Aşkın serüvenini ve ne anlama geldiğini tartışmak kolay değildir. Ancak 20.yüzyıla gelene kadar insanlığın aşkı cinsel ve daha başka toplumsal baskılar altında yaşadığı bir vakadır. Hatta Rönesans dönemi İtalya’sında zina suçundan ötürü kadınlar (erkekler değil) idam edilirken, İngiltere’de, VIII. Henry döneminde eşcinsellik vatana ihanetle bir tutuluyordu ve ölümle cezalandırılıyordu.
Kısacası, cinsellik, Dominique Simonnet’nin dediği gibi, “pis, iğrenç, şeytanla oynamak gibi bir şey” olarak görülüyordu.
“Şövalye aşklarıyla” ünlü Ortaçağda da tensel arzu günah sayılıyordu. Aşk sadece ve sadece kiliseye ve tanrıya dönük olduğu zaman kabul görüyordu. Cinselliğin tarihine bakarken, bir noktaya iyice dikkat etmek gerekiyor: Sanat cinsellik konusunda her zaman doğruyu söylemez! Örneğin her tarafa cinsel organ heykeli diken Romalılar son derece püriten kimselerdi.
Açıkçası, cinselliğin tarihi ahlaki, dini ve toplumsal baskıların da tarihidir. Ancak, bu baskı hiç kuşkusuz, en çok kadınlara yöneliktir. Bu yüzden cinselliğin tarihi, kadınların eşitlik için yaptığı uzun yürüyüşün de tarihidir.
Fransız ihtilali kadının içine itildiği esaretten kurtulup eşitliğe doğru ilk adımı atmasını sağladı. “Boşanma, karşılıklı saygının ve mutlu evliliğin babasıdır” anlayışını benimseyen Fransız İhtilali, eşler arasında sevgi bağının ve karşılıklı saygının oluşmasına kapı açtı. 19. yüzyıldan 1960’lara kadar geçen zaman dilimi içinde dünyada olmasa da, Avrupa’da doğup büyüyenler, haz olgusunu nihayet cezasız ve yasaksız yaşama şansını yakaladılar.
21. yüzyılda ise cinsel özgürlük adına cinsellik iyice sıradanlaştı. Kore asıllı Alman düşünür Kaan’a bakılırsa, 21. yüzyıl insanı (Batılıları kast ediyor), cinsellik ve aşk açısından 20. yüzyılın başlarında Freud dönemi insanlarından çok farklıdır. O dönemde insanlar cinsel itkilerle toplumsal baskı arasında gerilim yaşar, ego süperegodan ötürü adete bir kavga alanında yer alıyordu. Bugün ise görece daha rahat bir toplumsal ortam vardır. Cinsellik, ego ve süperego arasında bir gerilim olmaktan çıktı. Hatta bu yüzden erotizm büyüsünü kaybetti, aşk tehdit altına girdi.
Günümüzde cinsel özgürlük üzerine kurulmayan bir aşk, pek aşk sayılmıyor. Ne var ki, özgürlük zor iştir. Cesaret işidir. Seçim yapmayı, yani bir şeylerden vazgeçmeyi gerektirir. “Hayır” demeyi bilmeyi, en önemlisi, ötekine karşı duyulan korkuyu aşmayı gerektirir. Üstelik yapılan seçimin, girilen yolun nereye götüreceği önceden bilinemez olduğu halde...
Cinsel özgürlük, aslında sevmek, arzu etmek, zevk almak hakkının yasaksız uygulanması kadar, insanın kendinin farkında olmasını ve kendiyle yüzleşmesini de gerektirir. Kısaca, bütün özgürlükler gibi, bu hakkın kullanılması da, yarattığı sonuçları sırtlanmayı beraberinde getirir. Bir şey daha var: Aşk acısı ağırdır. Hem de çok ağır. İnsanın içini parçalayan bu acıya katlanmak, bu acıyla yaşamayı öğrenmek gerekir.
Ne var ki, 21.yüzyılda aşk yüzünden acı çekmekten imtina edilir. Acı çekmekten imtina etmeyi bazı şirketler kar amacıyla kullanmaktadır. Örneğin, Paris’te insanları buluşup tanışmalarını sağlayan bir internet sitesi reklam kampanyasını şu slogonlarla sürdürüyor: “İşte şansa bırakılmayan aşk!”. “Aşka düşmeden aşık olabiliriz!” Bir diğer slogan ise aynen şunları haykırıyor: “Acı çekmeden aşık olabilirsiniz!”
Ciddi ilgi gören bu tür sloganlar, ünlü düşünür Alain Badiou’yü çileden çıkardı. Günümüzde aşkın “tehdit altında” olduğunu ve korunması gerektiğini ileri süren Badiou, insanların neredeyse eski görücü aracılığıyla ayarlanan evliliklere yöneldiklerini söylüyor.
İnsanlara risk almadan, zahmete katlanmadan ve acı çekmeden aşık olma yöntemleri öğreten ve “sıfır riskli aşk” vaat eden inernet sitesi, 21.yüzyıl insanının psikolojisini iyi kavramışa benziyor. Bir yandan egosuna hapsolmuş 21. yüzyılın narsisist bireyleri, öte yandan cinsel özgürlük adına cinselliğin sıradanlaşması, maalesef aşkı ciddi biçimde tehdit ediyor...