Çözüm Sürecinin Başlangıç Vuruşu 15 Ekim’de…

Kutlay Erk

Kıbrıslı Türk ve Rum liderler geçen hafta içinde New York’ta ayrı ayrı görüştükleri BM Genel Sekreteri’nin (BMGS) 15 Ekim’de New York’ta gayri resmi yemek davetini kabul etti.

Kıbrıslı Rum lider Hristodulidis aslında pek de hevesli değildi ama kabul etti çünkü güvendiği dağ 2-Bölgeli Çözüm Tezi’nde ısrarını ve söylemlerini sürdüren Kıbrıs Türk tarafı idi. Kıbrıslı Türk lider Tatar hiç hevesli değildi ama kabul etti çünkü Çözüm Tezi konusunda güvendiği dağın efesi elini taşın altına koymaya, barış için uzanacak elleri havada bırakmamaya dünyaya söz verdi, Tatar’a da daveti kabul etmesi yönünde ‘telkin’de bulundu diyelim, kendimizi diplomatik bir tabirle ifade etmek için…   

Niye gayri resmi ve dahi gündemsiz denildi bu yemeğe?! İki davetli de ısrarla farklı tellerden çalıyordu. Hristodulidis BM Ölçütlerinde Çözüm için uluslararası topluma evet diyordu, içerdeki taraftarlarına da endişe etmemelerini, Türk tarafının mevcut Tezinin kendileri için emniyet supabı olduğunu anlatıyordu. Kıbrıs Türk tarafı masaya gelmek gibi bir sürpriz yaparsa işi zora girecekti ama güveniyordu Türk tarafına… Tatar ise Tezi kabul edilmezse ve dahi KKTC tanınmazsa masaya oturmayacağını kendi tarzında söyleyip duruyordu.

Dolayısıyla, iki liderin de özellikle iç siyasette zora girmelerini önlemek için uluslararası toplum çözümü “Gayri resmi yemek daveti” demekte buldu; buna diplomaside “Face saving / İtibarı kurtarmak” derler. Tatar gene de hem de kendi siyasi taraftarlarınca saldırıya uğradı, “Lefkoşa’da aslan, New York’ta fare” diyenler oldu, Ulaştırma Bakanı Arıklı siyaset değişimini şiddetle eleştirdi, tepkilerinin büyük olacağını söyledi. CB Tatar ise “Kıramazdım, reddedemezdim” diye cevap verdi. Ne desindi yani?! “Türkiye talimat verdi, yaptım” mı diyecekti?! Ama emin olunuz ki bu eleştirileri yapanlara “Lafınızı bana değil Türkiye’ye söyleyin” demiştir; haksız da olmaz bu söylemde aslında…
Bu sonucun yaşanacağını, Eylül’de New York’ta BMGS ile görüşüleceğini, Ekim ortası da görüşme sürecinin başlayacağını uzun süreden beri yazıyordum, söylüyordum. Müneccim değilim elbet ama uluslararası siyaseti, Kıbrıslıların dışındaki ilgili tarafların siyasi ve ekonomik ihtiyaçlarını, küresel emperyal güçlerin bölgedeki çıkarları üzerindeki hassasiyetini analiz edince bu sonucu öngörebilmek olasıydı…

Ekim ortasındaki üçlü yemeğin menüsüne gelince… Daveti yapan BMGS saptanmıştır; 30 Haziran 2017 tarihli bir tabldot (Table d’hote) menü… Seçenek yok; BMGS masaya ne koyarsa o yenecek… Ve tabldot menüde neler olduğu bellidir:

  • Siyasi eşitlik: 2’ye 1 oranı ile dönüşümlü başkanlık, karar almada tarafların etkin katılımını sağlamak için salt çoğunluk durumunda tarafların en az bir oyunun olması, hayati öneme sahip konularda tıkanıkları aşmak için mekanizma
  • Mülkiyet: Toprak düzenlemelerine tabi olan yerlerde, mülkünden edilen orijinal sahiplere öncelik verilecek; toprak düzenlemelerine tabi olmayan yerlerde mevcut kullanıcıya öncelik verilecek
  • Toprak: Kıbrıs Türk tarafının sunacağı haritada Kıbrıslı Rumların belirteceği endişeleri giderebilecek düzenlemeler yapmak
  • Güvenlik ve Garantiler: Bir tarafın güvenliği diğer tarafın güvenliği pahasına olmayacak şekilde düzenlenecek. Garanti Antlaşmalarının kapsadığı alanların yerini, iki tarafça üzerinde mutabık kalınan ve çeşitli boyutları içeren, yeterli uygulama izleme mekanizmaları alacak; bunların bazılarında garantör güçler de dahil olabilir.
  • Eşdeğer Muamele: Malların, sermayenin ve hizmetlerin serbest dolaşımı olacak. Yabancıların (turist, öğrenci, işçi) ülkeye girişleri izinle olacak, Türkiye ve Yunanistan yurttaşlarına eşdeğer muamele yapılacak.
  • Görüşmeler sonuç odaklı ve süresi belirli olacak; masadan bir sonuçla kalkınacak.

Davetliler gayri resmi yemeğin menüsünün tabldot olacağını elbette biliyorlar; BMGS BM’nin mutfağında pişeni ikram edebilir sadece… Kıbrıslı Rum lider aslında sevmediği ama severmiş gibi davrandığı yemeği masada önünde bulunca ne yapacağı bellidir; orasından-burasından batıp çıkıp, yemeğin tuzu-ekşisi eksik-fazla gibi mızıkçılık edecek. Kıbrıslı Türk lider ise tabldot yemeği reddedip A la Cart (alakart) tercihini söyleyecek… BMGS ne yapacak?! Taraflara ya aç karnına geri evlerine dönmeyi ya da masadaki yemeklerin tadına bir bir bakıp, tuzunu-ekşisini ekleyip çıkarıp, isterlerse acı da ekleyip yemeye çalışmalarını, karınlarını doyurmalarını ve bunun için birlikte görüşmeleri sürdürmelerini tavsiye edecek… Ve BMGS kazanacak; davetliler o yemeği yiyecek…

Eve döndüklerinde kusarlar mı?! Denktaş Bey, New York’ta görüşmeden ara isteyip memlekete döndüğünde “Görüşmeler için değil New York’a Ortaköy’e bile gitmem” demişti de ardından New York’a gitmişti… Hristodulidis, masaya oturan Türk tarafının “Ya bizim Tez, ya da görüşmem” söylemine güvenmesinin dayanılmaz acısı ile kıvranacak ve masada olmaya devam edecek, muhaliflerine de başka çare kalmadığını, zor kararlar vermek zorunda olduğunu anlatacak. Son dönemlerde 2-Devletli Çözüm düsturu yerine “Siyasi eşitlik ve eşit uluslararası temsiliyet” söylemini tercih eden CB Tatar ise “Emir büyük yerden” deyip masada olacak. Ve BMGS düdüğü çalınca taraflar başlangıç vuruşunu yapacak, süreç fiilen başlayacak…
Ne kadar mı sürer? Valla, BMGS diyor ki Crans-Montana’da nerdeyse imza aşamasına gelmişler, imza için Yunan Başbakanının da gelmesi için davet yapmışlar; dolayısıyla uzatacak pek fazla bir konu yokmuş. Yani, tabldot menüdekileri bağladılar mı imzalar atılabilir… Ya Hristodulidis Crans-Montana’da olduğu gibi mızıkçılık yaparsa?! Buna karşın öneriyi de CTP Başkanı Erhürman yaptı; başlangıç vuruşunda önce hakem görüşmelerin sonuçsuz kalması durumunda kusurlu tarafın başına ne geleceğini söyleyecek, sarı ve kırmızı kartları olduğunu anımsatacak… Yani Hristodulidis zıpçıktılık yaparsa, görüşme süreci sonunda şimdiki statükoya dönülmeyecek, Kıbrıslı Türkler ile BM görüşüp Kıbrıslı Türklerin dünyaya entegre olacağı bir siyasi ve kabul edilmiş yapıyı birlikte şekillendirecekler… Tatar zıpçıktılık yapamaz, onu masaya oturtan Türkiye izin vermeyecektir.

Bu senaryoyu birçok kişiler ve çevreler iyimser bulup şüphe ile yorumlayabilir; bu yorumlarını Kıbrıslılar dışındaki tarafların ilgileri, çıkarları ve ihtiyaçları bağlamında izah etmeleri gerekecek…

Yani demem o ki sadece Kıbrıslılara kalmadı sonuca gitmek artık çünkü Kıbrıslı siyasi aktörlerin ve onların destekçilerinin nemalandığı statüko üçüncü tarafların ilgi, çıkar ve ihtiyaçlarını fiilen elde etmek için engel ve tehdit unsuru olmaya başlamıştır. Ve gene bir uluslararası siyaset düsturu “Güç kudrettir – Power is might”… Güç de tamamen Kıbrıslı tarafların elinde değildir. Kıbrıs Türk tarafı Türkiye’ye, Rum tarafı da her önüne gelen güçlü ülkeye üs vererek yamanmışsa, çözümü Kıbrıslı taraflar kendi başlarınca ve kendilerince bulamayacaklar… Gerçekçi olmak gerek, Almanlar buna ‘Realpolitik’ adını vermiş…