Küçük küçük kar taneleri penceremi ıslatmaya başladı. Hava çok soğuk değil. O yüzden hemen suya dönüşüyor pamuk yumuşaklığındaki damlalar. Her sene mi böyle oluyor, yoksa bana mı öyle geliyor bilmiyorum. Bir türlü gelmek bilmiyor kış. Dünyamız ısınıyor aslında, mevzu mevsimlerin karışması değil, tam aksine yok oluşu. Medeniyeti ilerletmek gerekirken, el birliği ile yok ediyoruz yaşamı. Bencilliğin içindeki aptallığın farkında değiliz maalesef. Tükettikçe kayboluyor, kayboldukça manasızlaşıyoruz.
Henüz 3 ya da 4 yaşlarında bir çocuk geçiyor evin önünden. Dans ediyor, karla karışık yağmurun altında. Hatta şarkı söylüyor, kendi etrafında dönüp kahkahalar atıyor. Çevresinde onu takip eden kimse yok. Yalnız mı yoksa? Yüreğime kocaman bir taş oturuyor, “güvercin ürkekliği” yaşıyor zihnim. Ya başına bir şey gelirse? Çıkıp yanına gitmeli miyim acaba? Peki ya onu korkutur, neşesini kaçırırsam? O kadar mutlu ki, kıyamıyorum. Sanırım uzaktan seyretmek, henüz kaybetmediği umuduna yoldaşlık etmek en iyisi. Ne de olsa hevesini kıracak bir olayla karşılaşacak. İçi soğuyacak günün birinde.
Bir taraftan da kulağım dinlediğim haberlerde. Spikerin sesi titriyor, kekeleyerek iki kere tekrar ediyor cümlesini: “Gazze’den aldığımız bilgilere göre, olaylar sırasında 4600’den fazla çocuk öldü, yaklaşık 9000’i ise yaralandı”…
Kısa bir sessizlik yaşanıyor. Hem televizyonda hem evin dışında. Duruyor sokaktaki çocuk. Beni fark etmiş olmalı. Yaklaşıyor pencerenin yanına, gözlerinin içi gülerek bakıyor yüzüme. O kadar güzel ki yüzü. Geleceğin aydınlık günlerini hayal ediyorum O’na baktıkça. Gülüşü, ah o gülüşü. Kısacık karşılaşmamızın ardından dönüyor ait olduğu yere, oyuna.
Ben bir türlü o an’dan çıkamıyorum. Aklıma Nazım’ın, Doğum şiiri geliyor.
“…Benim oğlan
Benim yaşıma bastığı zaman,
ben bu dünyada olmıyacağım,
ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
siyah,
beyaz,
sarı
bütün çocukları
sallıyan
mavi atlas döşekli bir beşik”
Şiirin ilk bölümünde, yazıldığı dönemde; öldürülen, babaları kurşuna dizilen ve zindanlarda doğan çocuklardan bahsedilir. Bu katliama seyirci kalabilen barbarlık, aradan geçen bunca zamana rağmen bir türlü sona eremedi. İkinci Dünya Savaşı’nda maruz kalınan soykırım travması, Netanyahu taraftarlarının gerekçesi olarak bile ileri sürülebildi. Oysa o kadar çok Yahudi var ki, geçmiş deneyimi canlanmasına rağmen savaşa, yıkıma ve tecride karşı çıkan. Çünkü yaşanan acılar arasında fark yok, öncelik ardıllık sıralaması yok.
Kara bulutlar arasından sızan duman hepimizi boğuyor, sınırların ötesinde insanlık kaybediyor…