“Yemek Krizi” bir anda “hareketliliğe” yol açtı. Fakat ters yönde... Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde federal devlet karşıtları hemencecik liderlere bol bol “destek” mesajları yayınladılar.
Bu durum, yani milliyetçilerin ve/veya çözüm karşıtlarının olumsuz diyalektiği ve dolaylı işbirliği, Kıbrıs Sorununun ana nedenlerinden biridir. Karşıt milliyetçi eğilimler içinde olanlar, Hegel’in Efendi-Köle diyalektiğinde olduğu gibi, birbirlerini kuran ve şekillendiren zıtlara benzerler. Ayrı, çelişen ve çatışan amaçlarına ulaşamıyorlar ama federal devlet perspektifini bertaraf etmek için tam bir “işbirliği” sergiliyorlar.
Bu tuhaf “işbirliği” ortak görüş ve anlayış temelinde titiz bir şekilde yazıya dökülmüş, belgelenmiş bir işbirliği değildir. Ayrı ayrı mevzilerden aynı hedefe ateş açmak şeklinde gelişen dolaylı bir işbirliğidir bu. Geçmişte ateş edilen hedef tahtası Kıbrıs Cumhuriyeti iken, günümüzde hedef tahtası federal devlet fikridir.
Kıbrıs’ın güneyindekiler Kıbrıs Rum toplumunda yaygın olan KKTC’nin “tanınma-fobisini” suiistimal ederek, Kıbrıslı Türklerle kurulan, kurulacak olan her türlü ilişkiyi “tanınma” diyerek protesto ediyorlar. Örneğin liderler arasta da mı yürüdüler, bir oyunu birlikte mi izlediler, bir konsere mi gittiler, hemen ayağa kalkıyor ve bunun “tanınma” yönünde “çok tehlikeli bir gelişme” olduğunu ileri sürüyorlar. Ve bağırıyorlar, hem de çok bağırıyorlar...
Bu feryatların arkasında Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’ni tek başına yönetme çıkarı, isteği ve arzusu var. Kıbrıslı Türklerle federal bir devlet çatısı altında iktidar ve egemenlik paylaşımına karşı çıkıyorlar. Bu arada, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki toplumun eşitliğine dayanarak kurulmuş olan iki-toplumlu bir devlet olduğunu bütünüyle unutuyorlar. Bu gerçeği hatırlamak istemiyorlar ve bunu seçici hafızalarından silmiş bulunuyorlar. Böyle olunca, Kıbrıs Sorunu sadece bir “işgal” sorununa ve Kıbrıslı Türklerin KKTC üstünden meşru olmayan ayrılıkçılığına indirgeniyor.
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan milliyetçi ve/veya çözüm karşıtları hiç farklı değil. 1974’te oluşan de-facto durumu kalıcı ve “meşru” bir statü olarak benimsiyorlar. Bu statü değişecekse, bunun KKTC’nin tanınması yönünde olmasını istiyorlar ve “tanınma-maniası” içinde her şeyi “tanınma” açısından ele alıyorlar.
Federal bir devletin kurulmasına karşı çıkıyorlar, çünkü de-facto durumun onlara sunduğu imkan ve fırsatlardan vazgeçmek istemiyorlar. Oturdukları evlerden tutun da, deniz kenarlarında veya yüksek yerlerdeki yazlıklarına kadar, kullandıkları pek çok malın mülkün onlara ait olmadığını hatırlamak istemiyorlar. 1974’te oluşan de-facto durumun Garanti Antlaşmasını ihlali anlamına geldiğini seçici belleklerinden sildikleri gibi, bu statünün uluslararası hukuka aykırı olduğunu anlamak istemiyorlar. Varsa yoksa, meşru olmayan yollardan elde ettiklerini ilelebet koruma hırsıdır.
İşte, İstanbul’da yaşanan “yemek krizi” ve buna benzer “krizler” en çok bu kesimlere yarıyor, en çok onları heyecanlandırıyor.
Tuhaf değil mi? Bu yıl sonuna kadar adada federal bir devlet kurmayı taahhüt eden iki lidere destek beyan etmek için sıraya girenlerin çoğu federal devlet fikrine ateş açanlardır.
Hayır, hiç tuhaf değildir. Yakın tarihimiz bu örneklerle doludur ve bu örnekler Kıbrıs Sorununun doğuşunu ve seyrini anlatır. Mevcut koşullardan yamalanan çeşitli toplumsal gruplar var bu ülkede. Örgütlü veya örgütsüz, partili veya partisiz, milliyetçi veya milliyetçi olmayan... Bunların karşıtlık içinde birbirlerine yaptıkları suçlamalarda kısmen gerçeklik payı da vardır. Fakat bu kesimlerin resmin bütününü görmeye ne niyetleri var, ne de çıkarları buna el verir.
Dolayısıyla uzun Kıbrıs Sorununun seyrinde kendilerini haklı saydıkları ayrı ayrı noktalara yoğunlaşırlar ve böylece Çözümsüzlüğün Diyalektiğini kurarlar. Birbirlerini kısmen doğru şeyler için suçlarken -örneğin Kıbrıslı Türkler 1960’lı yıllara vurgu yapıyor, Kıbrıslı Rumlar ise 1974’e-, bunu, hataları onarmak veya özür dileyip ortak bir geleceğe ulaşmak için yapmıyorlar. Kıbrıs Sorununun çeşitli kavşaklarında ortaya çıkan fırsatları kendi lehlerine kullanmak için yapıyorlar. Kıbrıslı Rum çözüm karşıtları Kıbrıslı Rumların devleti tek başına yönettikleri 1964-Düzeninden vazgeçmek istemezken, Kıbrıslı Türk çözüm karşıtları gayrı meşru 1974-Düzenini korumaya ve devamını sağlamaya can atıyorlar.
Çözüme ve barışa inanan liderlerin yapacağı ilk şey, Çözümsüzlüğün Diyalektiğini kırmak ve bu kısır döngüden çıkmak olmalıdır. Olaylara çözüm karşıtı güçlerin penceresinden bakarak çözüm yapamazsınız. Onlara hesap verme endişesi içinde olursanız veya onların “yarım-hakikat” söylemlerini benimserseniz, ülkenin bütünlüğüne ulaşamazsınız.
Şurası hiç unutulmamalıdır ki, geçmişten günümüze, iki taraf da meşru olmayan şeyler yapmıştır. İki tarafın da bu ülkeye özür borcu vardır.
Ayrıca, şu da bir gerçektir ki, kimsenin gücü ötekini mağlup etmeye yetmiyor. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kendi tekelinde tutmak Kıbrıslı Rumların diplomatik veya askeri güç kullanarak 1974-Düzenini ortadan kaldırmasına yetmiyor. Ne de silah gücüyle kurulan 1974-Düzeni Kıbrıs Cumhuriyetini ortadan kaldırabiliyor. Dolayısıyla, her iki tarafın da uzlaşmaya ihtiyacı vardır.
Ve uzlaşmak küçük, parçalı, tikel çıkarları koruma eğilimiyle yapılmaz. Bütünün Ortak Yararı temelinde yapılabilir. Bu yüzden barışa giden yolda liderlerin hassas ve akıllı olmaları çok önemli olsa da, yeterli değildir. Çözümsüzlüğün Diyalektiğine son verecek olan vizyondur. Bu ülkenin Ortak Yarar temelinde ortak geleceğine dair bir vizyonunuz yoksa, aklınız ve hassasiyetiniz ters tepecek ve sizi yarı yolda bırakacaktır. Çünkü vizyonsuz bir akıl, hakikatin bir parçasına ve Ortak Yarar yerine tikel çıkarlara takılabilir...