Simge Çerkezoğlu
Genç bir sanatçı Diler Ertuğ… Yaratıcı, zengin düş dünyası yanında farklı kültürlerden edindiği deneyimleri onu çoğaltarak, bu günlere taşımış görünüyor. Hayata çok farklı yönlerden bakabiliyor. Profesyonel olarak dövme yapıyor, çizimlerinde desenlerinin izleri öne çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde Rüstem Kitapevi’nde açtığı ‘Çok Uzakta Bir Yer’ sergisiyle yolumuz kesişiyor. Hem sergiyi geziyoruz, hem de Bandabuliya’daki dövme atölyesini ziyaret etme şansına sahip oluyorum. Üstelik atölyeden boş çıkmıyorum.
Hepimizin siyaset nedeniyle aşina olduğu Osman Ertuğ’un kızı olan Diler, babasını görevi nedeni ile uzun süre yurt dışında yaşadı. Öncelikle hayatının yurt dışı süreci ile sohbetimize başlıyoruz.
“Uzun süre yurt dışında, birkaç ülkede yaşadım. Babam büyükelçi olduğu için New York’ta büyüdüm. Daha sonra ortaokulda Ada’ya döndük. Kolejden mezun olduktan sonra üniversite için yeniden Amerika’ya döndüm. Virginya’da okudum. İletişim, felsefe ve tarih bölümlerini bitirdim. İletişimi ayrı bir bölüm olarak felsefe ve tarihi ise birlikte okudum. Üniversite eğitimimin ardından kısa bir süre için Ada’ya döndüm ama hayalim Japonya’ya gitmekti. Bunu gerçekleştirmeyi kafama takmıştım. Onların manga olarak bilinen çizgi romanları var, ben de manga çizmeyi öğrenmek istiyordum. Bence çok güzel bir alan. Yirmi yaşındaydım, hayalim buydu. Ancak gittiğimde yabancıların oturma izni almasının mümkün olmadığını gördüm. Japonya bu anlamda çok sıkı bir ülke ancak İngilizce öğretmeni olarak iş bulabileceğimi fark ettim. İngilizce ana dilim olduğu için öğretmenliği seçmeme rağmen, öğretmenlik beni buldu. Sekiz yıl Japonya’da yaşadım. Çok güzel bir hayattı, Japonca da öğrendim. Fakat orada o denli sıkı çalışmanızı gerektirecek bir düzen var ki, hayal ettiğim gibi manga konusunda çalışacak vakit bulamadım. Sonunda dedim ki istediğim şeyi yapamayacaksam neden burada yaşamaya devam edeyim. Böylece Kıbrıs’a döndüm. Bir süre burada da İngilizce öğretmenliği yaptım. Yapacak başka bir şey bulamadım. Zaman içinde çizime olan merakım, dövmeye olan ilgim, dövme yapmaya başlamamı sağladı.”
“Şikayet etmektense, ülkemizin avantajlarını değerlendirmemiz gerek”
Hemen burada Diler’in sözünü kesiyorum ve resme olan ilgisinin tüm bu hayatı içinde nasıl başladığını, geliştiğini profesyonel hayatına kadar sirayet ettiğini öğrenmek istiyorum.
“Amerika’daki eğitim sistemi özellikle ilkokul çocuklarının güçlü bir yanını fark ettiği anda, çocuğu o alanda desteklemeye başlar. Ailemizde de sanata ilgi var. babamın da çizimi çok güçlüdür. Diplomasiye girmeden önce mezun olduğu bölüm de günümüzde grafik tasarım olarak bilinen bölüm. Onlar da beni resim çizmem konusunda çok destekledi. Alında resim eğitimi de almayı düşündüm ama hep daha gerçekçi mesleklere yönlendirildim. Sanat alanında kendimi geliştirmeye, kendi tarzımı aramaya devam ettim. Bunun için de çok çalıştım, sonunda tarzımı bulmayı başardım diye düşünüyorum. Tüm bunlar çok çalışarak oldu, ben bu çok çalışma alışkanlığını Japonya sayesinde kazandım. İş her şeyden önce gelir benim için. Bundan da zevk alırım. Dövme yapmak da çizimin bir parçası. Önce dövmeye hep uzaktan baktım, merak ettim. Bu işi yapabilmem için önce çırak olmak gerekmekteydi. Çok muhafazakâr bir meslektir, eğitimi yoktur. Her insan bu işe çırak olarak başlar. Ben de öyle başladım. Bir yıl boyunca birisinin yanına gittim. Yurt dışında size birinin şans vermesi bu kadar kolay olmaz. Aslında bizim ülkemiz, insan ilişkileri anlamında dünyanın hiçbir yerine benzemiyor. Bana onca yıl yurt dışında yaşadın neden geri geldin dediklerinde işte bu nedenle döndüm diyorum. Şikayet etmektense, ülkemizin avantajlarını değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir yılın sonunda kendi dükkanımı açtım. Özellikle Surlariçi’nde açmak istedim, yerim Bandabuliya’da. Çok mutluyum, keşke daha önce bu işe başlasaydım diyorum.”
“İnsanın zevkleri, karakteri tam olarak oturmadan dövme yapmamalı”
Dövme deyip de geçtiğimiz şey bana göre çok önemli, insanın imzası gibi. Üzerinde düşünülmesi, çok zihin yorulması gereken bir şey… Kendisinin, dövme çizen birisi olarak bu konuya nasıl baktığını özellikle merak ediyorum.
“Kesinlikle çok haklısın. Mesleğime, meslektaşlarıma çok saygım var. Sorumluluğu çok fazla olan bir iştir bizim işimiz. Yönlendirmeyi de severim. İnsanlar bazen başka bir tasarım ile gelip, bambaşka bir şey yaptırıp çıkarlar. Her dövmeci müşterisini biraz yönlendirmeli bence. Bir desen, tasarım kağıt üzerinde çok güzel olabilir ama bizim onu derinin üzerinde de düşünmemiz gerekiyor. Beş yıl, yirmi yıl sonrayı bile öngörmemiz gerekiyor. Dövme deri ile yaşlanıyor. O nedenle on sekiz yaşından küçüklere dövme yapmıyorum. İnsanın zevkleri, karakteri tam olarak oturmadan dövme yapmamalı. Prensip olarak kendi aklıma yatmayan hiçbir şeyi başkasına yapmıyorum. Böyle de bir lüksüm var doğrusu. Pişman olmaktansa hiç yapmam daha iyi. Çünkü yaptığım her desen benim reklamım. Elbette yaptığım her desenden tamamen memnun olmuyorum ama memnun olmaya çok yakın olduğumu söyleyebilirim. Zaman zaman tarzım olmayan desenleri geri çeviriyorum. Bazen beni çok aşan desenleri yapmıyorum. Bunu söylerken de asla gocunmuyorum.”
“Blind Guardian, çok sevdiğim beni etkileyen bir grup”
Diler ile tanışma nedenimiz aslında Rüstem Kitapevinde açılan ‘Çok uzakta bir yer’ sergisi… Onu yakından tanıdıktan sonra sergi özelinde konuşmaya başlıyoruz. Öyle sanıyorum ki figürlerin çağrıştırdığı mitolojik dünya, onları çok uzaklardan bir yerlerden yapıyor.
“On iki, on üç yaşımdan bu yana metal müzik dinlerim, çok severim. Blind Guardian diye çok sevdiğim bir grup var. Yaklaşık otuz yıldan bu yana metal müziği yapmaktadırlar ancak bunu yaparken fantastik edebiyat yazarlarından çok etkilenirler. Şarkı sözlerinde mitolojik unsurlara, efsanelere sık sık yer verirler. Onlardan çok etkilendim. Zaten Yüzüklerin Efendisi gibi fantastik kitapları çok severek okudum. Hayatımın parçası oldular. Bu kitaplarla başka edebi dallara da yöneldim. O nedenle mitoloji kendime çok yakın gördüğüm bir konu. Kendime ait mitolojik bir dünya yaratmak da sürekli uğraştığım bir konu. Böylece zihnimdeki bu fikirleri desenle kağıda dökmeye karar verdim.”
“Çizimlerimde dövme yapıyor olmamın izleri var”
Bu çizimlerin çok özgün olması dışında bir başka yanı mürekkep ile yapılıyor olması. Bunun ne denli zor bir şey olduğunu insan çizimlere baktığı anda tahmin edebiliyor.
“Mürekkep ile çalıştım çünkü çizimlerimde daha klostrofobi içeren bir dünya yaratmaya çalıştım. Bunu da detaylarla zenginleştirdim. Bu desenlerde gölgeleme yok. Sadece değişik dokular işlemeye çalıştım. Sadece iki ton siyah ve beyaz yanında desenlerimle zenginlik yakalamaya çalıştım. Bilgilerimi harmanlayıp kağıda döktüm. Elbette bu çizimlerde dövme yapıyor olmamın izleri de var. Her zaman çizimlerimi mürekkep ile yapmıyorum ama son zamanlarda buna daha çok odaklandığım için bu durum desenlerime de yansıyor. Kendimi mürekkep ile geliştirip, çok görülmemiş bir şeyler yaratmaya çalıştım. Bir hikayenin sayfaları gibi hayal ettim bu sergiyi. O nedenle çizimlerimi bir çerçeve içine yerleştirdim. Ayrıca görenlerde bir pencereden başka bir dünyaya bakma duygusu yarattım. Öyle bir his uyandırmak istedim. Tüm bunlar dışında tabii çizimlerim daima yoruma da açıktır.”
Çizimlere iki de şiir eşlik ediyor. Diler’in yazmaya olan ilgisini de konuşuyoruz.
“Uzun zamandır yazmaya çalışıyorum. Üzerinde çalıştığım romanlarım, kısa hikayelerim var. Bu butik sergiyi açarken de eserleri birbirlerine bağlayan bir şey olmalı düşüncesiyle yazılar eklemeye karar verdim. Belli bir konsept üzerinden gitmeyi seviyorum. Tamamı ile alakasız şeyleri bir araya getirmektense kendi aralarında bir bağları olmasını istedim. Böylece çizimlerime iki de şiir ekledim.”
“İllüstrasyonun Altın Çağı’ndan 1920’li 1930’lu yıllardan çok etkilendim”
İlk anda figürlere bakınca sanki öne çıkan bir kadın figürü olduğu hissine kapılıyorum. Ancak düşündükçe bu figürlerin bir kadın olmaktan öte kimliksiz bir varlığa işaret ediyor olabileceğini de düşünüyorum. Çünkü artık az da olsa Diler’ı tanıyorum.
“Kadın dememeliyiz haklısın. Ben daha çok maskülen bir kadın yaratmaya çalıştım. Genel olarak ben biraz daha soyut bir dünya yaratmaya çalıştım. Bir fügden öte bir durumdu bu. Yeni bir dünyaya giriş yaptım aslında. Mürekkebe alışık olmasam çok zor olacaktı ama alıştığım için desenleri yaratmam çok da güç olmadı. Sanırım başka bir yöntem seçmiş olsaydım tüm bu duyguları yakalayamayacaktım. Golden Age of Illustration (İllüstrasyonun Altın Çağı) dediğimiz dönemden 1920’li 1930’lu yıllardan çok etkilendim. Özellikle de çocuk masallarında kullanılan illüstrasyonlar çok önemlidir. Çocuk masalı deyip de geçmemek gerekir. Bunların edebiyattaki ağırlığı çok önemlidir, çizimleri çok zor. Çocukluğumda da bu kitaplara çok meraklıydım. Sanırım bunlar bilinçaltımda duruyordu.”
“Kıbrıs yaratıcılık için ideal bir ortam”
Her zaman Lefkoşa’nın en özel mekanlarından biri olarak andığım Rüstem Kitapevi, kısa bir süre önce bünyesine sergi salonu da ekledi. Neredeyse her hafta farklı bir sergiye ev sahipliği yapan bu mekan, aslında sanatı insanların ayağına getiriyor. Toplumu sanatla buluşturuyor.
“Sergi fikri küratör Halil Duranay ile uzun zamandır üzerinde düşündüğümüz bir konuydu. Özellikle Rüstem Kitapevinde olmasını istedim. Burası tarihi olan, çok özel bir mekan. İlk başta karma bir sergi düşüncemiz vardı ama daha sonra benim de çalışmalarımı geliştirmem ile ilk kişisel sergimi açmış olduk. Tabii çok uğraştım. Sadece siyah ve beyazın hakim olduğu renklerle bir şeyler ortaya koymak kolay değil. Bu tip çalışmalarda negatif space denilen bir durum ortaya çıkıyor. Siyah ile beyazın dengesini iyi tutmak gerekiyor. Desenlerimde karanlık fikri yoğun olsa da duygu olarak öyle bir karanlık yaratmadığıma inanıyorum. Karanlık duygusu olsa bile bu aslında bir karanlık fantastik dünya olabilir diye düşünüyorum. Bundan sonraki hedefim kısa hikaye veya şiirlerle çizimlerimi birleştirmek. Bunu yapmaktan zevk alıyorum, amacım insanlara bir şeyler sunabilmek. Bu ülkede farklı alanlarda uğraşan insanlarımız, çok değerli sanatçılarımız var. Ben pek çok ülkede yaşadım. Kıbrıs ise yaratıcılık için ideal bir ortam. Ülkemizi küçümsemek yerine, çalışmaya odaklanmalıyız.”