Çivisi Çıkmış Dünya

Niyazi Kızılyürek

 


Amin Maluf  “Çivisi Çıkmış Dünya: Uygarlıklarımız Tükendiğinde” başlığı altında kaleme aldığı denemelerinde insanlığın 21.Yüzyılın başlarında çizdiği manzaranın hiç de parlak olmadığını belirtiyordu ve geleceğe endişeyle baktığını söylüyordu. Maluf kitabını 2009 yılında yayınlamıştı. O tarihte henüz  Fransa’da Marine Le Pen’in Milli Cephesi birinci parti değildi. Almanya’da Almanya İçin Alternatif adlı yabancı düşmanı parti henüz kurulmamıştı. Suriye savaşı başlamamıştı ve AB, denizlerde boğulan mültecileri şaşkınlık içinde seyretmiyordu. Türkiye’ye henüz “mülteci jandarmalığı” görevi verilmemişti. Uyguladığı şiddet yöntemleriyle dünyayı şok eden İŞİD (DAEŞ) gibi bir hareket olmadığı gibi, Trump diye biri Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanlık koltuğuna aday değildi.

Fakat 2009’a kadar olanlar, Amin Maluf’un alarm zilleri çalması için yetip artmış, bugünlere geleceğimizi öngörmesini sağlamıştı. Maluf büyük bir öngörü ile dünyanın felakete doğru sürüklendiğini söylüyor ve endişelerini şöyle dile getiriyordu: “Benim derdim bambaşka; Aydınlanma Çağı’nın bocaladığını, zayıfladığını ve kimi ülkelerde sona ermek üzere olduğunu gören bir Aydınlanma yanlısının; bir zamanlar özgürlüğün, dünyanın tamamına yayılmakta olduğuna inanan, şimdiyse ona yer olmayan bir dünyanın biçimlendiğini gören, eli kolu bağlı biçimde fanatizmin, şiddettin, dışlamanın ve umutsuzluğun yükselişine tanık olan bir özgürlük tutkununun; her şeyden önce de, aslında sadece, pusuda bekleyen yok oluşa boyun eğmek istemeyen bir yaşam aşığının endişeleri benimkiler.”

Amin Maluf’u endişe ve karamsarlığa sevk eden şey, bildiğimiz uygarlıkların tükenmesi ve insanlığın ortak değerlerini kucaklayacak evrensel bir uygarlığın ufukta görünmemesidir. “Her tarafta yıkıcı bir öfke var; Arap alemi manevi bilinçten yoksunken, Batı manevi bilincini bir egemenlik aracına dönüştürme eğilimi içindedir” diyordu. Maluf’a göre, “Arapların yaşadığı trajedi, dünya ulusları arasındaki yerlerini kaybetmelerinden ve onu bir daha ele geçiremeyeceklerini düşünmelerinden” ileri geliyor. Batılıların trajedisi ise “her yönüyle üstlenemedikleri, buna karşılık yakalarını da sıyıramadıkları, dünya çapındaki bir role soyunmuş olmalarından kaynaklanıyor.”

Gerçekten de umutsuzluk, şiddet, fanatizm, dışlama, dinsel köktencilik, ırkçılık günümüzün en belirgin özellikleri arasında yer almaktadır. Oysa Berlin Duvarı ile birlikte reel sosyalizm çökerken, “korku-dengesi” üzerine kurulmuş dünyanın da sonuna gelinmişti. Özgürlüklerin çoğalarak yaygınlaşacağı yaygın bir beklentiydi. Kimi “tarihin sonunu”, kimi de “ideolojilerin sonunu” ilan ediyor ve liberal demokrasinin zaferini  kutsuyordu. Fakat bir yandan eşitsiz gelişimin ve adil olmayan paylaşımın derinleşmesi, öte yanda Batı dünyasının zaferini kendini beğenmiş bir edayla kutlaması ve geri kalan dünyaya adeta savaş ilan etmesi bütün beklentileri boşa çıkardı. Bu arada, Amin Maluf’un da belirttiği gibi, ideolojik tartışmaların yerini kimlik ve aidiyet tartışmaları aldı ki, özellikle bu gelişme, tartışma ve özneler arası iletişime son noktayı koydu. Maluf’un sözleriyle, “herkes ötekilerin karşısında kendi aidiyetlerini haykırıyor, başkalarını kendince dışlıyor, yandaşlarını seferber ediyor, düşmanlarını şeytanlaştırıyor.”

Kısacası, insan toplulukları arasında ortak değerler süratle yok oluyor. Dinle bağlantılı aidiyetler güçleniyor. Ve en önemlisi, demokrasinin gelişimi sekteye uğrarken, kimlik pazarlıkları geçer akçe sayılıyor! Amin Maluf’un sözleriyle, “bugünün rakiplerinin o kadar az ortak değerleri var ki”, ufukta, dünyanın çıkan çivisini yerine koyacak, dünyayı ortak değerlerde buluşturacak kimse görünmüyor...