Çocukluğun gölgesi, yalanların izleri

Cenk Mutluyakalı

Hayatım boyunca en önemli hayal kırıklıklarını insanların samimiyetsizliği nedeniyle yaşadım. Yüzünüze gülümseyen nicesinin, ardınızda ürettiği kötülükler eninde sonunda ortaya çıkıyor… İnancınız kırılıyor ve güveniniz… Ya da pek çok insanın dışarıdan göründüğünden çok farklı bir iç yüzü olduğunu keşfediyorsunuz zamanla… Saygınız kayboluyor… Çoğu sözün, tavrın, eylemin aslında göstermelik olduğunu görüyorsunuz. Bir yanılsamaya dönüşüyor hayat…

İnsanlar çoğunlukla göründükleri gibi değiller.
Oldukları gibi göstermezler kendilerini…
Gökyüzü o nedenle çok daha huzur vericidir.
Ne görüyorsanız o çünkü…
İnsan öyle değil…

İçten, masum, samimi dostlarınızın kıymetini çok iyi biliniz.
Hayatı onlar anlamlı kılıyor.
Çok fazla değil sayıları…

***
Açık sözlü olmak gibi bir huyum var…
Annem “sivri dillisin sen” diyor.

Düşündüğümü doğrudan söylemeyi seviyorum.
Evelemeden gevelemeden, dürüstçe…
Böyle yapınca tepki görüyorum tabii…

Her zaman bunu başarabiliyor muyum?
Sanmam!
Çünkü insan fark etmeden büyüdüğü, yetiştiği, beslendiği ortama dönüşüyor.
Yaşadıkça “herkes” oluyorsunuz.
İdare ediyorsunuz bazen…

***
Hâlbuki çocukken hepimiz masumduk.
İlkokul sıralarındaki hallerimizi düşünüyorum, mahalle ortasında çığlık çığlığa oyunlarımızı, zeytin ağaçlarına tırmandığımız anlarımızı, tarlaya serpme kurduğumuz akşamüzerlerini, başımıza güneş geçen yazları, yalınayak koştuğumuz kumsalları, liman dönüşü sırılsıklam ıslandığımız güzleri… Üzerimizde kir vardı ama yoktu içimizde… Yusufçuk çalarken bile komşunun tarlasından, yüzümüz kızarırdı, ne yapar, ne eder, söylerdik.

Kimi daha yaramazdı kimi daha uslu, kimi şirindi kimi sevimsiz, kimi çok zekiydi kimi beceriksiz ama göründüğü gibiydi arkadaşlarımızın hepsi…

Öyle değil şimdi…
Demek ki insan büyüdükçe öğreniyor yalanı, içten pazarlığı, riyakârlığı, hileyi, çıkarcılığı, kurnazlığı…

Bisikletten düşmüştüm, yüzüm gözüm kan bere içinde ve doktor Halim’e gitmiştik, koşa koşa… “Sizin evde sarı ilaç yok mu” demişti, “Korkma bir şeyin yok, çocukluğunu yitirme…”

Çocukluk yitiyor işte…

***
İkiyüzlülük demişken…
Tek bir ülkeye inandım hep…
Öyle slogan değil bu…
Kıbrıs benim için halen bütün, sınırsız…
Ama iki yüzü var...
Öyle ezberlettiler…
İnatla bölünmüşlük üzerinden inşa ettiler hayatlarımızı…

İki “Kimlik Kartı” taşımak zorundayız, misal…
Üstelik benim iki ayrı kimliğimde, iki ayrı doğum tarihim var.

Doğduktan sonra savaş girmiş araya, göç girmiş…
Muhtemelen o yüzden…
Ya kalemin ya insanın kafası karışmış…

Kıbrıs Cumhuriyeti’ne göre 14 Ocak’ta doğmuşum…
Kıbrıs Türk Federe Devleti’ne göre 16 Ocak’ta…
İkinci kaydımı yapan “devlet”i de kayıttan düşmüşler sonra…

Kendi kendime soruyorum, “acaba hangisi doğru?”
Mantığım 14 Ocak diyor…
Çünkü daha erken bir tarih bu…
Ama hep 16 Ocak’ı kutlamışım.

Şimdi geçmişin gölgesi biraz daha uzağıma düşüyor…
Şimdi çok daha fazla birikmiş hayal kırıklığım var, daha az umudum…
Şimdi yaşadığım her gün daha kıymetli, anlamlı, özel...
Şimdi çok daha seçiciyim, çok daha umarsız…

"Doğum günleri bir yanılgıdır” der Oscar Wilde, İnsan bir yıl daha yaşlandığını zanneder, oysa sadece bir gün eskimiştir."
Belki de öyledir.
Onca yanılgının içinde bir rakamdır gelip, geçen…

***
Hayatım boyunca en önemli hayal kırıklıklarını insanların samimiyetsizliği nedeniyle yaşadım. En güzel anları yaşatan da insanlar oldu yine… Paylaşmanın mutluluğu birikti içimde ve en mutlu zamanlarında, yalnızca o güzel insanları anımsıyorum… İçimdeki çocuğu büyütüyorum öylece… Şimdi çocukluğumun sokaklarından özlediğim sesler var, zihnimde... Yalanlar yerine... Ne çok ayrıntı saklı o seslerde... Şimdi onca ilk heyecan var, ilk öpüş, ilk gülüş, ilk çığlık, ilk ağlama beynime işleyen… Gençlik telaşlarının sesi var, kalbimde… Ne çok insan saklı oralarda… Gerisi hikâye…

Bakarak görmeye çalışmayınız; yanılırsınız.
İnanmayınız her işittiğinize…
Hissetmeyi deneyiniz önce…
Bu yaş günümde, bunlar geçti içimden…
“Çocukluğunu yitirme” dedim kendime…