Sorumlu makam ve görevde olanlardan beklenti adil yönetim yanında karşılaşılan ve yaşanılan sorunları çözmeye de odaklanmalarıdır. Çözülmeyen ve sürüncemede kalan veya bırakılan sorunlar sadece büyüyebilir ama kaybolmaz…
Örneğin, Kıbrıs sorunu 1963 yılından beri çözümlenmemiş; taraflar kendi istekleri doğrultusunda çözülmesi umudu ile sorunu sürüncemede bırakmış… Süreç içinde nelerin yaşandığını anlatmaya gerek yok ve hala çözüm arayışları devam ediyor. Şimdiki gaile, iki liderin çözüme odaklı olmaması halinde sorunun yine çözülmeyeceği veya üçüncü tarafların zorladığı bir çözüme rıza gösterilmesi gerekeceği yönünde… Sürüncemede kalan sorunların tarafları da aslında üçüncü tarafların etkisine açık kalıyor, edilgen olabiliyor.
Liderler kendileri de “siyasi irade varsa Kıbrıs sorunu kısa sürede çözülür” diyor ama ne hal ise, karşı tarafı da iradesiz olmakla suçluyor. Suçlama oyunu da hemen karşılıklı ve alevli şekilde sürdürülüyorsa, bellidir ki liderler çözüme odaklı değil ve karşı tarafı ‘çözüm istemeyen taraf’ olarak tanımlayarak sorunu sürüncemede bırakmak tercih ediliyor.
Liderler tüm konulara vakıf olmayabilir ancak çözüm odaklı ise, konuya vakıf olan ve çözümüne katkı yapacak olan, kendileri de çözüm odaklı olan insan kaynaklarından yararlanmayı bilmelidir, yani çözümü yönetebilmelidir. Yapmıyorsa, dar kadro ile çözüm sürecini yönetmekte ısrar ediyorsa, çözüme odaklı değil demektir.
Liderler sorunlardan korkarsa, çekinirse, hesaplanmış risk almaktan kaçınıyorsa, sorun sürüncemede kalır ve büyür ve çözümsüzlük kader olur. Bazı çıkar grupları veya kendi haklarının azamisini almak isteyenler veya mevcut statükodan mutlu olanlar, bazı sorunların çözümünde liderleri caydırmayı, ürkütmeyi ve hatta korkutmayı deneyebilir… Liderler çözüm odaklı ise, bunlara yenik düşmeme konusunda kararlı duracaktır, çözüm odaklı değilse çözümden kaçacaktır.
Çözüm odaklı lider paylaşımcı olur; sorunu paylaşır, çözümü paylaşır… Lider kendi kafasına göre takılıyorsa, aslında sorundan kaçıyor demektir… Paylaşmıyorsa, sorunu çözmek istemiyor demektir. Çözüm yöntemlerini ve yollarını konuşmuyorsa, danışmıyorsa, sorunun devamından mutlu demektir. Çözümsüzlük sürecektir.
Lider, kendi siyasi varlığını ve ikbalini statükonun sürmesinde görüyorsa yurttaşlar için çok büyük bir sorun var demektir. Sorun, aslında liderin kendisi olmaktadır ve çözüm için o liderin o görevden uzaklaştırılması gerekmektedir.
Kıbrıs sorununun çözümünde, liderler önemli unsurdur. Birileri, liderlerin talimatla iş yaptığını iddia edebilir… Ancak Kopenhag ve Lahey süreçleri Denktaş’ın kendi eseri idi; 2004 referandumu da Kıbrıslı Türklerin kendi yarattıkları lider ile birlikte sürdürdükleri bir süreçti. Dolayısıyla, liderleri çözüm sürecinde önemsizleştirmek, çözümsüzlüğü beslemekten başka bir sonuç üretmeyecektir.
Kıbrıs sorununun çözümü için başlayan yeni süreçte, çözüme odaklı iki lider olmadıkça çözümsüzlük ve statüko sürecektir. Dolayısıyla, çözüm güçlerinin, liderlerin çözüm odaklı olmaları için baskı unsuru olmalarına ihtiyaç vardır.
Başarmak, çözüm odaklı olmakla olasıdır.
Sadece Kıbrıs sorununda değil, ülkenin diğer sorunlarında da çözüm odaklı olmak, siyasetin hizmet verdiği halkı rahatlatacaktır. Siyaset halkın mutluluğu ve esenliği için yapılıyor, onun için ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları çözmekle yükümlüdür. Bu yükümlülük hem hükümetteki hem de muhalefetteki siyasi partilerin üzerindedir. Dolayısıyla, ülkenin toplam siyaseti yurttaşın sorunlarını sürüncemede bırakmadan çözmeye odaklanmalıdır. Genellikle askeri bir düstur gibi algılanan bir söz vardır: “Hiçbir mazaret başarının yerini tutamaz”… Liderlerin ve yönetenlerin mazaret üretmek hakkı yok; iş yapmak ve sorun çözmek görevi var…
Çözüm odaklı liderler ve yöneticiler, Kıbrıs adasında yaşayanlara sürdürülebilir yaşam sağlayacaktır.