Erdinç Gündüz
İngiliz sonunda pes etmişti. EOKA’ya mı yoksa TMT’ye mi ? Yoksa her ikisine birden mi ? Yoksa başka hesaplar mı vardı kafalarında? Pes etmişti ama sonuçta. Belki de “Başınıza geleni çekin” demiş, alacağını almış ve çekilir gibi yapmıştı aradan.
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile Kıbrıslı Türk ve Rum temsilcilerinin hazır bulunduğu toplantılar sonuçlanmış ve Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilmişti. Cinayetler, ölümler, saldırılar, bombalar, yangınlar duracağı için mutluydu halkın çoğunluğu. Ama, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yürüyeceğinden emin olanlar olduğu gibi, kuşku duyanlar da çoktu.
İngilizlerin gideceği ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ üzerinde anlaşma sağlandığının resmen açıklanmasının ardından, Türkler genelde sessiz ve sakindi. Ama Rumlarda coşku vardı. ‘Bağımsızlık’ (!) yolunda zafer kazandıkları inancındaydılar. EOKA’cılar dağlardan inmeye hazırlanıyorlardı.
Öyle oldu. Lefkoşa’nın Rum kesiminde büyük bir tören düzenlendi. Yunan bayrakları ve ateşli nutuklarla, dağlardaki inlerinden çıkan EOKA’cıların, Lefkoşa’nın Rum kesimindeki resmi geçidi ile gerçekleşti tören. Başlarında da ‘muzaffer komutan’ (!) General Grivas vardı. Türkler sakin ama biraz endişeli bir şekilde izliyorlardı Rum tarafında olup bitenleri....
Makarios, akılları bulandıran bir konuşma yapmış ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ENOSIS yolunda önemli bir adım olacağını söylemişti. Rumlar tarafından yapılan “garip” açıklamalara karşın özellikle Türk halkında, sessiz bir bekleyiş vardı. En azından çatışmalar, silahlı saldırılar, ölümler, yaralanmalar durmuştu. Ama “daha sonra ne olacak ?” sorusu da cevapsız duruyordu...
***
1960 yılının ortalarında, beklenen gün geldi çattı sonunda. Bir törenle İngiliz Bayrağı indirildi gönderden ve Kıbrıs Cumhuriyeti Bayrağı çekildi. Anlamlı bir bayraktı Kıbrıs Cumhuriyeti Bayrağı. Beyaz zemin üzerinde, Kıbrıs haritası, bir güvercin ve zeytin dalları.... “Barış” simgelenmek istenmişti bunlarla. Kalıcı (!) bir barış.
Anlaşma gereği, Yunanistan ve Türkiye’den askerler de gelmişti ülkeye. Yunan askerlerinin sayısı Türk askerlerininkinden fazlaydı. Ama bunun Türkler açısından hiçbir önemi yoktu. Nasıl olsa, bir Türk dünyaya bedeldi.....
- Lefkoşa-
Bir yıl kalmıştık Baf’ta. Bir yıl sonra yeniden Lefkoşa’daydık. Önce Çağlayan bölgesinde bir evde kiracı olduk. O yıl, Atatürk İlkokulu’na gittim. Daha sonra, Köşklüçiftlik’te bir eve taşındık. Güner Türkmen Sokağına. Okulum yine değişmişti bu nedenle.
Kıbrıs Cumhuriyeti çocuklarıydık artık. Köşklüçiftlik İlkokulundaydım. Evimiz okulun hemen karşısındaki birbirine paralel sokaklardan birindeydi. Yani okula yakındı. Mahallede yaşayan çok sayıda Ermeni vardı. Birkaç da Rum ailesi.
Okul sonrası oyunlarımızda mahallenin tüm çocukları hep beraberdik. Oyunlar aynı oyunlardı. Pirili, lingiri, futbol....
Bizim sokakta oturan Haluk ve Akif mahalledeki tek Türkiyeli ailenin oğullarıydılar. Babaları TC Elçiliğinde çalışıyordu.
Bizim evin tam karşısında, araba parçası satıcısı bir Ermeni ve ailesi vardı. İki kızları, bir oğulları ile çok samimiydim. Büyük kızları Ayda benden iki yaş büyüktü. Garo yaşıdımdı. Küçük kızları Şake ise benden bir yaş küçüktü.
Sol yanımızda da iki Ermeni ailesi oturuyordu. Onların da oğulları kızları vardı ama nedense pek karışmıyorlardı aramıza.
Raif ve Denktaş ailesiyle tanışmam da bu evde otururken oldu. Onlar da tam arkamızdaki eve yeni taşınmıştı. Evlerimizi bir tel örgü ayırıyordu. Raifle samimiyet ilerledikçe, arkadaki bahçe telinde, bir kapı bile yapmıştık kendimize. Benden yaşça küçüktü ama iyi anlaşıyorduk. Raif de mahalledeki arkadaş grubumuzun bir parçasıydı.
Tüm mahalle çocuklarının toplanma yeri bizim sokaktı. Oyunlar, futbol karşılaşmaları hep burada organize ediliyordu. Futbol maçları Köşklüçiftlik İlkokulu’nun geniş bahçesinde yer alıyordu. Kale direği falan yoktu. Kaleler, iki uç tarafa yerleştirilen ikişer taştı. Maçlar, özellikle tatil günlerindeydi. Ama bitmek bilmeyen, abartısız, birkaç saat sürebilen maçlardı bunlar. Ne başlama saati belliydi ne de bitiş saati. Maç sonuçları da bir garipti... 14’e 10... Veya 12-11... Yahut 15-9 gibi... Hiç kimse şikayetçi değildi ama.
Zaman zaman kavgalar da çıkıyordu aramızda. Hem de yumruklaşmalı kavgalar. Birkaç gün süren küskünlükler, araya girenlerin çabaları ile ortadan kalkıyor ve maçlar yeniden başlıyordu. Ama en önemlisi, aramızdan hiç kimse, kimin hangi kökenden olduğunu umursamıyordu. Türktü, Ermeniydi, Rumdu gibi bir sorun yoktu. Zaten, aklımızın erdiği kadarıyla bile olsa, hiç politika konuştuğumuz da yoktu.