İki toplum lideri Mustafa Akıncı ve Nikos Anastasiadis, uzun bir aranın ardından bugün “gayri resmi” olarak ara bölgede görüşme yapacaklar. Kıbrıs sorunun çözümüne yönelik yürütülen sürecin sekteye uğradığı dönemi fırsat bilen, pek bilmiş siyasi figürler, gelecek sene gerçekleşecek seçimi düşünerek alanlarda boy göstermeye başladılar. Tabi ki liderlerin, federasyon sevdalısı Kıbrıslıların umutlarını zaman zaman karartan açıklamalar yapmaları ve bir türlü doğrulup yola devam etmemeleri de buna fırsat verdi. O sebeple bugün yaşanacak karşılaşma ve yakınlaşma, hem gönüllerin üzerinde dolanan bulutları dağıtması hem de barışın kurulabilmesi için gereken adımların en erken zamanda atılabilmesi için önemlidir. Bu süre zarfında, sürekli gündeme getirilen güven arttırıcı önlemlerden birkaçını hayata geçirmek bile yeterli olacaktır. Aksi takdirde cumhurbaşkanlığı seçim sath-ı mailine girilecek ve statükonun bekçileri kendi kahramanlıklarını kanıtlamak adına ortalığı daha da bulandıracaktır.
Son zamanlarda, gerek muhalefetin gerekse iktidardaki kimi siyasetçilerin federasyona yönelik sarf ettikleri cümleleri dikkatli bir şekilde ele almak önemlidir. Farklı siyasi perdelerden şekillendirildiği iddia edilse de hemen hepsinin ortak noktası; uluslararası hukukun ve bugüne kadar kabul edilen siyasi gerçekliğin aksine, federal çözümün içinden çıkılması gereken bir bataklığa benzetilmesidir. Adanın barış koşullarını yeniden kazanmasına imkân tanıyacak bir çözümün, federasyona dayalı değerler dışında inşa edilemeyeceğinin bilincinde olan bu kesimler, akıllarındaki esas gündemi tüm açıklığı ile paylaşamamaktadır. Bunun yerine toplumun zihnini bulandıracak ve uzlaşma yerine ayrılıkçılığı körükleyecek fikirleri pompalamaktadırlar. Onlara göre Kıbrıs sorunu, bizim dışımızdaki aktörleri de hesaba katan bir güç savaşından ibarettir. Dolayısıyla iki toplumu yeniden bir araya getiren ve her alanda eşitliği gözeten bir barış süreci gündemlerinin dışındadır. Aslını isterseniz bu kişilerin; ganimete dayalı kurulu düzen ve Kıbrıslı Türklerin kimliksizliğinin sürdürülmesi bekçiliğini yaptıklarını söylemek mümkündür.
Siyasi arenada boy göstermeye başladığından beri, söylediklerinin hangi eksende değerlendirilmesi gerektiği konusunda kafa karışıklığı yaratan Kudret Özersay, yine ortaya karışık bir açıklama yaptı. Buna göre “ne federasyonu gerçekçi bulmayan ne de federasyonu tek gerçekçi çözüm bulanların” tarafında olduğunu söyledi. Siz bir şey anladınız mı?! Neyse en azından aynı çizgide ilerliyor ve ne dediği pek anlaşılmıyor. Ama çok daha derine inildiğinde, neye hizmet ettiği ortaya çıkıyor. Buna göre federasyonu masada yürütülen teknik bir meseleye indiriyor ve barış için federal değerlere ihtiyaç duyduğumuz gerçeğini anlamsızlaştırıyor. Kısacası “değişim ve ilerleme” naraları atarak, statükonun yeni yüzü olmayı hedefliyor.
Ersin Tatar, UBP başkanlarının sahip olduğu geleneği sürdürerek, gerçekleşmeyeceğini bile bile KKTC’nin tanınabileceğini ve bunun yolunun da kendilerinden geçtiğini söylüyor. En azından HP’den daha samimi bir pozisyonda duruyor. YDP’nin Kıbrıs için ne denli sıkıntılı bir yapıya sahip olduğunu söylemek yersiz. Herkes durumun farkında. Milli kimliğe dayalı örgütlenmenin ne gibi sorunları beraberinde getireceğini, faşizmin oylarını arttırdığı her seçim döneminde deneyimleyeceğiz. Umarım barışa giden yol uzamaz ve bu yükseliş de daha fazla ilerlemeden yok olur.
Gelelim bu çerçeve içinde özeleştiri pencerelerinin açılması gereken konuya. Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) 2015 yılında gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Sibel Siber’i aday göstermişti. BG konsepti ile milletvekili seçilen, sağ ideolojik geçmişi olan ve politik pratiği CTP ile pek örtüşmeyen Siber’in, seçimin galibi olacağı hayali komik hataların yapılmasını da beraberinde getirmişti. Özellikle sırf kadın olması üzerinden yürütülen reklam kampanyası, baştan kaybetmenin işareti gibiydi. Feminist hareketin önemli bir ilerleme sağladığı ve toplum içindeki algıya dönük çalışmalarını derinleştirdiği göz önüne alındığında, siyasette eşitliğin biyolojik cinsiyeti odağına almadığı bilinmeliydi. O denli içi boş bir kadın aday profili resmedildi ki, sadece alay konusu oldu. Buna ek olarak adayı olduğu partinin kuruluşundan o güne değin ortaya koyduğu federal Kıbrıs algısına dair hiçbir emareyi de toplumun gündemine getirmedi. O dönemde takip ettiğim tüm seçim çalışmalarında, orta yolcu ve suya sabuna dokunmayan bir portre çizdi. Her ne hikmetse CTP’nin içinde Siber’in adaylığını sindiremeyen büyük bir kesim vardı. Çünkü CTP için cumhurbaşkanlığı, Kıbrıs Sorununu federasyona dayalı çözüme kavuşturacak bir makamdı. Her ne olursa olsun elde edilmesi gereken bir güç odağı değildi. Belirlenen aday o fikre uygun olmadığı için, oy vermediler. Sonuç olarak CTP, Siber’in adaylığı ile büyük bir hezimete uğradı. Buna karşılık başını iki elinin ortasına alıp düşünmesi gereken parti yönetimi, karşı çıkan partililere haddini bildirmeye kalktı. İşte hataların katmerlendiği aşama da oydu. Ama bugün yaşanan gelişmeler, aslında bir özür borcunu da beraberinde getirdi. Bugün federasyondan vazgeçilmesi gerektiğini söyleyen Siber, 2015 yılında cumhurbaşkanı olarak seçilse idi, gelinen aşamada ne gibi bir tavır takınır ve açıklama yapardı? İşte bu kocaman bir soru işareti!
Son günlerde basından takip ettiğim kadarıyla Siber yeniden sahneye çıkıyor. Bu sefer çok daha rahat bir şekilde, aslında geçmişte de sahip olduğu fikirlerini tüm açıklığı ile paylaşıyor. “Kıbrıs Sorunun çözümü için Rum tarafındaki zihniyetin değişmesini beklemek yerine, mevcut zihniyetle, yani bizi eşit ortak olarak görmek istemeyen zihniyetle aynı ada üzerinde nasıl bir çözüme ulaşabileceğimizi tartışmak lazım… Düğümü çözecek yeni bir formül için çalışmak, düğümü bunca yıldır çözememiş eski formülle çalışmaktan daha umut vericidir.” Sosyal medya hesabı üzerinden dile getirdiği bu cümleler ve basına yaptığı diğer açıklamalar, Kıbrıs Rum toplumunu suçlayıcı ifadeler içermekte ve federasyondan vazgeçilmesinin zamanının geldiğini vurgulamaktadır. Benzer yaklaşımlara Özersay da sahiptir. Her ikisinin de görüşleri bir sis bulutunun içindedir ama tek bir dokunuşla bunun aydınlatılması mümkündür. Bu ideolojik duruş ile yürüdükleri ve yürüyecekleri her bir yol, kalıcı bölünmeye hizmet edecektir.
Yaptığı birçok hataya ve her türlü soruna rağmen, federal çözümden vazgeçmeyen Mustafa Akıncı’yı desteklememin ne denli doğru olduğunu bugüne yeniden anladım. Umarım tüm barış gönüllüsü siyasi partiler önümüzdeki seçimde sol duyu ile hareket eder ve statükonun kazanmasına izin vermezler. Aksi takdirde yok oluşumuza bir çentik daha atılmış olur. Bu sebeple ilerleyen günlerde somutlaşacak seçim stratejilerinin, büyük bir özenle ele alınması çok önemlidir.