan şu ki, gündelik hayat dahil, uzun süredir buraların ana egemeni Erdoğan siyaseti.
Bunun açık bir sebebi daha vardır.
Bugüne kadar Annan dönemi hariç ki, onun da kendi içinde bir sürükleyiciliği vardı, siyasi partilerin siyasetleri koşulların sürüklemesiyle ortaya çıktı.
Buna en yakın örneğimiz son seçimlerdir.
Toplum bu seçimde, yüksek beklentiler içinde olduğu için değil, CTP’ye kızgın olduğu için UBP iktidarını tercih etti. UBP de bütün bir seçim kampanyası kapsamında sadece bu öfkeye oynadı. Yoksa bir siyaset bir heyecan yaratmak adına bir icraatta bulunmadı.
Ama bundan sonra işler biraz daha zor.
Bundan sonra siyasetini bizzat kendi eliyle uygulamakta karalı ve etkin bir TC Hükümeti var.
Ve bundan sonra CTP başta olmak üzere, siyasi partiler bu siyasetin karşısında bir sınav verecekler.
Bu sadece yandaş olmakla, şartsız koşulsuz şirin görünmek adına yanında durmakla, ya da öfkeyle yüksek perdeden karşı çıkmakla olamaz.
Bu sadece üretilen ve icraata konulan bir siyasetle mümkün olabilir.
Türkiye’de AK Parti’nin bütün icraatları benimsenmiyor. Birçoğu ciddi rahatsızlıklar yaratıyor. Ancak siyaset üretimindeki gelecek vizyonu ve icraattaki kararlılık en önemli artı puanı AKP’nin.
Tabii ki her şeye rağmen hala alternatif bir siyaset üretilememesi de bunda başat rol oynuyor.
İşte burada tam da Özkan Yorgancıoğlu’nun “kendi reçetemizi biz oluşturacağız” sözüne geliyor, konu.
Bundan sonra sadece CTP’nin değil, bütün siyasi partilerin mevcudiyeti buna bağlı.
Ya bir siyaset üretilecek ve bu aktif ve başat rol paralellinde hareket edilecek ya da tek cephe bir güdümlenmeye terk edilecek, siyaset.
Parti içi tartışmalar, rekabet ve çekişmeler, bir yere kadar…
Yoksa CHP modeli, kendi içinde kavga verirken, bir siyaset üretemeyip köşesinde saymakla avunan bir konuma da sürüklenebilir, CTP.
Sendikal eylemlere destek vermenin, grev yapmak ya da bildiri yayımlamanın ötesine geçebilen sıyrılacak sürüden.
Çünkü belki de ilk kez bir siyasetle bu kadar yakından, içten, evin tam merkezinden bir görünmez mücadeleye girişecek siyasi partiler.
Sadece onamak ya da karşı çıkmanın ötesinde, onunla birlikte hayatta, ayakta kalabilmek için bir sınav verilecek.