Umut Özkaleli
Çocuklarımızı hakları olan bireyler değil de malımız gibi gördüğümüzü geçen yazıda iddia etmiştim. Bu yazıda ise sözünü ettiğim iddiayı örneklerle değerlendirmeye çalışacağım. Gözlemlerin kimisi benimdir, kimisi ise çevremdeki bireylere aittir. Sabırla ve dikkatle aşağıda kaleme aldığım bu her biri yaşanmış olayı okumanızı, okurken bunların her birinin “orijinal/saf Kıbrıslılardan” örneklendirildiğini aklınızda tutmanızı isteyeceğim. Bu talebin sebebi artık kendi toplumsal yapımız içinde her gün var olan sorunlarımızı görmezden gelmenin, geçiştirmenin yarattığı yorgunluktur. “Bizde hapishane bile yoktu” söyleminden yorgunum. Her gün çocuklarının insan haklarını ihlal eden bir toplumun kendini “suçtan arınmış” bir toplum olarak algılamasından yorgunum. Bu yorgunluğu sonlandırmak için önce fark etmemiz sonra da çalışıp yanlışları değiştirmemiz gerektiğini düşünüyorum…
Anekdot 1
Marketin önündeki şişme oyun alanında yalnız başına oynayan üç yaşındaki bir çocuk, araba parkına yakın bir konumda, herhangi birisinin kendisini alıp götürmesine açık bir vaziyette oyun oynar. Anne-babasının nerede olduğu sorusuna “annem içeride babam buradaydı; beni bıraktı gitti” diye yanıt verir. Çocuğa soruyu soran kadın dehşetle çevresinde bir güvenlik görevlisi arar, orada çalışan birisinden güvenliği çağırmasını talep eder. Güvenlik yoktur. Polis üniformalı birisinin arabasına gittiğini görünce duruma müdahale etmesini, çocuğu yanına alarak aileyi bulup uyarmasını ister. Adam garip garip kadına bakar ve “annesi babası bırakmışsa bana ne? Bu onların sorumluluğudur” der, arabasına binip uzaklaşır. Kadın bu sefer orada çalışan bir görevliden çocuğun ailesinin anons edilmesini talep eder. Bunun gerekliliğine çalışanı ikna etmeye çalışırken çocuğun babası marketten çıkar ve gelir. Kadının tepkili sorularına, araba önüne atlasa, biri alıp kaçsa ne yapacağı konusunda hiçbir cevap vermez. Kadın “ağaçtan topladığın elma değil çocuğun” der ve uzaklaşır. Çıkışta tesadüfen yeniden karşılaştıklarında bu sefer anne de oradadır. Kadın sorunu dile getirdiğinde anne pişkin bir şekilde sırıtır, “doğru düzgün bir devlette yaşasanız bu çocuğu elinizden alırlardı” denmesinden sonra gülümsemesi eksik olmadan kocasına döner ve “doğru söyler ya be bize” der. İşletme sahibi uyarı yazısı yazılması talebine cevap olarak “annesi babası bırakıyorsa bu neden benim sorumluluğumda olsun? Çocuklar anne babaların sorumluluğundadır; onlar bırakıyorsa yazıyı görseler ne değişecek?” der.
Anekdot 2
Çocukların erken yatıp uykularını almasının önemini bildiğini söyleyen bir anne-baba, çocuklarının söz dinlemediğini ve erken yatmadığını ifade ederler. Bir hafta sonra aynı aile gece dokuz buçukta başlayan bir konsere gitmek için iki ve beş yaşlarındaki çocuklarını önlerine katarlar.
Anekdot 3
Her çocuk kamusal alandaki oyun parklarında zaman zaman iter, sırasını beklemez ya da vurmaya çalışabilir. Ancak doğru davranışa yönlendirilmeleri ve bu tip hareketlerin kabul edilmediği telkinini anne-babalarından almaları gerekir. Böylelikle kamusal alanı başka çocuklarla nasıl paylaşabileceklerini öğrenirler. Küçük çocukları korumadan hareket ettiği konusunda büyük çocuğun annesini uyaran bir baba, kadının öfkeli bir tonla “çocuğunun asla böyle şeyler yapmayacağı” şeklinde tepki ile karşılaşır. Bunu hararetle savunan ebeveyn aslında çocuğunu seyretmek yerine telefonu ile oynamaktadır.
Anekdot 4
Kendileri restoranlarda yemek yerken, oyun alanlarındaki çocuklarını göremeyecek kadar uzak ve açısız yerlere oturan anne-babalar çocuklarının nasıl oyun oynadıklarını göremezler. Çocuklarının vurduğu kendilerine söylendiğinde de baba yerinden kalkar ve çocuğunun yüzüne tokadı patlatıverir. Karşı çıkılanın dayak ve şiddet olduğu ifade edilmeye çalışıldığında elinin tersiyle konuşmayı sonlandırır ve bulunduğu noktadan uzaklaşır.
Anekdot 5
Aile lokantasında yemeğe götürülen on yaşlarında bir kız çocuğa topuklu ayakkabı giydirilmiştir. Çevresindeki diğer çocuklara katılarak çimenler üzerine kurulmuş oyun alanında koşmaya çalıştığı her seferde topukları toprağa saplandığından oyuna katılamaz. Anne babanın on yaşında bir çocuğun hareket alanını kısıtlaması, hem de bunu çocuğa yetişkin kadın imajı vererek, bir seks objesine dönüştürerek yapmasının nedeni bir muamma olarak bunu düşünen beyinlerde yerini alır.
Anekdot 6
Lise çağındaki çocuğunun arkadaşları ile yat gezisi planladığını, gezi parasını da “alkollü içki” satarak çıkarmayı planladıklarını öğrenen anne duruma el koymak, içki satışını engellemek, çocukların başına bir yetişkin koymak için uğraşırken çocuklardan birinin velisinin “ne güzel bizim çocuklarda işletme kafası var” dediğini duyunca, bir yerinden tutulsa öteki yerinden elimizde kalan bu sorunlu ortamda, yüreği ağzında, çocuğunu yetişkinliğe hazırlamaya devam eder.
Anekdot 7
Çocukların 12 yaşına kadar ya da boyları 1.40 oluncaya dek arabanın ön koltuğuna oturmaları, 1.20 oluncaya dek de arka koltukta çocuk koltuğu olmadan oturmaları hayatlarına mal olacak kadar tehlikelidir. Çocukların -yetişkinlerin kucağında- ön koltukta oturduğu, arka koltuktan kafalarını camdan sarkıttıkları, koca jiplerin içinde ön koltukta ayakta durdukları bir ortamda camınızı açıp “çocuklar ön koltuğa oturtulmaz” dediğinizde aldığınız cevap hemen hemen her seferinde aynıdır: “işin gücün mü yok, sana ne? Çocuk da benim araba da!”
Anekdot 8
Anti-militarist konserde yirmili yaşlarında genç bir Kıbrıslı erkek, önünde durup konseri izleyen on yaşlarındaki Sur içi çocuklarından birine “sen benim önümden çekil” diye emreder. Çocuğun yanında tesadüfen duran kadın uzaklaşmaya çalışan çocuğu durdurur ve “neden gidecekmiş?” diye sorar. “Önümü kesiyor, gitsin!” cevabına karşılık kadın, adamın beline bile gelmeyen çocuğa bakar ve “onun burda durması seni kesiyor mu?” diye sorar. Gencin cevabı “sen nerelisin? Kıbrıslı mısın?” olur. Kadın “fark etmez nereli olduğum, insanım çünkü” der. Anti-militarizmin sadece tepkisel şekilde Rum düşmanlığı yaşamamak olduğunu zanneden dar beyin, her türlü baskı, dışlama, zorlama, ötekileştirme ve şiddeti reddeden fikri kirletir ve Türkiyeli olduğu için el kadar çocuktan anti-militarist konserde nefret etme özgürlüğünü (!) kullanır. O çocuk birilerinin malıdır, istemediğimiz birilerini temsil eden bir “şeydir”. Başkasının malına zarar vermek de, çocukları “mal” görmek de bu beyin için anti-militarizmle bağlantısızdır.
Anekdot 9
Dehşete kapılmamız gereken şeyler oluyor bu ülkede. Çocuklara tecavüz oranları açıklandığında “tecavüz edenler de edilenler de Anadolu’dan geliyorlar, bizim sorunumuz değil, onlar alışkındırlar” diye internet gazetelerinin altına rumuzla utanmadan not düşebilecek kadar “mal” görüyoruz insanı. Suçları, çocuklara yapıldıkları anda bile görmezden gelebilecek kadar insanlığından çıkarabiliyoruz insanları, çocuk olsalar bile.
Anekdot 10
Gece yarısı Girne’de bir barda iki genç kızın çok seksi kıyafetlerle dans etmeleri herkesin dikkatini çeker. Yan masada oturan kadının dikkatini çeken şey ise eline Tekila verilen bu kızın çocuk yaşta göründüğü, yanındakinin ise ondan da küçük olduğudur. Kadın yerinden kalkar ve elinde Tekila bardağı ile dans eden kıza yaşını sorar. Cevap “17”dir. Yanındaki çocuğun yaşı ise “11”dir. Kadın işletme sorumlusunun yanına gider ve çocuklara içki sattığını, bunun yasal olup olmadığını sorar. Adam yasa dışı olmadığını, polisin karışmadığını aslında buralarda tehlikenin bet ofislerden daha çok olduğunu çünkü bu gibi yerlere uyuşturucu da girebileceğini söyler. Kadın o sırada çocuklara içki satılmasının yasa dışı olduğunu bilmemektedir. Yine de dönüp, “bu yasa olarak geçmedi diye, siz bu çocuklara içki satarak üç kuruş daha fazla kazanmakta bir sorun görmüyor musunuz?” diye sorar. Adam “çocuklarının bu saatte nerede olduğunu merak etmeyen aileleri anlamak mümkün değil, burada olmamaları gerekir” diye cevap verir.
Anekdot 11
Anne, baba, nene olduğundan şüphelenilen yaşlı bir kadın, on ve beş yaşlarında iki çocuk İstanbul Havaalanı’nda bir bankanın lokanta hizmeti veren merkezinde oturur. Yan masada oturan kadın sonradan 11 yaşında olduğunu öğrendiği çocuğun elinde içi bira dolu bir bardak görür. Çocuk biradan iki yudum alır. Baba yaşlı kadına döner ve “bu seni geçti, biracıdır biracı, bak!” der ve gurulu (!) bir şekilde gülümser. Belki de adam için oğlunun “erkekliğinin” bir kanıtıdır bira yudumlaması, kim bilir? Hepimiz çocukken takdir edilen davranışlara yöneliriz, bu babası tarafından mağdur edilen çocuk da aynen onu yapar. Babasının teşvikini yarıda bırakmak istemez ve iyi bir şey yaptığını zanneden çocuk bardağın yarısından fazlası dolu olan birayı bir dikişte içer (fondipler). Anne bu durumu görünce gözlerini dehşetle açarak babaya bakar ve bir tepki göstermesini bekler, adam hiç tınmaz, durumdan memnuniyeti devam eder. Kadın da sesini çıkarmaz. Yan masada oturan kadın şahit olduğu bu olayın etkisiyle üzüntüyle titreyerek yerinden kalkar, masaya yaklaşır ve “sosyal hizmetin işlevi olan bir yerde bu çocuğu sizin elinizden alırlardı” der. Anne “neden?” diye sorar. Kadın: “Çocuğunuza alkol içirdiniz, umarım bu günden sonra bu davranış biçiminizi değiştireceksiniz” der ve masadan ayrılır. Sonradan İstanbul Havaalanı’nda polis çağırıp bu aileyi şikâyet etmediğinden çok üzüntü duyar çünkü orada yasanın geçmesi ve uygulanmaya başlaması bu ailenin kendi ülkelerinde bu olaydan sıyrılması yerine cezalandırılmalarına yardım edebilirdi gerçeğiyle karşı karşıya kalır. Çocuğunun bira içmesinden rahatsız olmasına rağmen anne, farklı bir yol izlemeyi tercih eder ve uçakta kendisini uyaran kadının yanından geçerken “sen kimsin de bana çocuğuma nasıl bakacağımı öğretmeye kalkıyorsun?” diye hışımla sorar. Adam da olay iki kadının kapışma problemiymiş gibi “ikiniz de kesin yoksa fena olacak” şeklinde bir “erkek” tehdit sallar. Kadın, Ercan’a inince polise resmi şikâyette bulunur. Kendisinden şikâyet edildiğini gören babanın ilk savunması “sen yasa masa bilmiyorsun İstanbul’da olmuş bir olaydan beni burada suçlayamazsın” olur. Çocuğuna karşı işlediği suçun muhakemesi bir an bile gözünde parlamaz, sadece başının belaya girmeyeceği noktasına odaklanır. Kadın çocuğun konuşulan anda kanında alkol olduğunu söyleyince bu seferki savunması “annesinin birasını masadan aldı ve benden izinsiz bir yudum içti” şeklinde çocuğunun arkasına saklanmak olur. Söz konusu baba önce kadına bağırarak, ardından tehdit ederek, ardından küçümsemeye çalışarak caydırmaya çalışır. Sonra polisin omzuna elini atarak uzaklaştırıp kulağına fısıldayarak zabıt tutulmasını engellemeye çalışır. Kadına “mühendiz” olduğunu vurgulayarak yanlış yapamayacağını ortaya koymaya çalışır. Bilinçli çocuk yetiştirmenin formal eğitimle alakalı olmadığını bilmez. Nene olduğundan kuşkulanılan kadın “çocuğun anası var babası var, herkese ne, nasıl karışabilirler” der. Anne, çocuğuna bira içiren kocasını korumayı çocuğunu korumaya tercih eder. Anne çocuğunun bira içmesinden rahatsız olmasına rağmen, engel olmadığında babası kadar suçlu olduğunu fark etmez. Kendini korumaktan başka derdi olmayan bu bencil, bilinçsiz ve bilinçsizliğinden kurtulmayı reddeden ebeveynler şikâyet edilir. Oradaki polis kadına ilgisi ve duyarlılığı için teşekkür eder. Ama o polisin üstleri, adamın “İstanbul’da oldu, benden izinsiz aldı sadece bir yudum içti, ortada bir sorun yok” beyanını doğru kabul eder ve olayı sosyal hizmetlere intikal ettirmeden ört bas eder. Çocuğa babasının suçu yüklenir, çocuk bir kez daha kendisini korumaktan sorumlu olup bunu yapmayan babasının malı olarak tescil edilir. Adam da polisten aldığı ört bas güvencesiyle evine gider. Belki de kendine de “reisi” olduğu eve de haklılığını kanıtlamak için çocuğuna bir bira daha ısmarlayacaktır, ihtimal dahilindedir. Dedik ya, çocuklar malımızdır, dövsek de, sövsek de, içki de içirsek devlet baba bizi bilinçlendirecek, çocuklarımızın haklarını öğretecek sosyal hizmet uzmanlarına bizi sevk etmez. Çocukların evlerinde güvenli ve haklarına saygı duyulan şekilde yaşadıklarından sosyal hizmet uzmanlarının emin olması için çalışmalarına izin vermez, son noktada çocuklarını istismar eden ailelerin ellerinden çocukları almaz. Devlet baba karılarının ve çocuklarının arkasına saklanmayı marifet sayan adamları korur sadece. Biz de “bana neciliğimizle” çocuklarımızı alkol ve uyuşturucunun kucağına atarız toplum olarak. 11 yaşında bira “fondipleyebilen” bir çocuk 18’ine geldiğinde eroinman olacakmış, alkolik olacakmış, bir dikişte içki içme hastalığından komaya girecekmiş (binge drinking) devlet babanın umurunda değil. Onlu yaşlarında bira tattırılan çocuklar, on yıl içinde alkollü şekilde babasının kendisine verdiği, sonra da “çaldı benden” diyerek sorumluluğundan kurtulduğu arabayla başka birimizin çocuğunu öldürdüğünde “kader utansın” deriz ve devlet babayı, onun uygulayıcılarını ve de kendimizi sorgulamak aklımıza bile gelmez.