ÇOCUKLARI UNUTTUK…

Onları unuttuk… Çocuklar… Çocuklar da var oysa ülkemizde… Onları unuttuk… Oysa, “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin (2.) maddesi: “Herkes, bu bildiride yazılı hak ve özgürlüklerden, ırk, renk, cinsellik, dil,

 

 

Evde, öğrenmekle yükümlü tek kişi o değil…

ÇOCUKLARI UNUTTUK…

Onları unuttuk…

Çocuklar… Çocuklar da var oysa ülkemizde…

Onları unuttuk… Oysa, “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin (2.) maddesi: “Herkes, bu bildiride yazılı hak ve özgürlüklerden, ırk, renk, cinsellik, dil, din… farklılığı gözetmeden yararlanır” der; ama, bizim gibi ülkelerde, pek çok şey gibi, onu da yok sayar ve “sözde devletliğimize” devam ederiz.

Ben, kadınım, anayım ve öğretmenim…

O yüzden ‘çocuklar’ benim hep yüreğimin başındadırlar… Ama, maalesef biz, pek çok şey gibi onları da unuttuk…

Unuttuğumuz bir şey daha var: Yıllardır biz, “eğitim değil öğretim” yapıyoruz. O da, yarı buçuk…

Ve… Ve, evden en yukarılara kadar, öğrenmekle yükümlü sadece çocuklar değil… Aileler – Eğitimciler ve İdareciler de!

Ben, bu yazımda çocuklara yönelmek istiyorum…

ÇOCUKLAR… ÇOCUKLAR VAR…

Evet, çocuklar var ülkemizde… Aç… Sevgiye aç…

Bilgiye, çağdaşlıkla değil… El yordamıyla, dayak, işkence, ırza tecavüz, uyuşturucu ve aşağılama eşliğinde büyüyorlar.

Ülkemizde: Kadınlar ve çocuklar en büyük zulmü görenlerdir… Ama, çocuklar bedelini çok ağır ödüyor… “Annem – babam iyi birer insan olamıyorlar”

yerine… “Ben kötü bir insanım, bende bozukluk var” diye düşünmeye itiliyor.

Artık,konuyu tam anlamıyla belirlemek zorundayız: Ülkemizde, CİNSEL – BEDENSEL ve DUYGUSAL Şiddet aşırı boyutlardadır ve kurbanları da KADINLAR ve ÇOCUKLARDIR…

***

Bir çocuğun, doğduğu andan gözetilmesi gereken RUH SAĞLIĞI, huzur ve mutluluğu… Şiddete açık yetişmemesi çok önemlidir…

İleri ülkeler, “Eğitimi” planlarken: “Aile içi davranış bozukluğunu” eğitimin merkezine alır.

Bizde ise her şey başıbozuk… hiçbir şeyde süreklilik yok. Bu yüzden çocuk, hem evde hem de okulda şiddetle karşılaşıyor.

ÇÖZÜM

Yanlışlar, ceza verilerek değil… rehberlik yapılarak çözülebilir. “Ama otoritem bozulmasın” olgusunu her kademede artık katlayıp uygulamasına son vermek gerekir.

Şu gerçeğin altını kalın çizgilerle çizelim: Nerede ve kime karşı olursa olsun, “Engelleyici ve Baskıcı davranıldığında, uyum bozukluğu başlıyor…”

Bizde, o yüzden, kişiler ve toplum, “pasif – bağımlı – özgür” düşünemeyen – yaratıcı olamayan, bir yapıda…

Bu yüzden demokratik davranış ve ortam şart…

Evde, okulda: Sevgi –saygı ve demokratik bir tutum içinde yetişmeli bireyler…

Bağımsız, kendine güvenen, kişiliği esnek… Oysa bizde, neredeyse, yediden – yetmişe, birey  olamamış – kıstırılmış – bastırılmış, susturulmuş insanımız…

Bu konuda toplumsal bir seferberlik gerek: Baskıyı yok edelim…

Kendi kendimize şu soruyu soralım: “Bize baskı yapıldı, baskı içinde büyüdük de ne oldu?

BASKI NEDİR

Şudur… Şunlardır baskı:

·        Çocuk size bir şey sorduğunda, şaşırarak, “sen bunu bilmiyor musun?” baskısı yerine “gel bunu birlikte bulalım” demeli.

·        Çocuğunuz size okulda (2.) geldiğini söylediğinde, siz ona, “birinci gelenin” kim olduğunu sorarsanız onu utandırmış, cesaretini kırmış olursunuz.

·        Çocuklarınızın başarılarını birbiriyle ve diğer çocuklarla asla karşılaştırmayın. Çalışmasına ilgi gösterin, takdir edin. İnanın, bu çok işe yarayacaktır.

·        Çocuğunuzun başarısını, kendi başarınızla ASLA kıyaslamayın. Onlar, sizin hiç hata yapmadığınıza inanabilir.

·        Sadece, onların KENDİLERİ olmalarına yardım edin.

·        Daha da ötesi, sürekli olarak, onları takdir edip (abartmadan) övecek bir şeyler bulun,ki, vardır.

·        Ondaki ilerlemeyi farkedin… SEVGİ ve CESARET verin…

·        Eğlence ve dinlenceye yer verin hayatlarında…  Onların fikirlerini alın. Güzel, mutlu anlar yaratın ve paylaşın onlarla… Çünkü…

 

***

·        Çocuklarımız açtır: Sevgiye ve ilgiye…

Biz aç olduğumuz için…

 

TECAVÜZ…

Bu konuda, değil sadece anne-babalar ve eğitimciler… ilgili bir sürü resmi kurum ve kişilerin de konuyu tam olarak bilmedikleri kesin. Bilenler de, sadece, “Cinsel Tecavüzü” biliyorlar ve ‘bedensel tecavüzü’ de sadece ‘dayak’ olarak algılıyorlar ailede… ‘Duygusal tecavüz’ en kötüsüdür ve ‘çocuğa dokunma’ vardır. Yani: Cinsel kucaklama, öpme, okşama, oral ya da anal cinsel ilişki, mastürbasyona zorlama ya da, zorla mastürbasyon izlettirme ve normal pozisyonda cinsel ilişki…

Peki, ya diğer şekilleri… Örneğin:

1-   Görülebilen Cinsel Kötü Davranış.

·        Başkasını cinsel amaçla gözleme

·        Kendini, cinsel organıyla teşhir etme

·        Bir babanın, duş almakta olan kızını gözleyip seyretmesi.

·        Ya da, kızı giyinirken ansızın odaya görmesi…

·        Bir annenin oğlunun görebileceğini bile bile, yatak odasından mutfağa girip, bir şeyler alması… ya da bir şey sormak için oğlu giyinirken odaya girmesi…  

2- ÖRTÜK CİNSEL DAVRANIŞ

a-   Sözel olarak: Uygun olmayan konuşmalar.

Ör. Bir babanın kadınlardan, “orospular, sürtükler, namussuzlar” diye bahsetmesi. (Annenin de aynı şekilde, erkeklerden konu açması.)

·        Çocukların özelindeki her ayrıntıyı bilmek için zorlamaları.

·        Çocuğa  cinsel yönden bilgi verilmemesi. (Aybaşı hali, mastürbasyon vb.)

·        Çocukların önünde, onların cinsel organlarının büyüklüğü ya da küçüklüğünün konu edilmesi

b- Sınırların İhlali

i – Bir anne ve babanın cinsel faaliyetlerini kendi cinsel mahremiyetleri içinde yapmaması.

ii- Evde çocuklara ‘mahrumiyet bölgesi’ – banyo, yatak, giyinme vb. yer sağlanmaması.

 

3- DUYGUSAL – CİNSEL KÖTÜ DAVRANMA

·        Anne – babanın, birbiriyle kuramadıkları sağlıklı ilişkiyi – çocuklarıyla kurmaya çalışmaları. Ör: Karısı sürekli hasta, mızmız bir adamın, ‘yalnızlığını’, büyük kızıyla, duygusal ilişki kurarak gidermeye çalışması… (ki, kızın, babasının ‘Duygusal Karısı’ durumu… ve, böylece, kendi çocukluğunu yaşayamaması…)

·        Aynı şekilde: Kocası, alkolik, kumarbaz vb. olan kadın da, kocasının ‘duygusal boşluğunu’ oğullarından biriyle doldurması. (Onu, dert ortağı yapar ama çocuk da, ne çocukluk ne de gençliğini yaşar…)

·        Böyle bir ailede, ‘DUYGUSAL İSTİSMAR’ var demektir…

 

4- BEDENSEL KÖTÜ DAVRANIŞ

Bizde, hala ‘dayak atmak’ çocuk eğitiminin amentüsü… “Dayak Cennetten Çıktı… ya!”

Oysa dayak, utanç içinde yaşayacak bir yetişkin yaratır.

·        Bilimsel verilere göre: Dayak atan anne – babalar, a: Çevrelerinden yalıtılmış, kendini değersiz gören – kendi de dayak yiyen – kendilerini kimsenin yardım edemeyeceği ‘değersiz varlıklar’ olarak düşünürler…

b- Çocuklarından, çok büyük beklentileri olan… Kendi olumsuzluk ve başarısızlıklarının acısını onlardan çıkaran… çocuklarına çocukluklarını yaşatmayan kişilerdirler.

·        Dayak yiyen çocuk: Gururunu ve öz benliğini yitirir.

·        Anne ve babasıyla mücadele edebilecek bir durumda asla değildir.

·        Onların, “Sen dövülecek bir şeysin, sen değersizsin!” mesajını kabul ederek, kendine ‘onların gözüyle’ bakar: Ve, ömür boyu duyduğu, ‘utanç ve boşluk’ onu,mutsuz ve başarısız kılar. (Ne yazık ki, artık dayak yemediği, aşağılanmadığı dönemlerde de aynı ‘utanç ve duyguları’ duyar…

5- DUYGUSAL KÖTÜ DAVRANMA

Duyguları kötüye kullanarak, çocukları derin bir ‘UTANCA’ boğmak da evrenseldir. Ör:

·        Çocukların, duygu ve heyecanlarını alaya almak. Ya da, bu duyguları ifade etmelerine izin vermemek…

·        Duygulu bir çocuğun, zayıf bir kişiliğe sahip olduğu düşüncesi…

·        Çocuğun  toplumsal gelenek – kültüre ait olan heyecanları olumlu karşılanırken, diğer duygu ve heyecanları kınanır ve bastırılır.

·        Kendine ait temel duygu ve heyecanları önlenen, kınanan çocukta, içten içe kaynayan bir ‘KIZGINLIK ve HÜZÜN’ oluşur. Hüzünse, donuklaşmış, kalıplaşmış bir enerjidir…

·        VE KORKU… ve SUÇLULUK + UTANMA duygusu…

·        Bunlardan kesinlikle kurtulması, bunun için de anne-babanın değişmesi gerekir…

·        ANNELER – BABALAR, böylesi duyguları çocuklarımıza yaşatmak hakkımız ASLA yoktur.

Çocuğa verebileceğimiz en büyük armağan: SEVGİ + HUZUR + NEŞEDİR…

Lütfen biz düzelelim ki onlar da huzur ve mutluluğa erişebilsin…

 

NE YAPMALI…

·        Çocuklarımızı gerçek kimliğiyle – artı ve eksisiyle kabul edelim.

·        Sevgi ve sevgisizliği ‘onu eğitmek için’ bir silah olarak kullanmayalım.

·        Onun yetersizliklerini gündemde tutarsak… Özgüvenini yıkacak + BENLİK algısını zedeleyecek + kendinden başlayarak çevresiyle BARIŞIK olamayacak.

·        Agresif tavırlar + hırçınlık + kavgacı + İnatçı olacak… Ya da tam içine kapanacak…

·        Uykusunda dişlerini gıcırdatacak, konuşacak, haykıracak, ağlayıp kabuslar görecek… hatta, yatağını ıslatacak…

·        Bazıları, tırnak yiyecek, parmak emecek, saçlarıyla oynayacak, kaşlarını yolacak, mastürbasyon yapacak, tikleri oluşacak, kekemelik dahi yaşayacak…

·        Eğer ana baba olarak, bunların nedeninin siz olduğunu ‘bilmemekte – anlamamakta’ ısrar ederseniz… Çocuğunuz, saçkıran, egzama olacak müthiş karın ağrılarıyla kıvranacak…

·        Evet… iyi niyetlisiniz… Evet, onu çok seviyorsunuz… ama, saydıklarımı çekiyorsa: SAKIN ONU KINAMAYIN – UTANDIRMAYIN – YANGINA KÖRÜKLE GİTMEYİN… çünkü, onların hiçbir suçu yok…  

Onlar, oyun dahi oynayamıyor…

***

Bunların suçlusu ise SİSTEM…

Ve, onu yaratan SİZLER değil midir…

***

·        Çocuklarlımız açtır… SEVGİYE, İLGİYE ve HUZURA…

Bizler aç olduğumuz için…

Bunu asla unutmayın…

***

Son söz olarak...

·        Çocuğunuzun başarısını, kendi başarınızla ASLA kıyaslamayın… Onlar, sizin hiç HATA yapmadığınıza inanabilir…

·        Sadece, onların KENDİLERİ olmalarına yardım edin…

·        Daha da ötesi, sürekli şunları yapın:

Onu övecek bir şeyler bulun…

Ondaki ilerlemeyi fark edin… SEVGİ ve CESARET verin.

Eğlence ve dinlenceye yer verin…

Ailevi her konuda, onların da fikirlerini alın.

Güzel, mutlu anlar yaratarak, paylaşın…

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri