Yeni senenin “ilk”lerini hemen yaşadık.
Üç gün içinde eski spiker deyimiyle “görmeye alışkın olmadığımız” olaylar gözümüzün önünde aktı, geçti.
Görmeye alıştığımız kıvama çoktan geldi.
Kuyumcu dükkânı soyuldu.
Sarhoş bir şoför iki kişiyi ezdi, öldürdü.
İki araba kasten yakıldı.
Bir kişi öz be öz kardeşini vurdu.
Uyuşturucudan 20 kişi tutuklandı.
...
Bu liste aslında daha da uzayabilir.
Tek satır yalanım yok.
Hepsi yeni senede, iki günde oldu.
...
Havadis’te röportajını okuyorum Başbakan’ın, üzerime bir “ferahlık” çöküyor.
“Ben rahatım” diyor.
“Korkusu, çekincesi, halktan saklayacağı bir şeyi olan kimse siyaset yapamaz.”
O nedenle diğer başkanlarla yan yana dahi gelmiyor!
Televizyon ekranında gazetecilerle canlı yayında buluşmuyor!
“Susarım, kazanırım” formülüyle yaşıyor.
Korkusuz!
Bankadaki hesabından hem de bir seferde 700 bin dolar çekiyor.
Çekincesi yok!
“Bu ahali beni yine de seçer” diyor.
Haklı!
Trafik borçlarını sıfırlarken seçilmedi mi?
Basın toplantısının orta yerinde, önündeki mikrofonu unutarak gazeteciler için “geri zekalılar” demedi mi?
Yine seçilmedi mi?
...
“Kalabalıklar”a bakıyor ahali...
Ve yorum yapıyor.
Kıyaslıyor.
Kim daha şaşaalıysa o kadar iyi görünüyor.
Coşkuyu artırmak gerekiyor (!)
...
“Anahtarı kapının üzerinde bırakır, giderdik” lafları efsanedir, bilirsiniz.
Dükkan sahipleri de öğle yemeğine giderken sandalye devirirdi kapı önüne...
Kapı açık kalırdı.
Ve zamanla önce “çifte kilit” öğrendik, hem kapıya, hem pencerelere...
Hem de “zincir...”
Evlere de “köpekler” yerleştirdik.
Yetti mi?
...
“Ben rahatım” diyor Baş Bakan!
Siz rahat mısınız?
Nasıl görüyorsunuz geleceği?
O ezilen insanlardan biri sizin yakınınız, o tutuklanan yirmi çocuktan biri sizi çocuğunuz, o soyulan dükkanlardan biri sizin işyeriniz, “kardeşin kardeşi vurduğu” cinnetlerden biri sizin cinnetiniz olana kadar...
Hadi ferahlayınız...
Ne yaşıyorsak, nasılsa, “rastgele...”