ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA

Neşe Yaşın

Hayatın içindeki küçük aksilikleri düşündüm bugün. Bu yazıyı havaalanından yazıyorum şu an. Bavulumu banda koyarken arkamdaki ergen çocuk babasına cep telefonunu evde unuttuğunu söylüyordu. Gerilimleri birden bana da geçti. Takside de bir bilinç akışı içinde benzer şeyler düşünmüştüm nedense. Kendi başıma gelenlerden çok yakınımdakilerin başına geçenleri daha çok da. Taksinin geçtiği noktalardan birinde geçmişte yaşanan bir olayla ilgili bir çağrışım olmalı nedeni. Bu tip zincirleme aksilikler hakkında birinci aksiliğin stresinin vücudumuzda oluşturduğu toksinin beynimizin bulandırmasının başka aksiliklerin önünü açtığını anlatan bir profesörün TED konuşmasını izlemiştim. Bu tip aksilikleri yıldızların konumuna bağlayanlar da var. Yıldızlarla çok ilgilenmesem de böylesi ihtimalleri bilim dışı ilan edip silip atmıyorum. Gözlem ve sonuç bilimsel bir yöntemse, binlerce yıla dayalı bir gözlemi söz konusu insanlığın. Henüz ulaşılmamış bir izahı olabilir bunun.

Kaygı duyabileceğimiz öyle çok şey var ki hayatta. Teknoloji yaşamı kolaylaştırırken başka stresler de yaratıyor. Sorun çözme yeteneği hayattaki en önemli yeteneklerden. Hayatı organize edebilmek, zamanı verimli kullanmak, doğru kararları almak önemli. Ne kadar da sıkıcı bir açıdan bakınca. Olmamız beklenen insan modeli yani. Hep planlı, hep kontrollü olmak zorundayız. Bazı kodları ezberlemeden bazı düğmelere basmadan yaşanmıyor artık. Geçmiş güzellemesi yapmıyorum ama bütün bunların insan ruhuna pek de uymayan bir yanı var sanki. Boomer diyebilirsiniz bana. Çocukluk hatıralarından mustarip biri ya da. İnsan ruhu bunca hızlı değişime uyum sağlanmakta zorlanıyor bana kalırsa.

Zaman biraz da teknolojinin hız kattığı tempodan ötürü başımızı döndürerek geçiyor belki de. Sayısız imge, sayısız deneyimle sersemlemiş halde ilerliyoruz.

Art arta yaşanan felaketler hepimizin zaman ve yaşam algısında etkilemiş durumda. Geçicilik algısı eskisinden daha güçlü artık. Bizi paralize eden acılardan geçip yeniden yürümeyi öğrenmeye çalışıyoruz sonrasında.

Bunca mekanik uğultu, bunca dijital kirlilik arasında kırılgan bedenlerimiz ile ilerliyoruz. İnsanın serüvenini düşünürken ağlamak geliyor içimden. Bebekleri, çocukları, gençleri düşünüyorum. Yanlış bir şey var sanki. Çiçeğe, böceğe, hayvana dair, geçmişin hatırasına, geleceğin tahayyülüne dair bir yanlışlık. Yanlış olan ne diye sorabilirsiniz. Bilmiyorum ve anlatamıyorum bunu. Yerküre içimde inliyor sanki.

Eşikteki felaketlerin bilgisi küçücük çocuklarda bile var artık. Dünyaya yanlış davrandığımızı, onun bize kızgın olduğunu biliyorlar. Margaret Atwood’un şiirindeki keder var benim içimde de.

AH ÇOCUKLAR

Ah çocuklar, kuşların olmadığı bir dünyada mı büyüyeceksiniz?

Cırcır böcekleri olacak mı olduğunuz yerde

Yıldız böcekleri

İstiridyeler bir miktar

Belki olmayacak istiridyeler

Dalgalar olacak bunu biliyoruz

Fazla bir hayata ihtiyacı yok onların

Bir esinti, bir fırtına, bir hortum

Dalgalanmalar aynı zamanda. Taşlar

Taşlar bir avuntu

Gün batımları olacak, toz olduğu sürece

Toz olacak

Ah çocuklar, şarkısız bir dünyada mı büyüyeceksiniz?

Çamsız, bataklıksız

Bir mağarada mı geçireceksiniz hayatınızı?

Mühürlü bir mağara bir oksijen hattıyla

Elektrik kesintisi olana kadar

Gözleriniz iptal mi olacak

Güneşsiz balıkların yumurta beyazı gözleri gibi.

Orada, ne dileyeceksiniz?

Ah çocuklar buzsuz bir dünyada mı büyüyeceksiniz

Yosunsuz, sıçansız

Ah çocuklar, büyüyecek misiniz?

MARGARET ATWOOD

Çeviri: Neşe Yaşın

Bu distopya gerçekleşmeyecek belki de. Bir biçimde engel olmayı başaracağız. Dünyada iyilerin galip geleceği bir masal var belki de gelecekte. İnsan bütün zorlukları aşabilecek bir güç taşıyor. Sonu güzel biten masalların yaratıcısı kendine de güzel bir gelecek kurgulama potansiyeline sahip.