ABD’de faizlerin yükselmesiyle, düşük faizle alınan ev kredilerinin geri dönüşünde sıkıntılar yaşanmış, 2006-2007 yıllarında kriz patlak vermiş ve küresel finansal krize dönüşmüştü. Krizi savuşturmak ve vatandaşlarını mağdur etmemek için hükümetler kamu harcamalarını artırmış, Avrupa’daki borç krizini tetikleyen de bu olmuştur. Pek çok ülkede son 5-6 yılda tüm bunlar olup biterken, Türkiye, 2001’de yaşadığı krize bağlı ekonomide katı disiplin uygulamaktaydı. 3-4 yıl öncesinden attığı adımlarla küresel krizin geleceğini bilmeden önleyici tedbirler almıştı. Örneğin banka müşterilerinin ev alırken fiyatın %25’ini peşinat şeklinde ödemesi zorunluluğunu getiren yasalar dünyada aşırı ihtiyatlı yasalar gibi algılanırken Türkiye’de bunlar uygulamaya sokulmuştu.
Neticede, bugün dünyada olup bitenlere rağmen Türkiye ekonomisi gelişiyor. Kriz yaşayan AB ülkelerine ihracatı %57’den %47’ye düşse de toplam ihracatında %20’den fazla artış vardır. Bu yıl 135 milyar dolarla Türkiye kendi rekoruna imza atıyor. Cari açığını kapatmak için siyasi istikrara ve piyasalara güven duygusuna bağlı ekonomik büyümeye odaklanmış durumdadır. Dış ticaret açığına sebep olan sektörler tespit edilmiş, tamamı masaya yatırılmış ve teşvik sistemi buna göre kurgulanmıştır. Açığa sebep olan sektörlerde yerli ve yabancı yatırımcıları daha aktif kılmak için stratejiler geliştirilmiştir. Bölgesel kalkınma hamleleri hızla devreye sokulmuştur. Tüm illerin tek tek dış ticaret potansiyelleri araştırılmış, her birinin yol haritası çıkarılmıştır. Bu yol haritaları ile tüm iller dünyanın dört bir tarafındaki ithalat potansiyelleri ile ilişkilendirilmiştir.
AB’nin değerlerini ve ideallerini içselleştirmiş ve başka ülkelere bunları tavsiye eden, demokrasinin ve rekabete dayalı açık ekonomik sistemin dünyadaki temsilcilerinden bir tanesi konumundadır Türkiye. 2023’e giderken halkının yüzünü güldüren bu konumunu sürdürebilmek için dış ticaret açığını kapatmaya konsantre olmuş durumdadır!
Bu fotoğrafın Kıbrıs’a yansımalarına gelince...
Bir defa, Türkiye’nin dış ticaret açığının 38,5 milyar dolarlık kısmı enerji sektöründen kaynaklanmaktadır. Bölgedeki enerji kaynaklarına tüm dünya gözünü dikmişken Türkiye’nin pasif kalmasını beklemek hayalcilik olacaktır. Türkiye kendi geleceğine yatırım için Kıbrıs’ta çözümü finanse etmekten dahi uzak durmayacak konumdadır. Ne var ki bölgedeki enerji kaynakları karşılıklı bağımlılık yaratmak için ciddi bir motivasyon unsuru olabilecekken Kıbrıslı Rumların tıpkı AB üyeliği gibi bunu da bir silaha dönüştürmeye çalışması çok ciddi bir handikaptır. Bu durum doğal kaynakların biz Kıbrıslılar için “lanete” dönüşmesini dahi gündeme getirebilir. Kıbrıslılar olarak bu kaynaklardan pozitif fayda sağlamanın yolunun Türkiye ile işbirliğinden geçtiğini ve doğal gazın en kolay Türkiye üzerinden nakledilebileceğini görür ve buna uygun stratejiler geliştirebilirsek, çözüm kapının ardındadır.
Çözümsüzlük devam ederken çözümü finanse etmeye bile hazır olabilecek bu yeni Türkiye ile ilişkilerimiz nasıl şekillenecektir?
Türkiye, kendi kamu kaynaklarından buraya aktardığı finansmanın bütçesinde giderek büyüyen bir kara deliğe dönüşmemesi adına kendi için belirlediği kalkınma stratejisini bize de yansıtmış bulunuyor. Bu bir nimet midir yoksa felaket mi?
Bölgesel gelişmeler ışığında yeni siyasi yaklaşımlar geliştiremezsek ve salt “çözüm” ve “anavatan” söylemleri ile yola devam edersek, giderek bu topraklardaki etkinliğimizi kaybedeceğiz. Bunun yerine, örneğin, “çözüme hazır bir sistem ve başı dik bir toplum” öngörüsüyle kolları sıvayabiliriz. Kıbrıs sorununun yarattığı dezavantajlara rağmen sivilleşme ve Kıbrıslı Türklerin etkin düzenleyiciliğine ve denetimine tabi çağdaş bir ekonomi öngörülebilirdir. Aynaya bakmamız ve hamasetle bir yere varamayacağımızı idrak etmemiz birincil koşuldur. Tercihimiz kendi kendimizi yönetmekse, tutacağımız yol içimize kapanmak değil tam aksine kendimizle yüzleşerek cesaretle risk almak olmalıdır...