"Çığlık Çığlığa Lefkoşa-1"

Eralp Adanır

"Çığlık Çığlığa Lefkoşa-1"

Hüseyin Kaba, son yıllarda özellikle sokakların, sokaklardaki evlerin ve o evlerin sakinlerinin izdüşümlerinde yürümeyi seçmiş, sözlü tarih alanını tarihsel bilgileriyle zenginleştiren bir yazarımız. Özelde Lefkoşa tutkunu olsa da genelde aslında Kıbrıs'ın, Kıbrıs insanının tutkunu. Yaşını başını almış emekliliğini bir kenarda oturup bedensel faaliyetlerinin son bulmasını bekleyerek geçirmek yerine, aklını ve yüreğini, gelecek kuşaklara sosyal-kültürel tarihimiz açısından ne bırakabilirim mesuliyetiyle gazetedeki tefrikalarını ve onlardan doğan kitaplarını yayımlamayı seçmiştir. "Çığlık Çığlığa Lefkoşa-1, Krallar Şehri" ise yeni yayını.
Her şehrin, her kasabanın, her köyün belli bir tarihi vardır mutlaka. Bunları gerek tarihle ilgili kitaplarda gerekse kültürel-folklorik kitaplarda bilgi olarak bulmak mümkün. Ama diğer taraftan o şehrin insanlarıyla yapılan ve yaşam kokan anıları-yaşanmışlıkları da toparladığınız zaman, her ikisinin birlikteliği o yaşam ve kültür-tarih adına çok detaylı bir belge-bilgi haline gelebilmektedir.
Kendisiyle yaptığımız söyleşiden bazı alıntılarla yol alalım yazımızda...

"Bir bakıma kitaplarda anlatılanlarla, dinlediklerim birbiriyle örtüşür ve o başlı başına bir değer, bir kıymet olur. Onları anlatan insanlar belki de başkalarından da işitmişlerdir anlattıkları konuları. Böyle olunca da, sözlü tarihin yukarılara doğru ilerlemesi veyahut da aktarılması suretiyle günümüze kadar gelmiştir. Örneğin bir yaşlı amcadan işittiğim bir olay vardı. Ona da dedesi anlatmış galiba. Bizim bugün çarşı merkezinin bulunduğu Bandabuliya-Belediye Pazarı'nın olduduğu yerlerde Mithat Paşa Sokağı diye bir yer vardır. Orasının kimsesizler mezarlığı olduğunu anlatmıştı. Ben buna daha sonraki yıllarda bazı araştırmacıların ve gezginlerin yayımlamış oldukları kitaplarda da rastladım. Ve Afrika gazetemizde tefrika halinde yayınladığım yazılarımın içerisinde olacaktır o konu. Kitaplaşması gerçekleştiğinde ise o da yerini alacaktır. Yani sokaklarımızı anlatırken bu çok önemli bir olaydır. Çünkü diğer bazı sokaklarımızda ve yerlerimizde örneğin Tekkeler, bazı isimler bizi geriye götürür. Nedir bunlar, meselâ bir "Üçler" isminde yatırlar vardır. Burasının İtalyanca bir adı da var olmasına rağmen bizler "musalla" diyoruz buraya. "Musalla" ne demektir? Mezarlıklarda veyahut da camilerde ölen kişinin bu taşın (musalla) üzerine yatırılması ve cenaze namazının kılınması için düzenlenmiş dikdörtgen uzunluğunda masamsı bir yer. Biz sadece bu isimle yetindik yıllarca. Ondan sonra çağrışım yaptı bize musalla taşı veyahut da musalla olabilmesi için orasının bir mezarlık olması gerekir diye. Nitekim güney Lefkoşa'da da bizde de birçok yerlerde halkın yoğun olduğu surlariçinde, işte burçlara mezarlık yapmışlar. Daha sonra surlardışına almışlar mezarlıkları. Bilirsiniz bugünkü TC Büyükelçiliği ve Atatürk Kültür Merkezi'nin olduğu yer örneğin. Biz oralarının mezarlık olduğu dönemi yetiştik. O yıllarda kullanılmıyordu ve Kaymaklı'daki yeni mezarlığa defnedilmeğe başlanmıştı vefat edenler. Ama o eski yere herkes mezarlık ziyaretine giderdi. Ramazanda bayramda veyahut üç aylarda meselâ. Orda mahallemizde oturan bir başkası vardı, 'ölü yuğucu' diye 'yuğmak', yıkamak demektir (Alevi geleneğinde cenaze yıkayana Yuğucu, suyu dökene de Kuyucu derler ea.). O otururdu orada ve çocuklarıyla arkadaştık. Mahalleden oralara kadar gider oynardık, sonradan onlar da taşınmışlardı. Arif dayı dediğimiz o adamcağız da bize eskiden mezarlık buradan önce hısarın üstündeydi, musalladaydı diye aktarmıştı.

 

"Çığlık Çığlığa Lefkoşa-1, Krallar Şehri" kitabı iki bölümden oluşuyor Hüseyin Kaba'nın. Birinci bölümde "Gezginler ve Yazarlar", 2. bölümde ise "Bildiğimiz Lefkoşa".

 

" 'Gezginler ve Yazarlar';  Hrsitiyanlar Kudüs'e kutsal şehre giderlerdi o yıllarda. O zamanlar da daha çok saygı duyarlardı dinlerine diye, Avrupa'dan Kıbrıs üzerinden geçip Kudüs'e giderlerdi. Bu insanlar varsıl insanlardı. İçinde okumuş olanlar, Kontlar, Dükler, Kraliçeler, Prensesler, Prensler vardı ve Kıbrıs da uğradıkları yerlerden biriydi öncelikle. Kıbrıs'ta da kutsal yerler vardı tabii ki, bu yerleri de gezerek bilgi edinirler ve döndüklerinde bazıları, tanık oldukları öğrendikleri bu bilgileri kitaplaştırırlardı. Salvator bunlardan en mühimiydi. Dili de durudur İngilizce olarak. Ben Kıbrıs ve özellikle Lefkoşa ile ilgili bilgileri, anıları Excerpta Cypria'dan yararlandım. Kıbrıs'ta İngiliz konsolosu olan Cobham tümünü bir yerde toparladı. 'Seksen farklı seyyahtan topladık ve İngilizce olarak insanlara tarihi bir cilt altında sunduk' dedi. Bundan mutluluk duydu adam. Doğrudur dedim ben de. Lefkoşa'nın bütününü, Kıbrıs'ın bütününü ada'nın isminin nereden geldiğini, kimisi üç dört tane örnek vererek, işte Selviden, Çamdan Çipri dendiğini, bazı çıkıntılarının boynuza benzetildiğini dolayısıyla boynuz diye ifade edildiğinden dem vuruldu. Anlattı yani bu insanlar. Bir tanesi Kıbrıs'taki toplumların Rum, Türk,  Ermeni ve Maronit azınlıklardan oluştuğundan bahsetti. Türkler için güzel şeyler söyledi, Rumlar için de güzel şeyler söyledi ama Türkleri daha çok beğendiği anlaşılıyor o yazısında. Kara kaşlı kara gözlü on üçüne gelince başını bağladığını ve daha çok ilgi çektiğini, sadece gözlerinin göründüğünü aktardı meselâ. Lefkoşa'nın bağlık bahçelik güzel bir yer olduğunu anlattı.

Biz zaten tarihimizi birçok yabancının yazdıklarından öğrendik. Ve onları okuyup Türkçeleştiren diğer arkadaşlarımıza, onlara da minnettar olduğumuza dair kitabımda bir iki satır yazdım. Harid (Fedai) beyden, Hizber Hikmetağalar'dan, Haşmet Gürkan'dan bahsettim kitabımda kaynak isimler olarak.

İkinci bölümde de kendi bildiğim Lefkoşa'yı veyahut bizim akranlarımızın bildiği Lefkoşa'yı aktarmaya çalıştım. Bunlar içerisinde önemli yer tutan kişilere biraz daha fazla yer ayırdım. Geçmiş programlarda bahsetmiştim hatırlarsanız mahallemizdeki bir zenciden vardı, onun hikayesini aktarmıştım. Rahmetli Gökalp Kamil'in 'Yakın Doğu Üniversitesi'nde Mevlevilerle ilgili bir hikâye anlatır mısın?' şeklindeki davetine icabet ettim ve anlatmıştım. Onu da kullandım bu kitapta. Büyük büyük büyük dedesi, 22. kuşak torunu olur Mevlâna'nın diye. Onun yaptığı açıklamalar var. Türkiye Millet Meclisi'ndeki meclis yardımcısı olan dedesinin, ki kitabımızda adı da var, Atatürk ile arasında geçen konuşmalar hakkında bilgi vermişti bana:

'Sizi kapatmak mecburiyetinde kaldık çünkü Tekke ve Zaviyeler kanunu hepsini kapsar. Ayrıcalık yapamazdık. Ancak sizin ileride daha çok insanın merak edeceği bir kültüre sahiptir Mevlevilik' diye bir konuşma geçer aralarında."

 

Bir de eski yitik meslekler, o mesleklerle ilgili isimlerden de bahsediyor Hüseyin Kaba kitabında. Muhallebicilerden hurmacılara, salepçilerden seyyar kasaplara ki zamanımızda artık seyyar kasaplar yok ve niceleri de artık tarihe karışmıştır bu mesleklerin...

 

"Lefkoşa'da hurmalar çok vardı eskiden. Nasıl çoğaldı, İslâmiyetle bir ilgisi var mıydı yok muydu bilemiyorum. Ki kutsal meyve sayılır İslâmiyette hurma. Hemen hemen her evde en az bir hurma vardı. Hurmacılar vardı çıkarlar bu hurmaları budarlar. Yedirme derlerdi tozlamalarını yaparlardı, rüzgâr yapamazsa eğer garantiye alırlardı. Sonra hurmalar kesilirdi o kesilen dalları atılmazdı. Onları toplayan ve onların yapraklarından yelpaze yapan insanlar vardı Lefkoşa'da. Hiçbir şey atılmazdı değerlendirilirdi. Bazı evlerde kümes damlarına da koyarlardı dalarını. Sokaklar seyyar satıcılarla doluydu. Balıkçılar vardı meselâ, çok balıkçı gezerdi sokaklarda ama et satana pek rastlamadıydım benim çocukluğumda. Bandabulya'nın girişinde sallak vardı kasap çırakları, esas hayvanı bazlayanlar onlardır. Kellecik ve ayacık soyulmuş vaziyette lengerlerin (kova) içinde böyle ciğerden gelen seslerle 'ayak ayak ayak, kellecik bunlar ayacık bunlar' diye çığırtkanlık yaparlardı. Hatta ben onları kullanırken 'ayakllar kelleye kelleler ayağa karışmış vaziyette' diye bir ironi de yaptım kitapta. Tabaklar da (deri işleyicileri) çok vardı meselâ Lefkoşa'da."