Uçakla yaklaşık 40 dakikada ulaşabileceğimiz topraklar, yine can pazarına döndü. Çoluk çocuk, hasta, yaşlı, sivil demeden öldürülüyor insanlar. Hastane binaları, ibadethaneler, okullar bombalanıyor. Savaş kuralları bile hiçe sayılıyor. Barış yanlısı gençlerin düzenlediği eğlenceler silahla taranıyor gözü dönmüş katiller tarafından. Maalesef bir türlü neticelendirilememiş sorunlar yumağının ta kendisi Orta Doğu. Aklım bazı sorulara yanıt veriyor ama yüreğim kaldırmıyor, anlamak istemiyor olanları.
Geçmişten bugüne kadar gerçekleşen her türlü çatışma, sadece zulüm ve gözyaşına neden oldu. Geleceğe dair kurulan hayaller karanlığa gömüldü. Çocuklar, en çok da onlara takılıp kaldı aklım. Çaresizlik içinde bakan kocaman gözler, bana çocukluğumu hatırlattı. Korkusuzca ve neşe içinde oyun oynadığım sokakların harabeye döndüğünü, oyundaki ebeye yakalanmamak için değil de bombalardan kaçmak zorunda olduğum için bir yere gizlenmek zorunda olduğumu hayal ettim. Hatta yaşayacağım upuzun bir ömrüm varken, anlamsız güç yarışı yüzünden hayata gözlerimi yummak zorunda kaldığımı düşündüm ve utandım. Utandım tüm insanlık adına, bu acıyı engelleyememekten dolayı utandım…
Hamas ve Netanyahu’nun İsrali, her ikisi de neden oldu ve oluyor son dönemde yaşanan zulme. Tabi ki Filistinli özgürlük sevdalılarını ve barış için yıllardır mücadele edenleri ayrı tutuyorum. Adalet de bunu gerektirir. İsrail devletinin işgal rejimi ve neden olduğu yok ediş pratiği hepimizin malumu. Mesela 2008 yılında 22 gün süren “dökme kurşun harekâtını” düşünün, yine 1000’in üzerinde sivil insan öldürülmüştü. Yine 2012 yılında bir diğer saldırı. 2014’te bir başkası. Tabi bunlar gündemimize gelecek derece büyük olanlar. Ufak bir araştırma neticesinde bile, “Gazze’de ağır bilanço” başlıklı o kadar habere rastlıyorsunuz ki! Bugün ise yine, dünyanın gözleri önünde, savaş hukukunu rafa kaldırarak hareket ediyorlar. Hâlbuki bizzat kendileri ve atalarının yaşadığı Holokost ardından üretilmişti o kuralların büyük bir çoğunluğu.
Erişilebilen haber kanallarından öğrendiğimiz kadarıyla, insani ihtiyaçları karşılayacak koridorlar yeteri kadar açılmıyor. 7 Ekim’den beri 8000’in üzerinde insanın hayatını kaybettiğini söylüyor resmi rakamlar. Gazze'deki Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Eşref el-Kudra, bu sayının % 40’ının çocuklardan oluştuğunu ve nüfusun % 70’nin yerinden edildiğini açıklıyor. Dile kolay, yüreğe ağır.
Son günlerde ise hava bombardımanı yanında kara harekâtının da başlayacağından bahsediliyor. Bu durumda, günlerdir harabeye dönen bir yerde yaşanacak faciayı tahmin etmek zor değil. Geçmiş yıllardaki örneklere ve bugünkü askeri koşullara bakılarak yapılan tahminlere göre can kayıplarının katlanarak artacağı söyleniyor.
***
Uluslararası arenaya dönüp bakıldığında ise geç kalmış bir BM kararına rastlıyoruz. Ürdün'ün girişimi ile oylanan ve bağlayıcı olmayan kararname, insani yardımların Gazze'ye ulaştırılması için ateşkes ilan edilmesi ve rehinelerin ivedilikle serbest bırakılması çağrısı yapıyor. Bu talebi 120 üye kabul ederken, 14 üye reddetti, 45 üye ise çekimser kaldı. Maalesef Kıbrıs Cumhuriyeti de çekimser ülkeler arasında yerini aldı. Bu ne yaman çelişki değil mi?
Gelelim ihlâl edilen savaş hukuku kurallarına. II. Dünya savaşında özellikle Yahudiler, siyasi muhalifler, çingeneler, engelliler ve Nazi kurallarına uygun olmadığı iddia edilen pek çok sivil kesim soykırıma maruz kaldı. Tabi ki askerlerin hayatlarını kaybetmesi, savaş ve militarizm karşıtı biri olarak benim meselemdir. Özellikle zorunlu askerlik hizmeti çerçevesinde bu sürece dâhil olan kişilerin de sivillerden farkı olduğunu düşünmem. Yine de hiçbir şekilde çatışmalara dâhil olmamış sivillere yönelik uyulması gereken kuralların da gerekli ve önemli olduğuna inanırım. Bu çerçevede, savaş ve çatışma süreçlerinde sivillere yönelik gerçekleşen mağduriyetlerin engellenmesine odaklanan, 1949 tarihli “Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin 4. Cenevre Sözleşmesi”nden bahsetmek istiyorum.
Uluslararası insancıl hukuk, silahlı çatışma dönemlerinde savaşa taraf veya artık taraf olmayanları korumaya, kullanılan savaş yöntem ve araçlarını sınırlandırmaya çalışan kurallardan oluşur. Bahsedilen hukuki düzenlemeler, savaş mağdurlarına mümkün olduğunca koruma ve yardım sağlamak suretiyle, savaşın sebep olduğu acıları sınırlandırmayı amaçlar. 4. Cenevre Sözleşmesi de günümüz koşullarına göre değişen ve çeşitlenen tehdit unsurları dikkate alınarak hazırlanmıştır.
Sözleşme kapsamında işaret edilen ağır ihlaller; kasten öldürme, işkence ya da insanlık dışı muamele, kasten ciddi yaralanmalara yol açma, askeri gerekliliğin haklı kılmadığı, hukuka aykırı ve keyfi olarak gerçekleştirilen yıkım ve mülkiyete el konulması, bir savaş esirini ya da korunan birini yabancı kuvvet emrinde hizmete zorlama, bir savaş esirini ya da korunan bir kişiyi adil ve olağan yargılanma hakkından kasten mahrum etme, korunan bir kişiyi hukuka aykırı olarak sürgün, nakil ya da tecrit etme, rehin alma gibi gruplara ayrılır. Ayrıca hastanelerin korunacağı ve taarruza uğramayacakları da açıkça belirtilmiştir. Keza gerekli tıbbi malzeme, gıda ve giyim eşyası gönderme imkânlarının da sağlanması gerekir. Biz günlerdir tüm bu kurallara aykırı bir şekilde, dünya ile iletişimi kesilen bir Gazze’yi izliyoruz. Elektriği, interneti olmayan, çok kısıtlı şekilde sağlanan. Adeta bir gettoya kapatılan Gazzeliler hayata tutunmaya çalışıyorlar.
***
Netice itibariyle insan hakları ve insancıl hukuk düzenlemeleri, genel anlamda kabul gören minimum standartları belirler. İnsan onurunun gerçek anlamda sağlanması, onların ötesine geçen koşulları sağlamaya bağlıdır. Bunun için toplumsal baskı ve siyasi iradeye ihtiyaç vardır. Hatta yeri geldiğinde, bizzat o kuralları ihlal eden veya uygulamayan devletlere karşı da gereken yapılmalıdır. İnsanlık tarihi ve onuru uluslararası arenadan bunu beklemektedir. Zafer çığlıkları eşliğinde tokuşturulan kadehlerdeki içkiler yudumlanıp bitirildiyse, barışa da alan açmak gerekir. Güç zehirlenmesinin neden olduğu yıkımı durdurmak için daha ne bekleniyor? Atılması gereken ilk ve en acil adım ateşkes, hemen şimdi...