ÇİZMENİN TOPUĞUNDA

Tamer Öncül

Geçen hafta, (sekiz gün boyunca) memleketi terk edip; İtalya’ya attım kendimi…

Dar bir arkadaş grubu ve bize tahsis edilmiş bir minübüsle İtalya’nın topuğunu (Pulia bölgesi) arşınlayıp durduk (bölgenin yüzölçümü 19.347 km2, nüfusu yaklaşık 6.000.000 kişi, merkezi Bari sehridir).

Adriatik /Akdeniz /İon denizi üçgeninde yer alan; müthiş doğası, bereketi ve tarihi zenginliğiyle sizi cezbeden bir bölge… Üç tarafının denizlerle çevrili olmasının, (800 km’lik kıyısı var) bu bereket (ve zıtlıklarda) ciddi bir etkisi olduğu ortada.  İtalyan Anayasasının, kısmi bölgesel özerklik verdiği, 20 bölgesinden biri olan Pulia, konakladığımız binanın (otel demek istemiyorum) sahibinin de vurguladığı gibi, tam bir “efsaneler ve Tarih” bölgesi…

Genelde ovalarla kaplı bölgenin, kuzey kesiminde Gargano ve Apennin dağları yükselir.

Tarihi boyunca Romalılar, Gotlar, Lombardlar, Bizanslılar, Sicilya Krallığı tarafından istila edilen bölge, 1860'da birleşik İtalya'ya katılmıştır (Bu katılımın gerçekleştiği 2 Haziran, Onların Cumhuriyet/bağımsızlık bayramı olarak kutlanmaktadır. O tarihte oralarda olmamız ve törenleri görmemiz de güzel bir rastlantıydı).

Sıcak kanlı, çalışkan insanların yarattığı güzelliği her adımda görmek mümkün oralarda… Daracık sokakların taş serinliğinde (tam gün açık) kapılarının önünde oturan yaşlı insanların yüzündeki dinginlik; sokak aralarında, meydanlarda cıvıl cıvıl (hatta gürültücü) gençlerin yaşama sevinci bizim çoktan unuttuğumuz geçmişimizi anımsatıyor bize…

Açık kapıların önüne bir perde, hasır ya da sandalye koyma geleneğini Malta’da görmüştüm bir de. Perdenin önünde ters konmuş bir sandalye görürseniz, ev sahibi müsait olmadığını anlatıyordur size… Muhtemelen de “siestada”dır. Siesta Akdeniz ülkelerinin sağlıklı bir geleneği (biz ondan da vazgeçtik yıllardır). Saat 1’de iş yerleri, (hatta lokantalar) kapanıyor; Zorunlu dinlenme saati uygulanıyor. Ailecek öğle yemeği (genellikle saat 3’te) geleneği buralarda çok yaygın… Pazar günleri de “aile yemeklerine” büyük önem veriliyor…

Aileye, tarihe, üretime, saygıya vb. verilen değeri gördükçe içim sızlıyor… “Bir zamanlar biz de böyleydik; ne oldu da bu değerlerimizi terk ettik?” sorusu, gezi boyunca bırakmıyor peşimi…

Yemek seçeneklerinizi kısıtlar gibi görünse de, yabancı fastfood tekellerine (Mcdonald vb.) kapılarını kapaması; kendi ürettikleri yiyecek ve içecekleri pazarlamaya öncelik vermeleri övgüye değer, doğrusu.

Yöresel tatlar, çoğu aile işletmesi peynir/zeytin/üzüm çiftlikleri; organik üretimin yaygınlığı; temiz, uyumlu sokaklar, kasabalar ve kentler YAŞAM’ın KUTSALLIĞInı hatırlatıyor size.

Tüm bu güzelliklere, olumluluklara karşın (asfalt kalitesinin düşüklüğü,  ikide birde çalınan çanlar ve kavşaklarda müşteri bekleyen Afrika kökenli kadınları saymazsak) henüz keşfedilmemiş bu  bölge… Turist sayısı beklediğimin altında (belki de ara dönem olduğu için böyleydi).

Korunmuş tarihi doku; zenginleştirilmiş doğa; işgal edilmemiş plajlar; yerel tatlar; sıcak kanlı olduğu kadar birbirine saygılı insanlar; temiz bir hava/çevre ve güneş isteyenler için ideal bir yer.

İtiraf etmeliyim ki, ilk kez buraları gezdikten sonra; “ahh, nerde benim Karpazım?” sözcükleri dökülmedi dudaklarımdan (Yine de ihanet etmem Karpaz’a!..)