Geçmişe dair anlatılarımız günümüzü ve geleceği doğrudan etkiliyor. Özellikle Kıbrıs gibi tarafların hala barışmadığı bir ülkede toplumların adalet ve yaşanan adaletsizliklere bakışı son derece önemlidir. Çünkü geçmişe bakışımız, çatışmaların belirli sonuçlara varmasını kabul edip belirli neticelere varmasını reddetme eğilimimizi şekillendirir. İşte Hakikat bu yüzden çok önemlidir. Örneğin Kıbrıslı Rumların resmi tarih anlatısının etkisi altında 1960’lı yıllarda Kıbrıslı Türklerin maruz kaldığı şiddet ve adaletsizlikleri göre(e)memeleri, onların ülkenin neden iki-bölgeli, iki toplumlu federal bir devlet kurma noktasına geldiğini kavrayamamalarına yol açtığı gibi, varılan bu neticeyi “haksız bir dayatma” olarak algılamalarını da beraberinde getiriyor. Benzer bir durum Kıbrıslı Türkler için de söz konusudur. Adanın şiddet yoluyla ikiye bölünmesini “Barış Harekâtı” olarak değerlendiren ve Kıbrıslı Rumların yaşadığı mağduriyeti görmek istemeyen Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlardan kalan malları elde tutmayı “hak” bilerek federal devlet fikrine karşı çıkıyor.
Bu uzlaşmaz eğilimler Hakikat gizlendiği için ya da yeterince söylenmediği için hayat buluyor ve çözümün önünde köstek oluşturuyor.
Çözümün Hakikate İhtiyacı Var...
Hakikat kavramını “gerçekler” sözcüğü ile karıştırmamak gerekiyor. Sık sık “çözümün gerçekleri dikkate alması gerektiği” türünden cümlelerin sarf edildiğini duyuyoruz. Burada dile getirilen “gerçeklerle” Hakikatin belli parçaları öne çıkarılarak vurgulanırken, resmin büyüğü (Hakikat) unutuluyor. Başka türlü söylersek, şu ya da bu şekilde ama çoğu zaman şiddet yoluyla bir etnik grubu avantajlı duruma getiren olaylara “gerçekler” deniyor. Örneğin 1974’te Kıbrıslı Rumların malları Kıbrıslı Türklerin eline geçtiği “gerçeği” kabul edilsin isteniyor ama bu gerçeğin meşruiyetten yoksun olduğu ve Hakikatin küçük bir parçası olduğu unutuluyor. Benzer biçimde Kıbrıslı Rumlar da 1964-74 arasında şiddet yoluyla oluşturulan gayrı-meşru gerçeklerin kabul edilmesini istiyorlardı.
Oysa olayların karmaşık yoğunluğu ve durmak bilmeyen akışı içinde belli zamanlarda ortaya çıkan bazı gerçekler Hakikatin sadece kırıntısıdır, kendisi değil! Çünkü tarih, de-facto Veriler ile Değerler arasından yaşanan gerilim ve karşılıklı etkileşim süreçleri içinde şekillenir. Ortaya çıkan fiili durumlar ancak Değere dönüştüğü zaman, yani tanınıp kabul gördüğü zaman kalıcı (Hakikat) olurlar. Kıbrıs, verili bir durum olan bölünmüşlüğün şükür ki henüz Değere dönüşmediği bir yerdedir. Bu yüzden hiçbir şey sona ermiş, Hakikat olmuş değildir. Ne ülkenin bölünmüş olması, ne Kıbrıslı Rumların mallarının Kıbrıslı Türklerin elinde bulunması, ne de Kıbrıslı Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti devletini tek başına yönetmesi tamamlanmış, kabul görmüş, onanmış süreçler değildir. Bu “gerçekler” varlıklarını fiili durumlar ve önü açık süreçler olarak sürdürüyor. Bu durum bir yandan umut ışığı olarak değerlendirilebileceği gibi, başka bir açıdan karamsarlığın, gerilim ve çatışmaların kaynağı olarak da görülebilir. Çünkü Hakikat kırıntısı “gerçeklerde” ayak diremek çatışmayı sürdürmek anlamına geliyor...
Açıkçası karşı karşıya olduğumuz durum şudur: ya Hakikate karşı “de- facto gerçekleri” ileri sürüp verili durumun devamını savunacağız, ya da verili durumları aşarak Hakikate ulaşacağız, yani barış yapacağız. Ancak barıştan sonra, yani karşılıklı tanınma sağlandıktan sonra devlet devlet, koçan da koçan olur...