Çınar Ağacından Pisuvara: Güzelliğin Hikayesi

Güzelliği satın alınabilir, somut bir gerçekliğe dönüştürmek insanlara peşinden koşabilecekleri sahte bir ideal verdi

 

Doğa Haktanır

dogahantaniir@gmail.com

 

“Sanatın belki de ayrılmaz bir parçası olan güzellik, nihayetinde bir konuya değil, o konunun resimsel canlandırılmasına bağlıdır. Bu şekilde sadece ve sadece sanat çirkinlikten kaçınmadan onunla başa çıkabilir.” –Paul Klee

Efsanelere göre, Pers kralı Xerxes, yıllar önce güzel bulduğu bir çınar ağacına bakmak için birkaç gün ordusunu durdurmuştur. Xerxes’in bu davranışı, o an savaşa gitmesi gereken bir lider olduğunu duyduklarında bugünün insanlarını çok şaşırtır. Fakat bu, güzelliği hayatın her yönünde bulan, sanat ve mimari eserlerin amacı sorulduğunda güzellik diye cevap veren eski dönem insanları için hiç de şaşırılacak bir şey değildi. Peki geçmişte güzelliğe bu kadar önem verilirken ve hayatın her anında bulunabilirken bugün bize güzelliğin çağrıştırdığı şeyler sorulduğunda niye çoğumuzun cevabı fiziksel görünüşle ilgili oluyor?

Ünlü yazar ve filozof Roger Scruton’ın 2009 yılında yazdığı “Why Beauty Matters” adlı belgesel filminde 20.yüzyıldan itibaren güzelliğin sanatsal ve mimari alanlarda önemini kaybetmesinden ve bunun etkilerinden bahseder. Scruton’a göre günümüzün sanat ve mimarlık dünyasında sadece özgün fikirler ve gerçek hayattan alınan şeyler sanat olarak adlandırılır ve güzellik, küçümsenerek geçmişte kalan bir şey olarak görülür. Fransız sanatçı Marcel Duchamp’ın sadece üstünü imzaladığı bir pisuvar olan “Çeşme” isimli ünlü eseri buna bir örnek olabilir. Michael Craig-Martin bu tarz modern sanat eserlerinin amacını gerçek hayatı yansıtmak ve şimdiye kadar kimsenin güzel olduğunu düşünmediği bir şeyin güzel olarak görülebilmesini sağlamak olarak tanımlıyor. “İnsanların içinde yaşadıkları dünyayı onlara daha fazla anlam katacak şekilde görmelerini sağlar. İdeal bir dünya değil, ama şu an içinde bulundukları dünya.” Yani bugünün sanatı bize dünyayı olduğu gibi, tüm kusurlarıyla birlikte gösterir. Ancak, Scruton’a göre çirkinlikle beraber sunulan bir parça gerçekliğe sanat eseri denilemez ve yaratıcı sanat sadece bir fikre sahip olmakla başarılamaz. Özgün fikirle birlikte beceriye ve zevke ihtiyaç vardır. “Gerçek bir sanatçının görevi, gerçek hayatı ideal hayatın ışığında göstermek ve böylece onu yeniden şekillendirmektir.”

Yüksek ihtimalle Marcel Duchamp’ın “Çeşme” isimli eseri hakkında duyduklarınız sizin de ilginizi çekmiştir. İşte bu tür sanatçıların çoğunun tek amacı tam da bu: Değişik ve gülünç eserlerle dikkati üzerlerine çekmek. Günümüzün tüketim kültüründe, sanat eserleri, tıpkı reklamlar gibi, sadece bir marka yaratmayı hedefler, bu yüzden de sanat asıl amacını yavaş yavaş kaybetmektedir. Fakat şimdilik tüketim kültürünü bir kenara bırakıp şu soruları soralım:

Roger Scruton sanattaki ve mimari yapılardakı güzelliğin kaybolmasından neden bu kadar korkmaktadır? Güzelliğe neden ihtiyacımız vardır?

Scruton’a göre sanatta bulduğumuz güzellik üzüntümüze teselli olur ve neşeli bir hayatı onaylar. Ünlü filozofun güzellik ideali bizi, çirkinliğini ifade ederek gerçek hayattan intikam almaya değil, 'gerçek ve idealin' hala uyum içinde varolabileceği bir yere gitmeye teşvik eder. Scruton hayatın her anında güzellik bulabilmeyi ve bunu sanatıyla başkalarına gösterebilmeyi sanatçıların kutsal görevi olarak görmektedir. Geçmişin büyük sanatçıları insan hayatının kaos ve ıstıraplarına karşı güzelliği bir çare olarak görmüştü. Bugünlerde çoğumuz kendisine bir faydası dokunan, bir kullanım değeri olan ve ihtiyaç duyduğu şeylere önem gösterir, ancak güzellik belki de bunlardan hiçbiri değildir. Fakat, “Tüm sanat eserleri kesinlikle işe yaramazdır” diyen Oscar Wilde genellikle yanlış anlaşılır. Wilde için güzellik, kullanışlılıktan daha yüksek bir değerdi. O’na göre insanlar işe yarar şeylerden daha çok işe yaramaz şeylere ihtiyaç duyar. Bu güzellik için de geçerlidir. Peki, öyleyse güzellik kavramı zamanla nasıl kaybolmaya başladı?

Bu soruya cevap vermek için tüketim kültürüne geri dönelim. Tüketim kültürü, kapitalist sistemlerin toplumu dönüştürerek insanların imajları ve çeşitli duygusal faydaları satın almaya başlaması olarak tanımlanır. Kültür, sosyologlar tarafından bir toplumun sembollerinden, dilinden, değerlerinden ve inançlarından oluşmuş olarak anlaşılırsa, o zaman bir tüketim kültürü, tüm bu şeylerin tüketimcilik tarafından şekillendirildiği bir kültürdür. Sosyolog Zygmunt Bauman'a göre, tüketimci bir kültür, geçici olmaya ve hareketliliğe, kendini yeniden icat etmeye değer verir. Gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı bir toplumda, insanlar bazı şeyleri satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanır. Böylece genel bir toplumsal ayrımlaşma mantığı ortaya çıkar. Sanat eserlerinin dikkat çekmeye çalışan, absürt fikirlere dönüşmesiyle ve bunların markalaşmasıyla, toplum bu eserleri almaya itilir. Bu da geçmişte yapılan ve güzelliği daima işin içine katan eserlerin yok olmasına sebep olur.

Gelelim güzellik ve özellikle fiziksel görünüşe olan vurguya. Tabi ki fiziksel görünüşün günümüzde bu kadar vurgulanmasında esasen medya, diyet kültürü, evrimsel uyarlamalar ve batılılaşmanın çok büyük etkileri var. Fakat bir yandan yıllar geçtikçe ve sanat sadece gerçek hayatı yansıtacak bir şeye dönüştükçe, insanlar için gerçek hayattaki güzellikleri görmek bir açıdan zorlaştı. Çünkü artık bizlere gerçekliği idealin ışığında gösterecek sanat eserleri yoktu. Fiziksel güzelliği standartlaştırmak da bir açıdan bununla başa çıkabilmek için bir yöntemdi. Güzelliği satın alınabilir, somut bir gerçekliğe dönüştürmek insanlara peşinden koşabilecekleri sahte bir ideal verdi. Acaba sanatta ve mimari yapılarda bulunamayan güzelliği biz kendi fiziksel görünüşümüzde mi aramaya başladık? Bu sonu gelmeyen kovalamaca ise yeme bozuklukları ve psikolojik rahatsızlıkları beraberinde getirdi.

Tabi ki güzelliği kaybettiğimiz tek alanlar sanat ve mimari değildi. Huzur veren müzikler ve insan davranışlarındaki nezaket ve incelik de zaman geçtikçe ortadan kayboldu. Çirkin sözler samimi konuşmalarla bağdaştırıldı, moda oldu. Müzik denildiğinde akla sadece insanoğlunun arzularını konu alan, popüler ve akılda kalıcı şarkılar gelmeye başladı. Etrafımdaki insanlara baktığımda çoğunlukla geçmiş dönemlerin şarkılarına ilgi duyan, dışarı çıktığında gidebileceği sayılı yerler bulabilen insanlar görüyorum. Ben de yıllar içinde arkadaşlarım ve ailemle gitmek istediğim güzel diyebileceğim çok az sayıda mekân bulabildim. Çoğu mağazanın, kafenin ve restoranın önünden, bana hissettirdikleri soğuk ve çirkin hava yüzünden arkama bakmadan geçtim. İnsanların fark etmeden aradıkları güzelliği koruyabilen yerlerin ise zamanla kalabalıklaştığını gözlemledim. Aslında hepimiz farkında olmadan bu güzellikleri arıyoruz. Kaybettiğimiz şeyleri zamanla fark ediyoruz.

Xerxes bugünün dünyasında büyüseydi, acaba durup bir çınar ağacını izler miydi? Bu soruyu kendi kendime sorduğumda “sanmıyorum” cevabını aldım. Fakat güzellik yıllar boyu çevremizin olağanüstü zenginliğini deneyimlememizi sağladı. Kötü bir yanı hiç olmadı. Her geçen gün yenilenen makyaj ve moda trendleriyle de alakalı olmadı. Sadece hayatımızı zenginleştirdi. Bir kişinin güzellik tanımı, ona yol gösteren bir ışıktı. Soyut ve son derece kişisel bir idealdi. Güzel olduğunu düşündüğümüz bir şeyi arzulamak insanları harekete geçirirdi. Onları daha iyi olmaya, daha iyisini yapmaya motive eden esrarengiz bir ilham perisi oldu. Belki günümüzün Xerxes’i bunları anlasaydı, gerçekten o çınar ağacını izlerdi. Biz de her gün hayattaki güzellikleri aramayı unutmamalıyız. Franz Kafka’nın sözleriyle “Güzelliği görme yeteneğini koruyan birinin ruhu hiçbir zaman yaşlanmaz.”.

Dergiler Haberleri