Coğrafya kader midir?

Sami Özuslu

 

Ünlü İslam düşünürü İbn-i Haldun’un “Coğrafya kaderdir” sözü aklıma gelir sık sık…
‘Kader’e inanılan bir coğrafyada yaşıyoruz çünkü…
Çaresizdir çoğunlukla insanlar dünyanın ‘gelişmemiş’ bölgelerinde…
Açlık kaderidir milyonlarca insanın mesela…
Kaderdir hastalıklar… AIDS, veba, verem…
Savaşlar eksilmez buralarda hiç… Din savaşları, mezhep savaşları, milli savaşlar, kavim savaşları, aşiret savaşları sürer gider.
Erken yaşta ölüm, bebekken ölüm, hatta ana karnında ölüm kaderdir.
Eğitimsizlik kaderdir. Okula gitmeyen, okuma yazma bilmeyen yığınla insan vardır bu dünyada, hala bugün…
Afrika’da doğan bir çocuğun hayatta kalabilme olasılığı, Avrupa’da doğan bir başka çocuğa kıyasla kat ve kat azdır. Erken yaşta ölme ihtimali ise aynı oranda yüksek…
Ortadoğu’da doğan bir çocuğun savaş kurbanı olması kuvvetle ihtimaldir. Avustralyalı bir çocuğun ise böyle bir riski yok gibidir.
Amerika’nın kuzeyinde yaşayan bir gencin kaderi de Güney Amerika’da doğanlardan oldukça farklıdır.
“Coğrafya kaderdir” diyen İbn-i Haldun’u haklı çıkarıyor bu örnekler…

**

Dün patlayan ‘canlı bomba’ da ‘Suruçluların kaderi’ydi.
30’dan fazla insanın öldüğü patlamanın bir benzeri Batılı bir ülkede yaşansaydı eğer, etkisi çok farklı olurdu.
Çünkü oralarda yaşayanların öyle bir ‘kaderi’ yok!..
‘Kadersiz coğrafya’ bizim yaşadığımız yerlere deniliyor.
Ya da ‘kara kaderli’ yerler…
‘Makûs talihli’ veya…
Kader ağlarını örerken, dünyanın bir kısmına ‘kepçe’ ile vermiş, bize düşen kısımlara ise ‘kaşığı’ bile çok görmüş!..
Oysa ‘ilahi adalet’ var derler bir de…

**

Dünyanın düzeni ‘paylaşım kavgası’ üzerine kurulmuş.
‘Büyük balığın küçük balığı yutması’ üzerine şekilleniyor hala, 21’inci yüzyıl dünyası da…
Yazık, çok yazık ama insanın beyin gücü geliştikçe gelişiyor da, ‘temel çelişki’ orada kalmaya devam ediyor.
Bildiğimiz ‘emperyalizm’, yani ‘sömürü düzeni’ şekil ve kılık değiştirmesine rağmen, kendi mantığı içinde gücünü koruyor. Dünyayı ve özellikle de bizim ‘kara kaderli coğrafya’yı yönetmeye, orada yaşayan insan kalabalıklarını istediği şekilde yönlendirmeye devam ediyor.
Suruç’ta dün patlayan bomba, bölgedeki halkların ‘kaderi’ olmaya devam edecek ne yazık ki…
Tıpkı Beyrut’ta olduğu gibi…
Tıpkı Bağdat’ta olduğu gibi…
Tıpkı Kahire’deki gibi…
Tıpkı Kabil’deki gibi…
Tıpkı Yafa’daki gibi…
Tıpkı Kudüs’teki gibi…

**

Ortadoğu ve Afrika ülkeleri Batılı ülkelerin birer sömürgesiydi geçen yüzyılın ortasına kadar… Bölgedeki enerji kaynakları ve diğer değerli varlıklar ‘doğrudan’ sömürülüyordu. Şimdi ise ‘dolaylı’ şekilde sömürülüyor.
Bazı ülkelerde ‘karşılıklı bağımlılık’ ekseninde işbirlikçilerle kotarılıyor iş, bazı yerlerde ise halkların mutlak surette bölünmüşlüğü gerekiyor.
Uzaktan hükmedilemeyen bölgelere müdahil olmak için ‘üsler’ gerekli çünkü ve o ‘üsler’in oraya konuşlanabilmesi için de bir ‘meşru zemin’ lazım…
‘İç savaş’lar bu yüzden gerekli…
‘Ülkeler arası savaşlar’ da öyle…
‘Barış için’ yapılan müdahalelerin büyük kısmı, aslında o bölgede bulunmak, gerektiğinde kontrol altına almak için bir ‘sıçrama tahtası’ rolü oynuyor.
Dahası, ‘silah tekelleri’ ceplerini dolduruyor her çatışılan bölgede…
Bir taş, iki kuş!

**

Suruç’ta bomba patladı dün… Masum insanlar katledildi.
Suruç’un kaderi bu…
Tıpkı diğer benzerleri gibi…
IŞİD’in ortaya çıkması dâhil, bütün gelişmeleri bölgedeki emperyalist planları hesaba katmadan yorumlamak yanıltıcı olur.
Kaderini değiştirmek için Suruç’un, Kahire’nin, Bağdat’ın, Şam’ın,  Beyrut’un, Gazze’nin ve elbette Lefkoşa’nın, ‘kalıcı barış’ ortamının nasıl sağlanacağına odaklanmak gerekiyor.
Kadere boyun eğmek yerine, coğrafyanın kaderini değiştirmek lazım.
Yoksa bu ‘kader’le sonumuz belli bizim de…