Rıdvan Arifoğlu
rarifoglu@yahoo.com
Mobylette'in dümeni astığım torba yüzünden biraz ağır olduğundan sağa kırayım derken sola çekiyor. Tabii torbadaki Cioran kitapları da dümene fazladan bir ağırlık ve huysuzluk katmış olabilir. Bu turuncu-galvanize inatçı atla bir süre boğuşuyorum, banketlerden zıplayarak geçerken jokeyleşiyorum. En sonunda Mobylette'in gıcırdayan dümenini hırdavatçıya doğru çevirebildim. Birkaç vida, rondella ve roblaks almam gerekiyor. Aslında Mobylette'e bir konuşma balonu bulsam alırdım ama hırdavatçıda politikacılar hakkındaki balon konuşmalar yok sattığı için herhalde yer kalmadı. Vidaların gelmesini beklerken dışarıya baktım, yanında koca bir motosiklet var şimdi, Harley Davidson olmalı. Motor gücü 15 at filandır herhalde, ya da beygir. Bizimkisi yarım atlık bir motor, yani midilli demek daha doğru. Ona arada bir Throwaway diyorum. Dış kulvardan rahvan giden, 1'e 20 veren iddiasız at. Annemin "üçten dörde beş ogga" dediği cinsten… Aslında Atgitsin diye çevirip böyle de sesleniyorum. Çöpe değil elbette. Bir bahis mi oynasam!? Birkaç lira at gitsin! 1'e 20! Ya tutarsa!
Bazen Lefkoşa'nın yeni yerleşim alanlarında dolaşırım. Behiç Pek'in miydi, bir karikatürdeydi, karenin sol tarafında gecekonducular var, "evsiz insanlar" diye yazıyor üstünde. Karenin sağında ise boş ve büyük evler, boş bir mahalle görülüyor. "İnsansız evler" yazıyor üstünde. Özellikle yeni yerleşimlerin böyle bir hali var. Yazda ise bu insansızlık halini daha iyi hissederiz, ne de olsa güzel havada dışarıda daha çok insan görmeyi bekleriz. Yine de buralarda insansızlık hali beni ürküten tek olgu değil. Ağaçsızlık da buna ekleniyor. Aslında çıkılmamış ağaçlar, kasten dikilmemiş ağaçlar var, ben gördüm. Ne güzel laf! Ben bundan sonra "fidan diktim" ya da "ağaç diktim" filan demesem daha iyi olacak. "Fidan çıktım" diyebilirim mesela, tıpkı "kat çıkmak" gibi. Geçen hafta 21 tane kalitris çıktım. Pederin getirdiği 4 guafa fidanından ikisini, 1 tekomarya, 2 altıntop, 2 Akdeniz selvisi ve 3 Japon kavağı çıktım. Balık kavağa çıksın diye (gülen kelek bir kelle)!
Bu ıssız yerleşim bölgelerinde yeni yapılan pekçok evin önüne ağaç dikilmediğini, sırf ev görünsün diye ön tarafın bomboş bırakıldığını düşünüyorum. Bunu gördükçe ıssızlık hissi daha sağlam vuruyor. Bence bu evler görünsün diye ağaç dikmemek yerine, tam tersine, görünmesinler diye ekilmeli, çıkılmalı, dikilmeli. Gerçi ağaçlar da bu berbat mimarinin önünde hayatları boyunca nöbet tutar gibi dikilmek istemeyeceklerdir, ama gene de denemeli. Belki mekânlarını değilse bile yerlerini severler.
Mimarlık okudum ama hiç yapmadım. Yapmasam da mimari konular hakkında düşünmediğimi söyleyemem. Korint tarzında inşa edilmiş bir tapınak taklidinin önünden geçerken bir an, "Acaba evde evden başka bir şey var mı?" diye meraklanıyorum. Sanki evde sadece ev yaşıyor, başka biri yok! Tesadüfen bahçede birini görüp ona seslenmek isteseniz önce evden icazet almanız gerekecek. Galiba birileri var arkada, evet. Koparacağı parçanın büyüklüğünü tahmin etmemize yardımcı olmak amacıyla sık sık dişlerini gösteren midilli büyüklüğünde bir adet köpek!
Bazı yerlerde de arabanın üzerine uzun süre yağmur damlası düşmesin diye ağaç dikilmiyor. Bunun çözümü elbette yağmuru tutmayan, veya tutsa bile derli toplu büyüyen piramit selvi v.b. ağaçlar çıkmaktır, yoksa oraya ağaç dikmemek veya var olan ağacı kesmek değil.
Şimdi elektriğe zam geldi. Plansızca oyulan dağlar, plansızca açılan kuyular, plansızca kesilen ağaçlara yeni bir tehdit geldi. Evin önündeki elektrikçide odun sobası satışları gırla. Hava kirliliği de ayrı mesele. Bazıları belli ki çöp de yakıyor. Yanık naylon kokusu etrafı sarıyor. Hiçbir şey yapmayıp, kaçıp, "Şehir çok kötü kardeş!" diyecek tıynette olmayanlar duyarlı davranacak, boş yere şömine veya odun sobası yakmayacaklardır, ancak belki de sorumluluklar yeni bir boyut kazanıyor. Belki komşularımızın farklı nitelikleri ortaya çıkacak.
Ağaç dikmemenin bir başka nedeni de kuşlar, burnukapanlar veya böcekler olabilir. Bazıları bu hayvanlardan çok korkuyor, evin bahçesindeki köpeğin insanları nasıl korkuttuğuna aldırış etmeden. Kimisi kuşlar tarafından uyandırılmasın diye, kimisi ise çocuğu kedi veya köpek dışında bir hayvanla karşılaşmasın diye ağaç dikmiyor.
Tabii bir de, ağaç ekmenin zor bir şey olduğunu zannedenler olabilir. Onlara Ece Baba'nın dediği gibi "Pes ben de cumhuriyetçiyim!" demek gerek.
Jacques Tati'nin yönetip oynadığı, birkaç filmindeki Mösyö Hulot karakterini canlandırdığı Amcam adlı filmi seyredenler, başka bir sorunu daha göreceklerdir. Modern mimarinin yanlış yorumu buraya da yansımıştır. Neden yanlıştır? Yanlıştır çünkü evin bahçesine ağaç dikmek modernizme aykırı değildir. Bazıları doğayı bir çeşit köylülük olarak yorumluyor. Bazı genç insanların evlerinde böyle manzaralar var. Çok büyük kapalı alanlar, minicik bir bahçe ve dekorasyon öğesi olarak taş, çakıl ve peynir kalıbı gibi yeşillik… Böyle bir dekorasyon olamaz demiyorum, bu evde bu iklimde bu dekorasyon inandırıcı görünmüyor diyorum. Çakma bir çıkma olarak plastik bitkiler de kullanılmıyor değil.
Bazen bir toprağın nasıl kullanılacağı ile ilgili sorunlar da ağaç dikmeyi engelliyor. Bu tamamen devletin bize buyur ettiği pis bir sorundur. Tanımlanmamış mülkiyetler v.b. gibi. Biri apartmanının altında ekim yapıyor, diğeri itiraz ediyor. İtiraz etmekte haklı, çünkü nasıl kullanılacağı tanımlanmamış. Ekim yapan bu kez sinirlenip toprağı bırakıyor ama diğerinin açığını yakalamak için pusuya geçiyor. En ufak bir otopark sorunu büyük bir olay haline geliyor. Daha önce çözülebilecek sorunlar da çözümsüz kalıyor. İnatlaşmanın sonu çok kötü olaylara da neden olabiliyor. Devlet insanları birbirine kırdırdıktan sonra gelip ikisine de iki tokat çeken Godfather gibi. Bizim Mobylette de dümenini sola döndürmek için inat ediyor ama bunun çözümünü ben biliyorum. Torbayı bırakacak, ya da arkaya heybe koyacaksın, ama bu insanlar kavga ettikten sonra kendilerini bir kin hapishanesinin içinde buluyorlar. Devletin ağır dayıları için belli ki bunda bir sorun yok.
Bazı yerlerde hiç ağaç ekmemeli, ya da bazı yerlerde ağaç kesmeli. Bir bitki fetişizmim yok. Sallanan ağaçların çıkardığı sesten rahatsız olanlar da vardır mutlaka. Ağaç dikmemenin daha pekçok nedeni sıralanabilir, ama nedenler rahatsız olanların rahatsızlıklarını ifade etmeyecekleri anlamına gelmez. Bir şeyi neden yaptığımızı ya da neden yapmadığımızı biliyor olmamız bizi haklı çıkarmaz.
Bizim Fernand birader, yani ki Fernand Braudel, ne güzel söylemiş efen'im: "Akdeniz'in iklimi nedeniyle ağaççıl kültürlere yönelmesi alnına yazılmıştır. Bir bahçe olduğu kadar, besleyici ve tanrısal ağaçların da ülkesidir" (Akdeniz 1, s.288). Sanki elektrik faturalarımızı ve bunun sonrasını da görmüş gibi bir sonraki paragrafta odundan bahsediyor: "Hemen her yerde odun pahalıdır, bazen de çok pahalıdır. (…) Bütün hesaplar yapıldıktan sonra odun bize tencerenin içindeki yemek kadar pahalıya mal olmaktadır." O yüzden oduna abanmayalım. Günü kurtardığımızı düşünüyor olabiliriz ama çözüm aramaktan başka çare de yok. Throwaway: "Çözüm dediğin?". Ben: "Anlarsın sen onu!"
Torbamı bıraktığım için iyice hafiflemiş bir biçimde kendimi asfalt çölüne kaptırıyorum. Hırdavatçıdaki Harley Davidson biraz moralimizi bozdu. Bunu sık sık yaşıyoruz. Onu teselli etmek uzun sürmedi, ama çıkılmamış ağaçları o görmedi, ben gördüm.
Ben ki, ayrelli, yumurtaotu veya hostez gibi kış bitkilerini pek seven, kalbi yanmaktan gullurinin garacoccosuna dönmüş, 1900'ü 2000'e bağlayan o upuzun gecenin bir vaktinde doğmuş olmaktan dolayı biraz gurur ve fazlaca utanç hisseden, epeyce balık ve epeyce şarap tüketen, dışarıda yağmur yağdığında onu hemen içeriye buyur etmek isteyen, karamela gözlü, 1.75 boyunda yalnız bir kovboyum…